Esselâmü Aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, ne olsun. Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum. Venezüella kaynaklı sıkıntılı durumumu biliyorsunuz. Sabredeceğiz, yapacak başka bir şey yok.

Neyse; bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını söylüyor.)

O zaman başlıyorum.

Tam şu ânda, bir sürü şey yaşanıyor dünyada; ilginç meseleler hepsi.

İlk olarak, Venezüella’nın ev sahibliğinde dün Venezüella’nın Margarita adasında başlayan “Bağlantısızlar Hareketi” zirvesine temas edeceğim.

Bu hareket, ABD veya Siyonistler tarafından hâlâ kontrol edilmiyor olması bakımından iyi bir harekettir. Bu açıdan, Venezüella’nın doğusundaki o güzel Margarita adasında bu zirvenin düzenleniyor olduğunu görmekten mutluyum.

Venezüella Devlet Başkanı Nicolas Maduro birçok devlet başkanını ağırladı burada ve bu vesileyle hemen sağında duran kişi de İran devlet başkanı Hasan Ruhanî idi.

Bu, merak uyandırıcı bir nokta diğer taraftan… Çünkü Hasan Ruhanî İran devlet başkanı olalı çok sene oldu. Dolayısıyla, Ruhanî’nin Maduro’nun hemen sağında bulunmasının siyasî bir anlamı da bulunuyor.

Bu vesileyle bir bilgi vermek isterim; fazla bir Şiî nüfusu yoktur Venezüella’da; Lübnan kökenli az sayıda Şiî vardır sadece. Bizdeki Lübnanlıların çoğu Hristiyan, Sünni Müslüman veya Dürzi’dir.

Peki, Ruhanî’nin tam da Maduro’nun sağında yer alması gibi anlamlı bir hareketin yıllar sonra “nihayet” gerçeklemiş olması acaba niçin?

Şunun için: Çünkü düşman ABD’nin hayata geçirdiği müeyyidelerden, başta Fransız Lambertist –sözde- Troçkistleri olmak üzere ülkeye sızan düşman unsurlarının yol açtığı iç sabotajlardan, hükümetteki yüksek seviyeli Bolivarcı entellektüellerin beceriksizliğinden ve orta seviyeli bürokratların yolsuzluğundan kaynaklanan berbat bir malî kriz var şu ân Venezüella’da.

Yolsuzluğun hangi yüksek seviyelere ulaştığıyla ilgili olarak tek bir örnek vereceğim:

Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun avukat eşinin, daha doğrusu şu ân artık bir insan hakları savunucusu olan dürüst insan Cilia Flores’in yeğenleri, uyuşturucu kaçakçılığı yaptıkları için Haiti’de tutuklandı ve yargılanmak üzere ABD’ye teslim edildi. Devlet başkanının eşinin yeğenlerinin gerçekleştirdiği ve kanundışı olduğu kadar ahlâkdışı bu iş, Maduro ve eşi üzerinde baskı kurmak üzere kullanılıyor bugün.
Diğer yandan; iki gün önce Venezüella’nın Paris büyükelçisiyle konuştum telefonda ve bana inanılmaz bir şeyi, iki aydır büyükelçiliğe –Venezüella’nın dünyadaki en önemli büyükelçiliklerden birine yâni- Venezüella’dan tek kuruş para ulaşmadığını söyledi. Büyükelçi de dâhil, diplomatlar ve Fransız personel bile maaşlarını alamıyor ve üstelik bu ilk defa da olmuyor!

Afrika’nın, Latin Amerika’nın, Karayibler’in fakir ülkeleri dahi kendi diplomatlarının maaşlarını tıkır tıkır ödeyebilirken, dünyanın en zengin petrol rezervine sahib, bu bakımdan dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Venezüella, sadece ülkesindeki memurlarının değil, diplomatlarının bile maaşlarını ödeyemiyor.

Anlaşılacağı üzere, bu sadece para yokluğundan değil, organizasyon yokluğundan da kaynaklanıyor. Bunun da bedelini Venezüella’nın tüm halk kesimleri ödüyor.

Son meclis seçimlerinde, seçmenlerin üçte ikisi hükümet karşıtı rey izhar etti ki, bunların da sadece üçte biri gerçek muhalifken, diğer üçte biri aslında Chavez taraftarı olmakla beraber -işte böylesi yanlışlardan dolayı- hükümete kızgın insanlardan oluşuyordu. Şayet bu yanlışları düzeltmemekte hâlâ ısrar ederlerse, korkarım bir iç savaş yaşanacaktır Venezüella’da ve ABD’nin istediği şey de ülkeyi bu şekilde tahrib etmektir zaten.

Bugün Venezüella, Chavez’in iktidara gelmesinden önceye göre çok daha az petrol üretmektedir. Nasıl açıklayabilirsiniz bunu? Elbette sistemin çürümesiyle!

Bu bahiste neler olup bittiğini biliyorum, çünkü kardeşim Vladimir bu konuyla ilgileniyor ve bu gidişi durdurmaya çalışıyordu. Ne var ki, yüksek seviyelerdeki yozlaşma ve yolsuzluklardan dolayı bunu başaramadı ve –durumu fazla afişe etmeden- hükümetteki çok önemli mevkiden bu yüzden ayrılmak zorunda kaldı.

Sonuç ne oldu peki? Venezüella’nın ne ihraç ne de kendi kullanımı için ürettiği yeterli petrolü yok artık. Bundan da politik olarak hükümet ve iktidardaki –düşmanın tamamen kendisine sızdığı- Birleşik Sosyalist Parti sorumlu…

Venezüella, benim sadece doğduğum ülke değildir. Halkları ve hükümetleri bir araya getirmek noktasında Latin Amerika’da, yâni Güney Amerika’da ve Karayibler’de önemli bir rol oynamış bir ülkedir aynı zamanda. Sağ görüşlü olsalar bile Amerikan ajanı olmayan milliyetçi devlet başkanları bile dâhil olmuştur Venezüella’nın öncülük ettiği bu hem milliyetçi hem de çevresindeki tüm ülkelerle dayanışma içerisine giren beynelmilelci birliğe. Küba, Venezüella’dan yarı fiyatına aldığı petrole dayanmaktadır meselâ 20 yıldır. Diğer ülkeler için de benzer bir durum geçerlidir.

Bugün petrol fiyatlarının düşük olduğuna bakmayın - ki bu da Venezüella gibi ülkelere boyun eğdirmek isteyenlerin bir oyunudur. Venezüella’daki Bolivarcı devrim ve rejim düşer düşmez, petrol fiyatları da yükselecektir ânında. Umarım gerçekleşmez ama şayet böyle olursa, berbat bir savaş yaşanacaktır Venezüella içerisinde ve Venezüellalı devrimciler savaşmaksızın asla rıza göstermeyeceklerdir böyle bir şeye. Orta ve düşük rütbeliler başta olmak üzere, Venezüella ordusu da milliyetçi ve vatansever bir ordudur ayrıca.

Neyse, yaşayalım görelim.

Başka bir mevzu: ABD’de, New York’da iki ayrı saldırı gerçekleştirildiğini öğrendim bugün. Biri ağır olmak üzere, onlarca kişi yaralanmış. Diğer yandan, ABD’nin Minnesota eyaletinde ise bıçaklı bir kişi, tekbir getirerek sekiz kişiyi yaraladıktan sonra polis tarafından öldürülmüş.

ABD’de –hem de kanunî yollardan- silâh temin etmek kolaydır. Şayet makineli bir tüfek olsaydı elinde, değil sekiz kişiyi yaralamak, seksen kişiyi öldürebilirdi kolayca. Dolayısıyla, belli bir mesaj vermeyi hedefleyen sembolik bir eylemdir bu kişinin yaptığı.

Mesele şudur ki, bu tür eylemler dünyanın her tarafında günden güne artarak yaşanıyor ve bundan sonra da yaşanmaya yine artarak devam edecek. Minnesota’da bir kişi öldürüldü, değil mi? İşte onun yerini on yeni kişi alacaktır hemen. Birbirlerini hiç tanımayan ve birbirleriyle hiç karşılaşmayan bu insanlar bu eylem tarzını sürdürecek; dünya bir kan banyosu yapacaktır.

Sadece geçmişten bugüne bombalanan üçüncü dünya ülkeleri değil, büyük ülkelerin halkları da çekmeye de başlamıştır artık bu çileyi. Ne acıdır ki, kurbanların çoğu da masum siviller olmaktadır. Siyonist ve emperyalist saldırganlıklardan kaynaklanan öyle bir dünya savaşına giriyoruz ki, ülke sınırı falan tanımayan bir dünya savaşıdır bu yaşanan.

İyi ve açık fikirli bir adam olduğu intibaı bırakan, ama Afrika kökenli olmasına rağmen dışı siyah, içi beyaz “beyaz zenci” denilen cinsten biri olan Başkan Obama devrindeki kadar bir saldırganlık ve kan dökme, kendinden hemen önceki başkanlara kıyasla daha önce hiç yaşanmamıştır dünyada. Oğul George Bush’dan bile daha fazla kan dökmüştür Obama. Bush’un çizgisini takib etmekle kalmamış, kan dökmede onu bile geçmiştir. Güya ilerici bir adam intibaı bırakan Clinton da, hâkezâ, Arab ve Müslüman olanlar başta olmak üzere üçüncü dünya ülkelerine yönelik olarak gerçekleştirilen saldırganlıkta baba-oğul Bush’ları geçmiştir.

İşte bu “beyaz zenci”, önümüzdeki on yıl içinde ödenmek üzere İsrail’e 38 milyar dolarlık bir “hediye” çekini giderayak imzalamıştır. Sadece ABD silâhları satın alınmak şartıyla verilen bu hediye sâyesinde, İsrail devleti on yıl boyunca dilediği silâhı dilediği miktarda alabilecektir ABD’den. Bunu da “İslâm Devleti”nin, çevresindeki –Arab veya Müslüman- tüm ülkelerden daha fazla bir askerî üstünlük kazanacağı tehlikesine karşı hayata geçirmişlerdir. O “Müslüman” ülkeler ki, Mısır bile aralarında olmak üzere, kendilerini “İsrail’in dostu” ilân etmişlerdir bugün.

Mısır Devlet Başkanı Mareşal Sisi, ABD’nin veya Siyonizm’in ajanı değildir, ancak objektif bir durum olarak, İsrail’in düşmanı olan tüm cihadçıların, en başta Gazze’deki Hamas’ın Mısır’ın da düşmanı olması bakımından, Siyonistlerle işbirliği içerisine girmiştir.

Cezayir dışındaki diğer tüm Arab rejimleri de ya ajan ya kukla rejimlerdir yine. Lübnan’dakiler de dâhil olmak üzere hepsi, İsrail’in de savaştığı insanlarla savaşmaktadırlar.

Bu vesileyle ifâde etmek gerekirse; Hizbullah, o Şiî savaşçılar, bugün bir bölge gücüdür ve İsrail’in kendilerinden korkması bir yana, İsrail’i şimdiye kadar yenilgiye uğratmış tek güçtür.

Sonuç olarak, tezatların birbiriyle savaştığı delice bir dünyada yaşıyoruz. Ne var ki, mü’min, hattâ mü’min olmayan masumlar, kanıyla ödüyor bunun bedelini. Üstelik daha yeni başladık bunları görmeye.
Bu bakımdan, Minnesota’da -böyle diyelim- cihadçı bir eylemde kendisini fedâ eden insan, kendi çizgisini takib edecek başka birçok insana da örnek teşkil etmiştir bu şekilde.

Daha da yaygınlaşacaktır bu gidiş. Niçin? Emperyalistler yüzyıllardır Müslümanları katlediyor da ondan. Unutmayınız ki ABD, Arablara saldırmaya daha ilk kurulduğu demde, 1801’de, Akdeniz’deki Amerikan gemilerinin ancak kendilerine para ödedikleri takdirde geçişlerine izin veren Berberî korsanları bahane ederek şimdiki Libya’da bulunan Trablusgarb Beylerbeyliği’ne dört yıl sürecek bir savaş için saldırarak başlamıştır. Kurulduğu günden beri de Arablara saldırmaya devam etmektedir ABD. Amerikan halkı ise farkında değil bunun.

(Carlos, ABD’nin harika bir anayasaya sahib olduğu; fakat bunun da ilk modern anayasaya sahib olan ve bu bakımdan ilk anayasal devlet olan –daha sonra Fransız emperyalistlerince işgal edilen- Korsika’nın anayasasından mülhem olduğu; bilâhare Vietnam’ın kurucusu olacak Ho Chi Minh’in de ABD’de aşçı olarak çalıştığı uzun yıllar boyunca ve Vietnam henüz bağımsızlığını kazanmadan önce işte bu ABD anayasasından ilhâm alarak Vietnam anayasasını yazdığı bilgisini veriyor.)

Bir yandan kendi ülkesinde dileyenin dilediği dinî teşkilâtı kurmasına izin vermiş olan ABD, diğer yandan da son 15 yılı açık bir savaş olmak üzere 25 yıldır dünyada milyonlarca masum Müslümanın katledilmesinden sorumludur.

Gelmek istediğim nokta şudur: Müslümanlar veya Müslüman olmayıp da İslâm’a dost olanlar, bir seçim yapmak zorundadırlar bana göre. Arab dünyasındaki veya Müslüman dünyadaki dâhilî savaşları kasdetmeden ifâde etmem gerekirse; -emperyalistlerlerle Siyonistler ve bunlara karşı direnenler olarak- birinden biri seçilecek iki taraf vardır yalnızca.

Her şey yeni yeni “patlamaya” başlıyor henüz. Biz kendi teşkilâtımız olarak –haram olduğu için- nükleer saldırılara her zaman karşı olmamıza rağmen, emperyalist emeller kadar Müslümanlara duydukları nefretten dolayı düşmanın kendi kanunları ve gelenekleri dâhil hiçbir şeye saygı göstermediği ve hiçbir sınır tanımadığı bugünkü gibi bir demde, sınır tanımayan bir başka savaş ve çok berbat şeyler beklemektedir Batıyı… En başta da halkı ve tabiatı güzel olmasına rağmen, devletlerini Afrika’da ve Ortadoğu’da saldırganca savaşlara sokan hainler yüzünden “esas hedef” seçilen Fransa’yı.

Çekecek daha çok çilemiz var gözüküyor. Daha uzun süre zindanda kalabiliriz belki ama düşmanlarımızın tersine, bizi bekleyen bir cennet var ötede. Üstelik bizim Kumandan Mirzabeyoğlu gibi bir de örneğimiz var önümüzde.

Niçin tam 16 yıl zindanda kaldı peki Kumandan Mirzabeyoğlu? Elbette, bulunduğu mevkîden dolayı. Yoksa öyle büyük bir teşkilâtı yoktu O’nun. Öyle büyük eylemler yapan, öyle çok silâhı olan bir örgütü de yoktu. Zindana atıldı, çünkü Salih Mirzabeyoğlu’nun, bu büyük mütefekkirin, bu büyük siyasî ve dinî liderin, şahsında örnekleştirdiği ruh ve fikirleri vardı düşman için, Türk halkının düşmanları için, şimdi Türkiye’de iktidarda olanların da düşmanı olanlar için asıl tehlike olan.

Bu vesileyle, sâyesinde Kumandan Mirzabeyoğlu ve yine başka bazı gönüldaşlarımız serbest bırakıldığı için, Gönüldaş Erdoğan’a müteşekkir olmalıyız. İslâm veya Kemalizm adına her ikisine de ihanet eden ve yabancı düşmanların ajanlığını yapan çok tehlikeli hainlere yer açmak için, özellikle bugün, başka birçok insan daha serbest bırakılmalı ve bu şekilde Türkiye dünyanın büyük bölümüne örneklik teşkil eden gerçekten bağımsız bir ülke olmalıdır.

Allahü Ekber.
 
18 Eylül 2016

Baran Dergisi 506. Sayı