Tarihimizdeki meşhur 31 Mart hadisesine denk gelen 2019 yerel seçimlerini herkes biliyor. Binali Yıldırım'ın sahneye çıkartılarak zafer konuşması yaptırılması, İmamoğlu'nun ben kazandım diye ortaya çıkması, ardından seçim sonuçlarının uzun süre "akışının kesilmesi", Ak Parti hesaplarının ki en çok "Pelikan" denilen gruba dahil olanları, sosyal medya ve televizyonlarda “oylar çalındı, seçim sandığı görevlilerinden tutuklananlar var, CHP hakimleri ayarlayıp gizlice görüşüyor” vs. yaygaraları ve "hiç bir şey olmamışsa da muhakkak bir şey olmuştur" açıklaması, ilerleyen saatlerde daha makul açıklamaların gelmesi, Binali Yıldırım'ın bu arada artık gazetecilere hiç görünmemesi, ortaya sonuca tesir etmesi zor birtakım hatalı seçim kayıtlarının dökülmesi ve YSK'ya yapılan seçimin yenilenmesi talebinin kabulü, üç yüz binlik farkın milyon farka varacağı yenilenen seçim ve İstanbul'un Ak Parti elinden alınması.

Bu…

Ama biz bununla ilgilenmiyoruz. 31 Mart seçimleri ile alakalı bir “hikâye”yi nakletmek istiyoruz sadece.

Hikâye (öykü asla değil) kelimesi, bilmeyenler için yazıyoruz, Arapça "haka" kelimesinden geliyor. Yalnız bu "haka" ile Yeni Zelanda'daki Maori kabilesinin yaptığı "dans"da geçen "haka"yı karıştırmamak gerek. Oradaki "haka", savaş anlamındadır. Her savaşın bir hikâyesi vardır, bazı hikâyeler de savaş çıkartır, ayrı mesele.

Gerçek veya gerçeğe yakın bir olay/hadiseyi mevzu edinen "edebiyat parçası"na “hikâye” deniyor. Yukarıda bahsettiğimiz Maori dansını hatırlayın şimdi, "anlattı, taklit etti" anlamındaki "haka"nın mastarıdır, bu sebeple de aslında "edebiyat hikâyedir" dense yeridir, evet bazıları da "hikâyeden edebiyattır!"; neyse edebiyat "ürünleri"nin farklı isimlerle sınıflandırılmasının aslında tümünün "hikâye" olması ama "yazım tarzı"yla alakalı farklı isimlendirme yüzünden olduğunu da anlamış olduk herhalde.

İşte o seçimde Ak Parti'nin İstanbul belediye başkanı adayı Binali Yıldırım elbette seçildikten sonra çalışacağı (A Takımı) ekibini de hazırlamış, ilan edecek. Hoş, anladığımız kadarıyla, İstanbul'da etkili olan bir başka grubun da bu ekibin seçilmesine büyük katkı yaptığı, Binali Bey’in bu ekibin bir kısmını daha önceden yakından pek tanımadığını da anlıyoruz ki bu da normal aslında. Neyse.

Binali Bey’in ekibindeki pek meşhur biri hakkında internette epey fazla bilgi olduğu gibi, mahkemelerden alınmış kararlarla geçersiz kılınmış bazı iddialar da bulunmakta. Hukuken tertemiz olsa da ekibin bu parçası zata dair, (mahkemeye konu olan) iddialar oldukça ciddi ve neredeyse elliye yakın websitesinde de eski tarihli "haber" olarak durmakta imiş. Ülkemizdeki "sorumlu gazetecilik" şeyini de buradan anlamak lazım; iddiayı yazıyorlar "tık'lanma" uğruna defalarca ve birbirlerinden iktibas yaparak, ama neticesini yazmaktan, iddiaya da bağlantı vererek aktarmaktan uzak duruyorlar. Kendilerine mahkeme kararı göndermiş olsanız dahi, o ilk iddia haberini olduğu gibi bırakmakta ısrar ediyorlar, çok azı haberi kaldırıyor.

İşte Binali Bey’in seçim faaliyetiyle alakalı, tesadüfe bakın ki şiir de yazan biri, bu elliye yakın çürütülmüş haberin rakipleri tarafından kullanılabileceğini düşünüyor ve bu işlerle ilgilenenleri tanıdığını düşünen birini arıyor. Aradığı kişi, daha önceden ve daha sonra da defalarca "kaliteli işler" yaparak "çözüm üretici" olduğunu kanıtlayan biriymiş.

Şair Bey maruzatını anlatıyor, "bu haberlerin yayından 'çıkarılması’nın gerekliliğini" anlatıyor, "çözüm üretici" de “tamam” diyor. Bir müddet sonra Şair Bey tekrar arıyor, neredeyse yeni bir websitesi yapmak gibi olan ama bu sefer "çıkarılacak" elliye yakın haber linki hakkında durumu soruyor, "çözüm üretici" de bir haftalık süreye yayılmış olarak hepsinin "tertemiz" olacağını ve bunun için de üç rakamlı ama oldukça komik yani düşük bir rakam gerektiğini söylüyor. Şair Bey, bu rakamı ileteceğini söylüyor. Gün içinde tekrar dönüş yapıyor ve iki rakamlı ama bu sefer gerçek anlamda komik bir rakama olmaz mı diye soruyor. "Çözüm üretici" de bir hafta boyunca sadece kazma kürek sallayacak elli "amele" tutsalar söylediği rakamı da aşan bir ücret çıkacağını, üstelik bunun "amelelik iş" olmadığını, ayrıca bu "çıkarılma" mevzuunun da "fiyatının olmadığını" söylüyor, mevzu da burada bitiyor.

Binali Bey seçimi kaybetti, "A Takımı" işe başlayamadı ve o iddialar da halen internette mevcut gayet tabii.

"Çözüm üretici"ye daha önceden Binali Bey’in seçim çalışması sebebiyle bir websitesi ve haber beslemesi yapılması da götürülmüş, o da yine oldukça makul yani "sevabına" bir rakama bunu yapacağını söylemiş, o esnada bu "haber çıkarma" talebi gelmiş ve neticede ikisi de Şair Bey’in bunlarla alakalı olarak dönmemesi sebebiyle olmamış. Yani "çözüm üretici"ye verilmemiş demek daha doğru, çünkü websitesi açıldı malumunuz.

Nasıl hikâye ama; her hikâye gibi tamamen doğru da olabilir, içinde bazı doğrular yani gerçekler olup diğer kısımları "gerçeğe yakın" yani uydurma da olabilir veya küllün "gerçeğe yakın-uydurma" da olabilir. Önemli değil.

Önemli olan "bu hikâyeden alınacak kıssadan hisse!"

Bu hikâyeyi, bir arkadaşla mutad "ne olacak bu memleketin hali toplantımızın", bir şekilde (Esenler düşerse Kudüs düşer!) memleketin ve dünyanın "hali"ni kendine bağlayan olduğundan ötürü "ne olacak bu Ak Parti'nin hali"ne dönüşmesi sebebiyle "dur bende ne hikayeler var, senelerce sürecek ve her bölümü aynı heyecanla takip edilecek dizi filmler çıkar, üstelik hem komedi hem dram olarak!" diyerek anlatmasıyla öğrendim. Hoş aynısından diğer partilerde de vardır, Muharrem İnce ufaktan ufaktan ucunu gösteriyor mesela.

Derlermiş ki, işte Ak Parti'nin İstanbul'u, diğer elindeki belediyeleri kaybetmesinin, şimdi de telaşa kapılmasının sebebi bu "üç kuruşa tamah eden üç kuruşluk zihniyet sahipleri" imiş.

Dedik ya "haber çıkarma" meselesinde üç rakamlı ve komik yani "sevabına" bir rakam verilmişti, eğer o rakamı dört rakamlı veya ona yakın verselerdi, websitesini de bunun içine katarak bu rakamı dört rakamın yükseklerinde tutsalardı kesin alırlardı ama cüzi yani "sevabına rakam" verildiği için, çantada keklik gördü Binali Bey’in de üstündeki ekip ve daha önemlisi "ekmek çıkmayacak bir rakam" olduğundan vazgeçildi! Doğru mu, "hikâye" mi bilmem, komisyon alınabilecek bir rakam olmamasının iş yapmaya engel olduğu iddia ediliyor yani.

Kötü tarafından da bakmayalım, makul-leş-tirelim bunu, seçim çalışması derli toplu olsun diye bir danışman/organizatör şirkete verilmiştir, eh bu şirket de o "sevabına rakam"dan komisyon çıkmayacağını bildiğinden, boşa geçecek zaman olarak görmüştür, "vakit, nakittir!" ya, bunun için uzak durmuş, durdurmuş da olabilir Şair Bey’e komik rakamı teklif ettirerek, mümkün. Profesyonellerle çalışmak, işte böyle oluyor.

Misal 30 Ağustos ile 4 Eylül arasında Samsun Çarşamba havaalanında gerçekleştirilecek Teknofest Karadeniz'in -ne demekse artık- "koordinasyon ve destek hizmetleri" için bir şirketle anlaşma yapıldığı ve bunun için de 28.000.000 lira fatura kesileceği açıklandı.

Hizmetin nasıl olacağını bilmiyorum, afilli kelime ve cümle seçimleri ile "koordinasyon ve destek" diye yazılmış oraya, festival bir yarışma malumunuz, katılımcıları olacak, bunların konaklama ve seyahat bedelleri de mi ödeniyor bu fatura içinde, onu da bilmiyorum, ama "teknoloji yarışmasına uygun" stand kurulması, sahanın kiralanması (Çarşamba havaalanı, yani devletin yeri, makul bir rakam verilecektir bu "milli teknoloji hamlesi" yarışmasına), yarışma için elektrik gerekir, bu ya kiralık jeneratör ile ya havaalanı elektrik şebekesinden ücreti karşılığı sağlanacaktır, festival/yarışmaya gelecek olan seyirciler (misafir deniliyor şimdilerde buna) için küçük ikramlar, aynı ikramlar katılan yarışmacı ekiplere de, portatif tuvaletler, stand kurulumu için gerekli araç kiralama ve "usta ile amele tutulması" vs. İşte bu tür "hizmetler" için ödenecek fatura 28 MİLYON LİRA! Ayrıca galiba TÜBİTAK da 14 milyon harcayacakmış.

Beş günlük bir festival için bu fatura normal mi?

Bana kalsa, bu kadar paraya malolacak "yarışma" düzenlemem mesela, kafadan yazayım. Ne zıkkım için olursa olsun bir "yarışma" için bu kadar parayı İSRAF olarak görürüm. "Memleket zaten bu kafa yüzünden böyle!" denilebilir, dilin kemiği yok, ifade hürriyeti de var, normal. Ama unutulmasın, yukarıda bahsettiğim "sevabına rakam" meselesi ve dayandığı mesele var ya, ben de o kafadanım, "sevabına" (yani masrafı neyse o, küçük iş ise masrafı bile almam) iş yapanı takdir ettim. Paradan önce, hizmeti önceleyen kafa yani BİZDEKİ! Ama, "ucuz etin yahnisi" diye mi düşündüler acaba, kabul edilmemesi asıl düşündürücü hadisedir.

"Ekmek çıkmaz buradan bize!"

Hayırlı işi değil de, "ekmek derdinde" olanları etrafınıza toplarsanız da İstanbul da, Ankara da kaybedilir, "kıssadan hisse" almazsanız şayet, hatta hükümet bile riske girer.

Misal, gazetelere düşen bazı fotoğraflar var değil mi, bazı makamı yüksek yerlerde, makamda ziyaret fotoğrafları (Aynılarından muhalefet için de var, ayrı mevzu). Adları çıkmış veya üç beş yıl önce "hiç" iken şimdi "tuvalete bile uçakla giden", görmemişin çocuğu gibi arabasıyla, saatiyle hava atan "kıro" tipler, hadi bir yolunu buldu bir defa girdi o makama, bir değil, iki değil, neredeyse hep orada nasıl oluyor veya o izlenimi veriyor ise, buna niye engel olunmuyor, en basitinden makama geliş yolları niye kapatılmıyor?

Bir yerde "sevabına rakam" ile iş YAPTIRILMAYANLAR demek daha doğru, diğer tarafta tuvalete bile neredeyse uçağıyla gitmesine yarayacak şekilde/rakamla iş (!) yaptırılanlar!

Hükümet karşıtları diyor ya, "sermaye değişimi yapıyorlar", kayyum atanan şirketleri kastediyorlarsa şayet bununla, "sermaye değişimi" nedir bilmiyorlar demektir, meraklanmasınlar "bu kafa" onu da beceremez, "hevesleri geçince” ve şirket idaresinin zorluğuyla başbaşa kaldıklarında hemen elden çıkarırlar, üstelik üç otuz paraya; Koç ve şürekası memleketin "temel ihtiyaç maddelerini" üretmek veya ithal etmekte devam ettiği müddetçe ortada bir "sermaye değişimi" YOKTUR; aksine "vatan millet sakarya" denilerek tuvaletle uçakla girenlere para basma, yani kendi çukurunu kazma hadisesi mevcuttur.

"Sevabına" söyledim, yazdım işte.