Kemalist devrim bu toplumu nasıl ahlaksızlaştırdı? Kemalist devrim bu toplumu nasıl ahlaksızlaştırdı?

İktisadi hayat, sadece iktisadi faktörler ile ayakta duramaz. Üretim, dağıtım, satış ve tanıtım, mal ve hizmetlere ulaşmak için gerekli işlemler, iktisadi faaliyetin bir parçası.

Batı’da  Aydınlanma denilen, dini, ahlaki ve geleneksel değerlerin hayattan atılmasından sonra, herşeyin “menfaat ve güce” hizmet ettiğine şahit oluyoruz. Aslında bu durum, gerek ferdi olsun, gerekse bir siyasi sisteme ait olsun, tamamen ego’ya (nefse) tabi olmaktan başka bir mana taşımamaktadır. Bu durum da, toplum menfaatlerinin dışlanmasına sebep olmaktadır.

Kapitalist iktisadi sistem, mal ve hizmetlerde “ihtiyacı” değil, “özendirme”yi ölçü aldığı için, insanı ikna etmenin ötesinde “yeni ihtiyaçlar uyandırma” faktörüne odaklanarak, toplumu sadece “eşyalarla tatmin etme” ve “oyalama” stratejisiyle hareket etmektedir. Bu da, insanın değil; eşyayı ön plana alan bir hayat felsefesine yol açmaktadır.

Sürekli dile getirmeye çalıştığım gibi, sosyal ihtiyaçlar olan bilgi, ahlak ve kültür, hayatın “düzenleyici kuralları” olduğundan, diğer ihtiyaç alanları,” sosyal değerlere bağlı” olarak şekillenmek ve düzenlenmek durumundadır.

Fakat, kar etme ve böylece hakimiyet elde etme arzusu, şirketlerin yegane gayesi haline gelmiştir. Ama bu durum, toplumda büyük dengesizliklere ve haksızlıklara yol açmakta, sosyal yapıyı adeta  yok etmektedir.

Bundan da en fazla, masum, tecrübesiz,  hayatı eşya ve zevkten ibaret gören genç nesiller zarar görmekte ve bunalımlara düşmektedir.  Özellikle değerleri;  insan, değer, samimiyet, adalet olan bir kültür; maddi kanun ve menfaatlere dayalı bir dünyadan ciddi bir şekilde etkilenmekte ve basit duyguların iradi tutumlara üstünlüğü söz konusu olmaktadır. Çünkü insan, basit duygulara ve cinsi isteklere sahip olan bir varlık olduğundan, bu özelliklerine hitabeden  ve hatta onları “azdıran”  bir yaşama felsefesi, gençlerin düşünce ve duygu dünyasını allak bullak etmektedir.  Özellikle de, kendi ahlak ve kültürü, sosyal hayatta uygulanamaz bir hale getirildiğinde..

İdareci ve Kurumların Sorumluluğu:

Her toplum belli bir kültür ve dünya görüşü ile hareket eder. Eşya ve makinaları aldığımız gibi, ahlak, zevk ve alışkanlıkları herhangi bir ölçüye tabi tutmadan benimseyemeyiz.

Ama yönetimler, sanki hiçbir ahlaki ve kültürel sorumlukları yokmuş gibi, kapitalizmin “serbest piyasa” anlayışını; kültür, ahlak ve gelenekler dünyasında da geçerliymiş gibi sürdürmekte tereddüt göstermeyerek, büyük bir dejenerasyona yardımcı olmaktadır.

Bu konuda reklamlar; bir mal veya hizmetin tanıtımından öteye, onun kesin bir şekilde alınması ve kullanılmasının, üstünlük, medenilik ve modernlik olduğunu  değerler sistemimizi önemsemeden “sürekli baskı” ile bizi görünmeyen bir “tehdit altında” bırakmaktadır.

Her an, her saat ve her gün, sürekli reklamların baskısı altındayız.. Hukuk sistemi ise, bu tür “zorlayıcı etkiyi” normal kabul ederek, hayatımızın seyrini değiştiren, irademizi baskı altına alan ve kişiliğimizi, ancak onların talebine cevap verdiğimiz anda değerli kabul eden bir psikolojik anlayışın topluma zorla dayatılmasına ses çıkarmamaktadır. Bu durum, birisine zorla bir fikri, bir eylemi kabul ettirmeye çalışan ve hukuk tarafından, kabul edilmeyen bir hareket ile eşdeğer değil mi?

Evet, artık suç kavramı; yeni teknoloji ve iletişim sistemleri ile değişmiş ve hukuk sistemi, bunu anlamakta ve kavramakta geç kalmıştır. Çünkü hukuk sistemimiz, sosyolojiyi dikkate almadan hukuku ayakta tutmaya çalışmaktadır, tıpkı batı’da uygulandığı gibi.. Yalnız, bizim batı’dan farkımız, batı’da  fikir ve entellektüellerin görüş ve düşünceleri hukuk ve yönetim tarafından dikkate alınırken, bizim ülkemizde dikkate alınmıyor.

Ama şu bir gerçek ki, toplumları büyük ve önemli hareketlere  kalkıştıran, hep sosyal nitelikli problem ve eksiklikler olmuştur. Böyle bir harekete imkan verilmeden, sosyal değerlerimiz ve yapımızı dikkate alarak, iktisadi hayatı bir baskı unsuru haline getiren “reklamları kısıtlayarak”, hayatımızı kendi hürriyetimiz ile tayin etmeye imkan verilmesinin önünün açılması lazımdır. Aksi halde, felaketleri bekleyelim..

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber