Madenî para sistemi asırlarca fiyat istikrarının en önemli âmili olmuştur. Bu yüzden tarihte görülen fiyat hareketlerinin günümüz şartlarına göre enflasyon olarak tanımlanması oldukça zordur. Yine paranın sadece mübâdele aracı olma fonksiyonu ön plana çıkarılmıştır.

Geleneksel ekonomilerde madenî para (gümüş ve altın) kullanımı esastı. Ortaçağ’da Orta ve Doğu Asya’da görülen kağıt veya deri paralar (çav ve kumdu) genellikle kıymetli madenlerin tedavül sürecinde aşınmalarını önlemek amacı taşıyan ve madenî paraları birebir temsil eden (kâime) paralardır. İslâm ve Hıristiyan dünyasında ise ekonomiler madenî paraya şartlanmıştır. Kamuoylarını belirleyen “Allah para olarak altın ve gümüşü yaratmıştır” inancıydı. Kapitalizm sürecinde bu “inanç” yavaş yavaş değişerek önceleri altın ve gümüşü temsil eden kağıtlar çıkarılmış, İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerde XIX. yüzyılda temsilî kâğıt para kullanımına başlanmış ve bu uygulama XX. yüzyılda yaygınlık kazanmıştır. Nihayet günümüzde kıymetli madenle kâğıt para ilişkisi tamamen kopmuştur.

Osmanlı ekonomisi de madenî para kullanan geleneksel ekonomiydi ve bir yönüyle de İslâm iktisâdının bir uygulamasıdır. Bu açıdan gümüş ve altının mümkün olduğu kadar eşya olarak değil para olarak kullanılması ve paranın spekülasyon değil muâmele sâikiyle talep edilmesi esastı.

Madenî para rejimi fiyat istikrarını sağlayan en önemli âmildir. Bu yüzden Osmanlı ekonomisinde görülen fiyat hareketlerinin günümüz şartlarına göre enflasyon olarak tanımlanması oldukça zordur. Burada 1326-1740 arasında geçen 414 yıllık sürede Osmanlı akçesinin değer kaybının geometrik ortalamasının yüzde 2’de kaldığını belirtebiliriz.

İslâm iktisâdının bir uygulaması olarak Osmanlı'da da madenî paraların sadece muâmele sâikiyle talep edilmesi istenmiş, eşya olarak kullanılması ve spekülasyon sâikiyle talep edilmesi istenmemiştir. Ülkeye değerli madenlerin girişi teşvik edilmiş, çıkışı istenmemiş; böylece, para arzının yeterli seviyede tutulması amaçlanmıştır.

Enflasyon gerçek talep artışından kaynaklanmaz. Onun asıl sebebi parasal genişlemedir. Parasal genişlemenin denetim altına alınması, bir başka deyişle istikrarlı para rejimi iktisâdî istikrarın temelidir. Madenî para rejimi veya kıymetli maden (altın ve gümüş) karşılıklı kâğıt para rejimi bunu sağlar.

Osmanlı fiyat politikası büyük ölçüde İslâm iktisat ilkelerinin ve fiyat politikasının bir uygulaması, bir uzantısı mahiyetindedir. Bunun dayandığı deliller konuyu araştırırken elde ettiğimiz belgelerdir. Osmanlı ülkesinde para sistemi fiyat istikrarını sağlama yönünde bir olgu teşkil ederken fiyatları yukarıya doğru çeken birkaç eğilim söz konusu olmuştur. Bunların başında XVI. yüzyılın sonlarından itibaren etkisini şiddetlendiren milletler arası maden akımlarıdır ki daha çok Amerika'dan Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya intikal eden gümüşlerin yarattığı fiyat hareketlerinden kaynaklanır. Bu zamanımıza göre önemsiz de olsa bir fiyat artışı olgusunu ifade eder. Bunun sonucunda Osmanlı hesap birimi olan akçenin değerinde zaman içinde düşmeler görülmüş, iç ve dış fiyat farklılıkları Batıya mal, doğuya ve güneye kıymetli maden akımı yaratmıştır. Yine ticaret yolları merkezinin Akdeniz’den okyanuslara kayması, savaş harcamalarının giderek artması fiyatları yukarıya doğru çeken bir etkendi. Ayrıca dış piyasanın etkisini arttırmasıyla belirginleşen üretim yetersizliği meselesi vardır. Özellikle tarım ve küçük sanayi teknolojilerinde bir gelişme olmaması fiyat istikrarı yönünde izlenen politikayı bir hayli zorlaştırmıştır.

İslâm ve Osmanlı para politikasının esası paranın yani altın ve gümüşün mübadele aracı olarak kullanılması eşya olarak kullanılmasının en aza indirilmesidir. Yine Osmanlılar ve daha önce diğer Müslüman devletler ve bu arada Selçuklular, ülkeye kıymetli maden girişini teşvik etmişler, çıkışını ise yasaklamışlardır. Böylece para arzının kaynağının daha da daralmaması amaçlanırdı. Yine Osmanlılar sarayda ve özel şahısların ellerinde bulunan altın ve gümüş eşyayı zaman zaman darphaneye gönderip para kestirirler, altın ve gümüş eşyanın yaygın bir şekilde kullanımı yasaklanarak bunların para halinde tedavülü istenirdi.

Osmanlı para sistemi “kötü para iyi parayı kovar” kuralının ve dış fiyatlardaki farklılığın baskısı altındaydı. Bu yüzden düşük ayarlı Mısır altınlarıyla İstanbul altınları arasında sürekli bir mücadele vardı. Bu mücadele sonunda yüksek ayarlı İstanbul altınlar piyasadan kayboluyor ve piyasada Mısır altınları kullanılıyordu. Yine doğuda kıymetli maden fiyatlarının yüksek oluşu Osmanlı ülkesinden bu bölgelere yani İran ve Hindistan’a doğru bir altın ve gümüş kaçakçılığı oluşturmuştu. Devlet bu kaçakçılıkla sürekli olarak mücadele ediyor, özellikle İstanbul piyasasında yeterli para bulunmasına özen gösteriyordu.

Ülkedeki altın ve gümüş darlığı para darlığına o da iyi paranın aşırı değer kazanmasına, muamele hacminin daralmasına ve depresyona yol açıyordu. Yine altın ve gümüşün nisbeten pahalılanması paranın içindeki bakır oranının çoğaltılması veya kenarlarının kırkılmasıyla (tağşîş) sonuçlanıyordu. Bu fiilî bir devalüasyon demekti. Bunu devlet yapmasa piyasa yapıyordu. Devlet zaman zaman bu tür kızıl ve kırkık akçelerin tedavülünü yasaklıyor. Fakat kıymetli maden arz ve talep şartlarının yarattığı bu durumu sonunda onaylamak zorunda kalıyordu.

Amerika'nın keşfinden sonra Avrupa'ya intikal eden gümüşlerin para arzını çoğaltması sebebiyle Batı'daki fiyatlar genel seviyesi Osmanlı ülkesinden yüksekti. Bu fiyat farkı bazı temel gıda maddeleriyle savunma araçlarının ve sanayi hammaddelerinin Batı'ya kaçma eğilimi içerisine girmesine yol açmıştır. Bu yüzden Osmanlı devleti Hz. Peygamberin düşmana gıda ve silah satışını yasaklayan hadisini hatırlatan bir yaklaşımla ülke için büyük bir önem taşıyan buğday ve zeytinyağı gibi gıda maddelerinin, deri, pamuk ve pamuk ipliği gibi sanayi ham ve yarı mamul maddelerinin ve silah, top, gülle, barut gibi savunma araçlarının ihracını yasaklıyordu. Fakat Batılılar yine fiyat farkından yararlanarak ihtiyaç duydukları emtiayı kaçak olarak Osmanlı ülkesinden edinmeye çalışıyorlardı. Osmanlı toprakları mamul madde sürüm ve ham ve yarı mamul madde alım sahasına dönüşme sürecine girmesine rağmen XVIII. yüzyılda bile ticaret hadleri henüz Türkiye lehine idi. Zira Türkiye'nin toplanı ihracat tutarı, kaçak ihracat dahil, ithalatından fazla idi ve Avrupalılar aradaki farkı peşin para olarak ödüyorlardı. Yine aynı yüzyılda bazı Osmanlı ürünleri Batı mamulleriyle rahatça rekabet edebiliyorlardı.

Yabancı tüccar ihracı yasak olan mal almadıktan başka ve gümrüklerini ödedikten sonra bir müdahale ile karşılaşmazdı. Devlet transit ticareti engelleyen güvensizlik unsurları ile de mücadele etmekteydi. Yabancı tüccar himaye edildikten başka transit ticaret amacı taşıyan zimmîler yerleşik zimmilerin ödemek zorunda oldukları cizyeden muaf idiler. Piyasaya mal arzının artırılması için muafiyet sınırları daha da genişletilebilirdi. Bununla birlikte yabancı tüccar sadece toptancılıkla uğraşabilirdi. Perakende ticaret sadece yerli esnaf ve tüccarın hakkıydı. Bunların ise yabancı tüccar karşısında azımsanmayacak bir pazarlık güçleri vardı. Bununla birlikte yabancı toptancı tüccarın Müslüman tüccar yerine Osmanlı tebaasından gayr-i müslim tüccarla iş yapmayı tercih ettikleri de bilinmektedir.

Osmanlı ticaret politikasının konumuz açısından önemi piyasalara mal arzının teşvik edilmesi ve bunun için de ithalatın genellikle kısıtlanmamasıdır. Sadece savaş halinde bulunulan ülkelerin malarının ithali, iktisadî bakımdan da savaş yapıldığı gerekçesiyle yasaklanırdı. İthalatın kural olarak serbest bırakılması, ticarî faaliyetlere gösterilen kolaylıklar arzı yeterli seviyede tutarak fiyat istikrarını kolaylaştırmış olmalıdır.

Malların ham, yarı mamul veya mamul olmaları, tedarik piyasalarının farklılığı fiyat tesbit yöntemlerinin de farklı olmasına yol açıyordu. Özellikle ham ve yarı mamul maddelerin fiyatlarının tesbitinde arz şartları önemlidir. Bunlarda mamul maddelerde olduğu gibi deneme üretimi sonunda katma değerlerin belirlenip nihaî mal fiyatının tesbiti söz konusu değildir. Bunun için hemen hemen hepsi tabiî ve ziraî kaynaklı olan veya ithal edilen hammaddelerin piyasada oluşan fiyatlarını, fahiş kâr olmamak şartıyla, kabulden başka çare yoktur. Buradaki narh fiyatı muhtemelen kâr oranı, arzın daralmasına paralel olarak, yükselen bir piyasa fiyatıdır.

Ürünlerin kalite denetimi ve standardizasyonu hem üreticilerin hem de tüketicilerin uzun vadeli çıkarlarının korunmasıdır. Özellikle sınâî ürünlerin standardizasyonu önemli bir konudur. Tesbit edilen standartların kadı sicillerine kaydedildiğini, ülkenin uzak bölgelerinde de bu standartlara uyulması, bu arada ölçü ve tartı birimlerinin damgalattırılmasının istendiğini biliyoruz. Kaliteyi bozanlar ve mesleklerinde ehliyetsiz olanlar takip edilerek cezalandırılırdı. Yine kaliteli mal üretimi için Esnafın kredi kullanmamaları ve öz sermayelerini arttırmaları istenirdi. Tıpkı ilk İslâmî uygulamalarda olduğu gibi piyasanın denetlenmesi kadı ve muhtesibin görevleri arasındaydı. Ticâret ahlâkına uymayan davranışlar öncelikle Esnafın iç denetimi ile sonra da muhtesib ve Kadı'nın denetimleri ile karşılaşırdı. Mesela hadislerle yasaklanan fiyatları yükseltmek amacıyla müşteri kızıştırmak (neceş) gibi fiiller, kürek cezasıyla cezalandırılırdı.

Fiyat ve kalite denetiminde bizzat esnaf teşkilâtının iç denetimi önemlidir. Daha sonra muhtesib, kadı, sadrazam ve nihayet padişah denetimlerde bulunuyordu. Sistemi bozmak isteyenler kalebendlik ve cezirebendlik gibi cezalara çarptırılıyorlardı. Görüldüğü gibi sistem içinde fiyat ve kalite istikrarının sağlanması kanunî yollardan da garanti altına alınmak istenmiştir.

Piyasaların düzenlenmesinin anlam ve amacı arz ve talep şartlarının düzenlenerek fiyat istikrarının sağlanmasıdır. Arzda giderilemeyecek bir daralma olduğu veya üretim maliyetlerinde bir yükselme olduğu takdirde narh fiyatlarının yükseltilmesinden başka çare yoktur. Fakat bazı malların fiyatlarının yerinden oynaması, birçok piyasada eksik rekabet şartları hüküm sürdüğünden, günümüzde olduğu gibi sürekli ve aşırı fiyat artışlarının bir sebebi olabilir. Bunun önlenebilmesi ancak narh sistemiyle sağlanabilmiştir. Burada, einaf üzerinde devletin etkin denetimini sağlayan esnaf teşkilatının büyük rolü vardır.

Her seviyedeki piyasanın kurulması ve işlemesi devletin bilgisi altında gerçekleşir. Küçük piyasa birimleri olan pazar veya panayırların oluşturulması bir ihtiyaçtan kaynaklanır ve devlet tarafından uygun bulunursa kuruluş gerçekleşir. Pazarın güvenli bir ortamda kurulması gerekir. Pazarda satış yapacak veya bir hizmet sunacak olan elemanlar gerekirse başka bölgelerden getirilir

Pazarlar ticaretin devlet denetimi altında cereyan etmesini sağladığı gibi malî denetime de imkân vermekte, vergi gelirlerinin düşmesini önlemektedir. Burada devlete düzenli vergi veren esnafın korunması da söz konusudur. Belirli yerlerden başka şekilde seyyar satıcılık yapma ve diğer esnaftan düşük fiyatla satış yapma bu amaçla yasaklanmıştır.

Görüş / İmankırım: Çin'in bir milletin dini ve ruhunu öldürme teşebbüsü
Görüş / İmankırım: Çin'in bir milletin dini ve ruhunu öldürme teşebbüsü
İçeriği Görüntüle

Piyasaların düzenlenmesinin bir başka yönü de fiyat istikrarsızlığının mal dağılımının hedeflerini bozabilmesidir. Bu şekilde zenginlerin yüksek talebi, mallara daha çok ihtiyaç duyan daha düşük gelirlilerin bu malları satın almalarını imkânsız kılabilir. Fakirlerin acil ihtiyaçlarını gideren mallar böylece zenginlerin talî ihtiyaçlarına tahsis edilebilir. Osmanlılarda görüldüğü gibi büyük şehirlerdeki halkın iaşesinde zorluklar ortaya çıkar. Nitekim özellikle İstanbul, Edirne gibi büyük tüketim merkezlerinin iaşesinde bu yüzden sıkıntılar görülmüştü. Oysa bilindiği gibi Osmanlı devleti büyük şehirlerin iaşesine özel bir önem veriyordu. Çevre yerleşim bölgelerinde fiyatlar yükseldiği takdirde büyük şehirlere mal gelmesi zorlaşıyor ve huzursuzluk başlıyordu. Bunun için bu fiyatlarının büyük şehirlerin fiyatlarıyla eşitlenmesi gerekiyordu.

Aynı şekilde, yukarda belirttiğimiz gibi, ülke için gerekli olan maddelerinin, savunma araçlarının ve sanayi hammaddelerinin ihracı yasaktı. Çünkü iç fiyatların dış fiyatlarla eşitlenmesi halkın şiddetle aleyhine olurdu. Bu yüzden kaçak ihracatla uğraşanlar ağır cezalara çarptırılırlardı. Bununla birlikte Avrupa'daki fiyatlar genel seviyesinin yüksekliğinin sürekli bir olgu teşkil etmesi kaçakçılık faaliyetlerinin de sürekli olmasına yol açmıştı. Devlet zaman zaman çıkardığı fermanlarla ihraç yasaklarını teyid ediyor ve bazan yasak kapsamını, zaman ve yerine göre değiştiriyordu. Belgelerden öğrendiğimize göre ihracının yasak olduğu en çok belirtilen madde buğdaydır. Bundan başka zeytinyağı, pabuç, çizme, sahtiyan, at, silah, pamuk ipliği, barut, kendir, kükürt, kendir urganı, yelken bezi, balmumu ve çadır, gön, yapağı ihracı yasaktı. Daha sonraki yıllarda yayınlanan bir hükümde bunların önemlileri tekrarlanmış (Buğday, silah, barut, at, pamuk ipliği, balmumu, sahtiyan, gön) ve ihraç yasağı listesine pamuk, kurşun, don yağı, meşin, deri ve zift ilave edilmişti. Bu tür belgeler ihraç yasağı gerekçesi olarak en çok Avrupa’nın daru'l-harp olmasını ileri sürmektedirler.

Özellikle Batı bölgelerinde mal dolaşımının sıkı denetim altına alınması bunların kaçak yolla Avrupa’ya ihraç edilmelerine engel olmak amacı taşıyordu. Ancak ülke içinde başka bölgelerde veya tabi ülkelerde mal darlığının görülmesi halinde buralara mal sevkiyatı yapılırdı. Meselâ Osmanlı devletine bağlı bir devlet olan Dubrovnik ihracat yasağının dışında tutulmuştu. Fakat bu devlet, Avrupa’ya yapılan kaçakçılığın aracısı olduğunun anlaşılmasıyla bazı tedbirlere hedef oldu.

Batı'da mal fiyatlarının yüksekliği Osmanlı ülkesinden Batı'ya doğru bir kaçak mal akımı oluşturmuşken Güney'de ve Doğu'da kıymetli maden fiyatlarının yüksekliği de bu taraflara doğru kıymetli maden ve para akımı oluşturmuştu. Devlet ülkedeki para arzını daraltan bu akımı da engellemek zorundaydı. Bunun için tacirlerin doğuya gümüş, altın kaplar, külçeler ve nakit para götürmesi yasaktı. Tacir getirmiş olduğu ipek vs. gibi metaına göre geri meta alıp gitmek zorundaydı. Fakat yüksek fiyat eğilimi bu kuralı aşabiliyor, tüccar mal yerine kıymeti kadar gümüş alıp ülkesine dönme yolunu arıyordu. Doğu ve Güney sınırlarından yapılan bu kaçakçılık yanında buralardan da, sonunda yine Avrupalılara ulaşmak üzere, at, silah, elbise gibi ihracı yasak olan malların kaçakçılığı yapılabiliyordu. Bu tür kaçak mallar genellikle Osmanlıların savaş halinde olduğu Portekizliler eline geçiyordu. Bunun için dâru'l-harbe bu tür savunma araçlarının satışının yasak olduğu hatırlatılıyordu. Bununla birlikte yine Doğudan ve Güneyden Müslüman ülkelere bu tür eşya sevkiyatı yapılabiliyordu. Mal ithalatı serbest olmakla gibi sadece şarap gibi tüketimi yasak olan maddelerin ithali de yasaktı

Görüldüğü gibi iç ve dış piyasa şartlarındaki farklılıklar malların ihtiyacı olanlara yönelmesini engellemekteydi. Devlet iç fiyatları mümkün olduğu kadar eşitlemeye çalışarak ve dışarıya da ihraç yasakları koyarak malların kimlere gideceğini düzenlemek istemiştir.

Darlık zamanlarında büyük tüketim merkezleriyle çevre bölgeler arasında fiyat farkı olmamasına dikkat edilirken normal zamanlarda böyle bir uygulamaya gerek duyulmaz yani fiyatlar farklılaştırılabilirdi. Dış fiyatların yüksekliği narh uygulamasını zorlaştırınca mal sevkiyatı zorlaşıyor, meselâ İstanbul'a mal gelişi azalıyordu. Bunu önlemek için devlet zaman zaman dış fiyatı dikkate alarak yeni bir fiyat uygulayabiliyordu.

Üretimi ve arzı düzenleme piyasaya kendi kuralları içinde müdahale etmenin yollarındandır. Böylece hem ihtiyaç duyulan malın üretimi hem de fiyat istikrarı sağlanmış olur. Osmanlı ekonomisi bu konuya çok önem vermiştir. Uzun vadede üretimi azaltacak uygulamalarla, tüketimi yasak olan maddelerin üretimi yasaklanmıştır.

Osmanlı ekonomisi kendine yeterli ve hatta dış piyasaya yönelik bir sanayi ve tarım sistemine sahipti. Fakat teknolojik gelişme olmaması özellikle dış talebin yoğunluğu karşısında iç piyasayı mal darlığına itebiliyordu. Devlet, savaşların baskısının hafiflemesiyle üretimi arttırma yönünde ciddi teşebbüslere girişebiliyordu. Bunlar arasında dokuma ve gemi inşa sanayileri özellikle önemlidir. Tarım kesiminde de toprakların boş bırakılmaması ve iktisadî olmayan bitkiler yetiştirilmemesi için, vergi indirimi gibi, tedbirler alınmıştı.

Arzın düzenlenmesinde tahsis ve stok politikası da önemlidir. Buna göre darlık olan bölgelere diğer bölgelerden yeterli mal tahsisi yapılmasına özen gösterilirdi. Stok politikası hem fiyat istikrarına katkıda bulunma hem de olağandışı durumlar için mal depolama amacı taşıyordu. Buna göre bu işe tahsis edilen ambarların herhalde dolu bulundurulması gerekiyordu. Arzın düzenlenmesi ve darlığın giderilmesi amacıyla devlet, kendi ihtiyacı için ayrılmış mallan piyasaya verebiliyordu. Yine İstanbul'daki Tersane ambarları buğday piyasasını düzenleyen en önemli kurumlardan biriydi. Devlet ambarlarından İstanbul'a günde ne kadar un tahsisi yapıldığını ve buradan da halkın ne kadar ekmek tükettiğini çıkarmak kabildir.

İklim şartlarının iyi gitmesi gibi durumlarda üretimin, dolayısıyla arzın artması fiyatları düşürür. Darlık anlarında ise fiyatlar şiddetle yükselme eğilimi gösterir. İşte Osmanlı ekonomisindeki stok politikası birinci halde üreticinin, ikinci halde de tüketicinin zarara uğramasını önleyen sürekli ve yaygın bir uygulama olmuştur. Çünkü belgelerde de belirtildiği gibi devletin ve ekonominin en önemli hedefi 'ibadullahın terfih-i ahvalleri' yani sosyal refah idi. Bazen devletçe üretilen malların piyasaya verilmesine özellikle malî gerekçelerle öncelik tanınıyordu. Fakat devlet yukarda belirttiğimiz gerekçeyle üretici ve tüketiciyi korumayı esas almıştır.

Üretimi ve üreticiyi denetim altında tutan devlet bu konuda belli koruma tedbirleri de getirmiştir, özellikle devlet otoritesinin kullanarak üreticiye değer fiyatının altında ödeme yapılması yasaklanmıştır. Ziraî üreticinin sermayedârların eline düşüp ürünlesin kapatılmasına engel olmak devletin görevleri arasındaydı. Osmanlı ekonomisinde büyük yer tutan ordunun iaşesi piyasadaki canlılığın sebepleri arasındaydı. Bu sebeple orduya zahire sevk edilmesinin hem sahiplerine 'sebeb-i ticaret' hem de orduya 'vüsat-ı maîşet olacağı, bunlarla birlikte zahirenin ihtiyaç fazlası olanlardan alınması ve 'fukaraya gadredilmemesi' gerektiği bildiriliyordu.

Osmanlılar da İslâmî geleneğe uygun olarak tekelci eğilimleri engelleyerek tam rekabet şartlarına yaklaşma tedbirlerini almaya çalışmışlardır. Bunun gerçekleştirilmesinin fiyat istikrarının sağlanmasında büyük önemi vardır. Bu şekilde arz ve talep esnekliği sağlanarak fiyatlarda büyük oynamalara imkân tanınmamış olur.

İslâm iktisadında malların üreticiden tüketiciye en kısa yoldan intikalinin istendiğini biliyoruz. Osmanlıların bu yolda aldıkları tedbirlerden bir tanesi de ürünlerin piyasaya gelmeden kapatılmalarının yasaklanmasıdır. Yine Osmanlılar üreticilerin mallarını bizzat kendilerinin pazarda satabilmelerini 'fetva-i şerife mucibince' tanınmış bir hak olarak kabul etmişlerdi. Özellikle yaş meyve ve sebzenin satımında hiçbir zümreye, bu arada sermayeci denen kabzımallara satış tekeli sağlanmış değildi.

İslâm'da yasaklanan tekelci eğilimlerin en önemlisi ihtikardır. Osmanlıların da en çok üzerinde durdukları konulardan biri budur. Birçok belge bununla ilgili uygulamaları aksettirmektedir. Belgelerde madrabaz denen muhtekirlerin buğday, yağ gibi zorunlu ihtiyaç maddelerinde ihtikar yapmalarının sert tedbirlerle önlenmeye çalışıldığı kaydedilmektedir. İhtikar çoğu kez İstanbul gibi büyük tüketim merkezlerine tahsis edilen emtianın temininde zorluk ve İstanbul'da darlık yaratıyordu. Bunun için başka şehirlere, yüksek fiyatla satış için, boşaltılan malın tekrar İstanbul'a gönderilmesi isteniyordu. Yine ürünlerin öncelikle üretildikleri bölgede pazarlanması esastı. Fiyatların yüksek olduğu başka bölgelere sevk amacıyla ihtikar yapılması yasaktır. Özellikle buhran dönemlerinde muhtekirlerin buhranı daha da şiddetlendirdikleri görülüyordu. Bunlar ürünü üreticiden toplayıp yüksek fiyatla yabancılara satıyorlar yani kaçakçılık da yapıyorlardı. Devlet bazı ayan ve mültezimlerin de karıştığı bu muhtekir zümresinin aracılığının engellenmesini ve mahsulün üreticiden adil bir fiyatla alınıp tahsis edilen bölgeye ulaştırılmasını istiyordu.

Devlet otoriteleri muhtekirlerin depolarına girip mallarını piyasaya sürebilirlerdi. Yalnız bu şekilde el konan mallara piyasa fiyatı uygulanıyordu. Bundan başka ihtikar yapıp fiyatları yükseltenler hapis ile cezalandırılıyordu.

Belli malların alım ve satım haklarının belli esnaf zümrelerine tanınması hem ticaretin denetlenmesini hem de ihtikarın önlenmesini büyük ölçüde sağlıyordu. Belgeler ihtikarın fiyatları yükselten bir davranış olduğu kadar ticaret hacmini de daraltan bir hareket olduğunu belirtiyorlar. Belli malların perakende satış haklarının belli esnaf zümrelerine verilmesi bu zümrelerin iktisadî anlamda tekel oluşturmaları yani fiyatları dilediklerini gibi ayarlama hakkının kendilerine verilmesi demek değildi. Aksine devlet bunlar aracılığıyla devlet arzı ve fiyatları kolayca denetleyebiliyordu. Bunun aksaması ise fiyat denetimini zorlaştırıyor, ihtikar ve karaborsanın görülmesine yol açıyordu. Mesela bazı gıda maddelerinin satış tekeli bakkallara verilmişti. Fakat onlar başka zümrelerin kendilerine satış hakkı verilen maddelerin alım piyasasına girmelerinden şikayetçi oluyorlardı.

Fiyat farklılaştırılması da özellikle büyük tüketim merkezlerinde darlık ve karaborsa olmaması için bir politika olarak uygulanıyordu. Buna göre sur dışında fiyatlar, gemici narhı, unvanıyla içerden daha yüksek tutuluyordu. Eğer arada fark olmazsa iskelelerdeki dükkanlarda ihtikar söz konusu oluyordu. Bunun önlenmesi için fiyatların tekrar farklılaştırılması ve deniz kıyısındaki dükkanların denizle ilgilerinin kesilip geceleri gizli mal girişinin önlenmesi isteniyordu. Bu şekilde her türlü tekelci davranışın peşinen önlenmesi amacı güdülüyordu. Tıpkı ilk İslâmî uygulamalarda olduğu gibi piyasanın denetlenmesi kadı'nın ve muhtesib'in görevleri arasındaydı. Ticaret ahlâkına uymayan davranışlar önce esnafın iç denetimi ile sonra da muhtesip ve kadının denetimleri ile karşılaşırdı. Meselâ hadislerce yasaklanan, fiyatları yükseltmek amacıyla müşteri kızıştırmak (neceş) gibi fiiller kürek cezasıyla tecziye edilirlerdi.

Devlet esnaf düzenini, dayandığı fütüvvet ve ahilik geleneğine bağlı haliyle korumak isterdi. Esnafın bu şekilde kendi iç denetimini sağlaması devletin işini kolaylaştırıyordu.

Ürünlerin kalite denetimi ve standardizasyonu hem üreticilerin hem de tüketicilerin uzun vadeli çıkarlarının korunmasıdır. Özellikle sınaî ürünlerin standardizasyonu önemli bir konudur. Tesbit edilen standartlar kadı sicillerine kaydedilmiş olup ülkenin uzak bölgelerinde bunlara uyulması, bu arada ölçü ve tartı birimlerinin damgalattırılması istenirdi. Tüketiciyi korumak için malların kalitesi sürekli olarak denetlenir, kaliteyi bozanlar cezalandırılırdı. Sanatta mahareti olmayanlar da aynı gerekçeyle takip edilir, gerekirse cezalandırılırlardı. Ürünlerin kaliteli olmamasında maharet noksanı yanında üreticilerin yeterli sermayeye sahip olmamalarının önemi vardır. Kaliteyi düşürüp ucuz fiyatla piyasaya vermek finansman darlığından kaynaklanabilir. Bunun için ustaların kirada olmayıp kendi işyerlerinde çalışmaları ve faizli kredi kullanmamaları yani öz sermayelerini arttırma yollarını aramaları istenirdi.

Görüldüğü gibi fiyat ve kalite denetiminde bizzat esnaf teşkilatının iç denetimi önemlidir. Daha sonra muhtesip, kadı, sadrazam ve nihayet padişah denetimi gelir. Bu sistemde fiyat istikrarı hukukî yollarla da garanti edilmek istenmiştir.

Aylık Baran Dergisi 43. Sayı Eylül 2025