Sanatkâr tabiatı birebir kopya etseydi biz güzelliğin bu denli girift ve sonsuz, karışık ve gizemli olduğunu fark edemeyecektik belki. Ve gördüğümüz güzelin daha da derinlerine inme gereği duymayacaktık. Çünkü sanatkarın eseri canlıdır ve ruhundan koptuğu için, görenin ruhunda da kıvılcımlara sebep olur.

Hayatın tabii akışı içinde nasıl bir ritim, bir uyum varsa insan için de aynısı geçerlidir. Kâinatın ahengini göremeyen, renk, şekil, ritim gibi duyguları dışa vuramayan yahut hissedemeyen insan güzellikten kopmuş demektir. Sanatın denge, ölçü ve estetiği, bir bakıma onu inşa eden insanın ta kendisidir, şahsiyetinin pırıltısıdır, acısının esere sinmiş halidir. Ruhundaki dalgalanışların aksi sedasıdır, dışavurumudur. Bu bakımdan da ışık, gölge ve renk kendi başına bir şey ifade etmezken, insan ona ruhundan bir disiplin, ölçü, zevk, renk ve ton katarak onu anlamlı hale getirir. Haliyle sanatkarın ruhunun derinliklerinden gelen bu anlamlı çığlık bir şaheser meydana getirirken, ona bakan gözde de estetik heyecan uyandırır.

Sanatkâr bir eser inşa ederken (resim, müzik, mimari vs.) olduğu gibi birebir kopyalamaz, gördüğünü nakşederken ona duygusunu, şahsiyetini, fikrini, değerlerini, zevkini, inancını ve tecrübesini katar. Bu sebepten Süleymaniye ile Selimiye aynı üslupta olduğu halde birbirinden çok farklıdır. Van Gogh tablolarını yaparken orada sadece bir manzaranın aktarımını görmeyiz; orada Gogh'un hayatından izler, şahsiyetinden çizgiler görürüz.

Sanatkâr tabiatı birebir kopya etseydi biz güzelliğin bu denli girift ve sonsuz, karışık ve gizemli olduğunu fark edemeyecektik belki. Ve gördüğümüz güzelin daha da derinlerine inme gereği duymayacaktık. Çünkü sanatkarın eseri canlıdır ve ruhundan koptuğu için, görenin ruhunda da kıvılcımlara sebep olur. Buradan anlaşılıyor ki sanatkârın görevi ferdi ve toplumu tesiri altına almaktır. Bunun için de her an taze ve yeni olma mecburiyetindedir. Eserleri de birbirini aşıcıdır. Ayrıca sanatkâr tabiatı resmederken herkesin bakıp aynı gördüğü şeyi farklı yorumlayandır. Bu sebepten, sanatkâr görüneni gösteren değil, görünenin ardından haber getirendir.

Bir ressam nasıl ki resim yaparken tabiattan faydalanıyorsa, bir mimar da eserini verirken tabiattan faydalanır. Tüm sanatkârlarda olduğu gibi İslam mimarı da tabiattan bağımsız hareket edemez. Tabiatın içine yerleşmez, tabiatı bozmaz, kopya etmez bilakis tabiatla birlikte hareket eder. Mimar eserini inşa ederken iyiyi, doğruyu ve güzeli gözeterek inşa eder ve dünyayı bir Müslüman için daha yaşanabilir kılmayı hedefler.

Geçmişten günümüze baktığımızda, 17. yüzyıldan beri kültürel ve dini kimliğimizi reddetmenin sonucunda mimari kimliklerimizi de kaybettiğimize şahit olmaktayız. Peki bugün modern mimariye kapılıp tamamen İslam kültüründen soyutlanmış mimarimize nasıl bakacağız, nasıl tekrar ünsiyet kuracağız?

Peşin olarak fikrimizi aktaralım, daha sonra Mimar Turgut Cansever üzerinden bir şehrin mimarisinin nasıl olması gerektiğini inceleyelim. Genel anlamda bakacak olursak mimarın görevi hem geçmişin formlarından hem de günümüz teknolojisinden faydalanarak mimarimizi, bağlı olduğu dünya görüşüne yedirebilmeli, fikriyle bu münasebeti kurabilmeli. Turgut Cansever'in yaptığı gibi, İslam mimarisini Batı mimarisinden faydalanarak genişletmek ve günümüze taşımak gerekir. Günümüze taşırken de insanı mimarın tasavvurundaki anlayışa yönlendirmek, kuru bir mimari bilgi yığınıyla değil de bilmeyi bilici bir hususiyetle öğrendikleri ve gördüklerini kendi ruh potasında eriterek kullanılabilir hale getirdiği bir anlayışla bezemek… Yoksa Cansever'in de bahsettiği mimari kimlik anlaşılamayacağı gibi taklit bile edilemeyecektir. Ayrıca mimarın görevi çirkini unuttururcasına güzele sevk etmek olmalıdır. Bir entelektüelin ferdi ve toplumu düşünceleriyle yönlendirdiği gibi mimar da ruhundan kopanları ilmek ilmek taşlara işleyerek gerçekleştirmek mecburiyetindedir.

Şimdi gelelim mimariyi, Cansever’in ışığında okumaya…

Cansever’de tevhit kavramı

İslam’ın her sahasında tevhit vardır. Mimaride de tevhide, her şeyi yerli yerine koyma, bir merkezden bütünlük oluşturup oradan inşa ve ihya etmek olarak bakarız. İslam şehirleri de İslam sanatı da tek merkezden dağılarak bir bütünü temsil ederler. Nasıl ki hat sanatı tüm sanatların tevhidi ise Kâbe de İslam mimarisinin tevhididir. Cansever de tevhidin İslamiyet’in temel prensibi olduğunu, bütün varlık düzeylerine ait problemlerin bütünlüğünü kapsadığını ve cevaplandırdığını söyler. Bundan dolayı da İslam mimarisi ancak şahsî ihtiraslardan, gururdan, her türlü açık yahut gizli fetişistik yabancılaşmalardan (şirk) arınarak gerçekleşebilir. İslam mimarisi bu sebepten sanatkarın ruhundan, şahsiyetinden tütse de onda tevhidin izlerini görmek mümkündür.

Cansever’e göre; İslam mimarisi kontrolden çıkmış “ratio”nun (oran) ürünü değildir. İslam tavırların yansıması ve ürünüdür. Tevhit hem Allah’ın iradesine teslim olmayı hem de her şeyin kendi doğru yerinde bulunduğu bir düzenin tesisini ifade eder. Cansever, İslam dünyasındaki problemi de bütünü kuramamak olarak görür. O bütün kurulamadığında tevhidi yaklaşımdan yoksun olacağımızı belirtir.

Cansever’in mimari anlayışı

Cansever’e göre mimari, estetik ve teknolojiden ziyade, ahlak ve din alanının ürünüdür. Çünkü bir Müslümanın hayat tarzı dine göre şekillenmektedir. Bu sebepten mimarisi de form ve normlarını İslam ahlakından almaktadır. Çevre, yol, sokak, mahalle, şehir, ülke ve dünya da bu gaye doğrultusunda biçimlendirilmek istenir.

Elbette sanatkârın ortaya koyduğu eseri, ruh mayasıyla da alakalıdır. Eser-müessir ilişkisi bağlamında sanatkârın ruhunu besleyen her türlü mücerret fikir, bir bakıma imar ettiği eşyayı da ruhuna göre forma dökecek, besleyecek, dolduracaktır. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun diliyle söylersek “Sanatkâr mimaride, taşla ahenk kurucu olarak ahenk keyfiyetini en çarpıcı bir zevk seviyesinden tadarak bir anda değer biçecek kıvamda olacaktır.” Sanatkârın ruh hamulesi adeta taşta suret bulacaktır. Sanatkâr bu minvalde ruh hamuruyla eserine şekil verdiği gibi toplum şahsiyetine de katkı sağlayacak hatta öncülük edecektir. Sanatkârın ruh dokusu topluma da yansıyacaktır.

Cansever’in mimari anlayışında bir had vardır. O, İslam şehirlerinin yerleşim planlarına, sokak düzenlemelerine, kamusal alanlara, su yönetimi, yollara, caddelere, ışıklandırma ve güvenlik gibi unsurlara ölçülü ve mahrem bir daireden yaklaşılacağını vurgular. Aile yapısı, çocukların eğitimi, kültürel amaçlar, yaşlılara saygı ve mahremiyet şuuru, bir Müslüman evinin planimetrik organizasyonuna yansıyacağını ifade eder.

Cansever’e göre sadelik, yumuşaklık, tevazu, nezaket, zevk gibi insanî duygular, tavırlar ve Bugün Selimiye Camii’nden renk, biçim, form, ahenk bize Mimar Sinan’ın şahsiyetini de gösterir. Mesela Mimar Cevat Ülger, Mimar Sinan'ın mimar, mühendis, şehirci olmakla birlikte, şair, musikişinas, ressam, heykeltraş, dekoratör ve hattat olduğunu da söyler. Ülger, “Ritmin Gücü ve Ritme Davet” eserinde sanatların bütününe misal olarak da “Osmanlı’da sanatlar ayrılmazdı, müzisyen olmayan bir insanın mimar olması imkânsızdı, bugün de imkânsızdır. Ve Osmanlı Mimarları bir bütün olarak, (sade Sinan da değil) komple sanatkârdılar.” der. Haliyle Selimiye’yi Selimiye yapan, Süleymaniye’yi Süleymaniye yapan Sinan’ın dehasıyla birlikte sanatkârlığıdır. Bu sebepten mimarların sadece mimarlıkla ilgilenmediği, geçmişlerinde çeşitli sanat dallarıyla ilgilenmesi de mimari eserlerine ne kadar büyük katkı sağladığını gösteriyor. Bu aynı zamanda iş ve esere bütün halde bakılması gerektiğini izah ediyor. Cevat Ülger de mimarlığının yanında ressam, karikatürist ve müzisyendi. Cansever ise resim ve ney dersleri almıştır. Mimarın tabiatı hayatın tüm unsurlarını, taşı, toprağı, bunlara verilecek duyguyu, rengi yakalaması geçmişiyle ilgilidir. Turgut Cansever’in çocukluk ve gençlik yıllarına baktığımızda ilim, sanat ve edebiyat aleminin içinde olduğunu görüyoruz. Bu da onun mimari bir esere olan tavrındaki güzelliğiyle anlaşılıyor.

O kendini tanımlarken de anlayışını şöyle özetliyor: “Gerçek şartların ürünü olması, geleceğin temellerini hazırlaması ve gelişmeye açık bir yapıya sahip olması, aynı zamanda inançların tam bir yansıması olarak vücut bulması, meydana getirdiğim mimari eserleri ve bu eserleri meydana getirirken ortaya koyduğum çabanın temel amacı oldu.”

Turgut Cansever’in çalışmaları

Gökyüzünü delercesine tepelere doğru fırlamış bir gökdelenle, yatay yapılmış tevazu kokan bir yapı mimarın psikolojisini belirler. Birinde taşkınlık, vahşilik, savurganlık, haddi aşma varken, bir diğerinde sadelik, vakar, yumuşaklık, güzellik, tevazu ve haddi bilme vardır. Biri dünyalığı resmederken bir diğeri faniliği resmeder.

Cansever’e göre; İslam mimarisi malzemeyi olduğu gibi, yani neyse o olarak kullanır. Cansever “İslam mimarisi, İslam’da Allah hakkındaki şuurun, varlığın kutsal karakterinin çatısını oluşturur.” der. Çünkü sanatkâr Allah’ın iradesine teslim olduğu ölçüde kâinata güzel bakar ve güzel inşa eder. İnşa ederken yeryüzünün faniliğini, gelip geçici olduğunu gösterir. Cansever’in ev dizaynındaki düşüncesi ise her evin bir aile için inşa edileceğidir ve bu evde mahremiyet esastır. Cansever’in anlayışına göre ev şehre göre değil, şehir eve göre dizayn edilir.

Cansever, kendi konut projelerinde, geleneksel Türk evlerinin özelliklerini kullanarak günümüze uygun biçimde modern yapılar tasarlar. Geleneksel Türk evlerindeki mekân kurgusu, coğrafik konumu, çevreyle uyumlu ve İslami yaşayışa uygun oluşu, özellikle ayrı salonlar ve bölümler arasındaki bağlantılar, yapıların çevreye adapte olması, doğal malzemelerin kullanımı ve yerel mimariye uygunluk Cansever'in tasarımlarında en belirgin özelliklerdendir.

Cansever, bir insanın rahatça bir evde otururken aynı zamanda yanındaki komşularının da rahat olmasını ve rahatsız etmemesini sağlayan bir Türk evi öneriyor. Türk evinin evrensel geçerliliğe sahip üslup özelliklerinin mahalli gerçeklerle bir arada var olmasını, hatta maddî açıdan da hem uygun hem de kaliteli olması gerektiğini ihtar ediyor. Türk evi bu açıdan ferdidir. Ev denilip geçilmeyecek. Mesela sokak tasarımı, komşuluk düzeni Batıdaki gibi olmayacak. Yani tabiatı yok edercesine değil de tabiatla birlikte hareket edecek. Tabiatı kullanırken yok etmeyecek onunla yaşamayı bilecek. Evler, bahçeler, iç bahçelerden dışa taşıp sokağı zenginleştiren bir bütünlükte olacak. Evler komşu evlere göre dizayn edilecek. Şehir de bu gaye doğrultusunda düzenlenecek.

Cansever, şehirlerin içine düştüğü bu çirkinlik felaketine karşı bir, iki veya üç katlı evlerden oluşan mahalleler ile kamusal tesis ve alanlardan oluşan şehir tasarımını zaruret olarak görür.

Cansever, Türk evini, “İslam’ın bir ürünü olarak varlığın bütün alanlarında maddi biyososyal, psişik ve manevi düzeylerinde; yaradılışın yasa ve kurallarına, ilahi iradeye ve yalnızca bu iradeye uyarak vücuda getirilen yapı” olarak tanımlar.

Cansever’e göre; Türk evi bir ila üç katlı bahçeli, avlulu bir yapıdır. Avlulu veya bahçeli evlerin ufkî (yatay) yerleşmesi sayesinde çeşitli yaş gruplarındaki çocuklar için yeteri kadar farklı oyun ve toplumla temas noktaları oluşturulabilecektir. Yaşlılar toplumdan, ailelerinden tecrit edilmeden ömürlerini tamamlayacaktır. Evin sokak istikametine bakan tarafında, az pencere olacak, çok pencere bahçeye veya avluya bakan tarafta olacaktır.

Yine ona göre Türk evi İslam’ın temelleri üzerinde oluşmuş bir ürün olacak, Osmanlı kültür birikimlerini taşıyacak ve tarihi mimari özellikleriyle inşa edilecektir.  

TRT 2’de “Turgut Cansever'in portresi” isimli belgesel, Turgut Cansever’in hayatını, eserlerini ve anlayışını talebeleri üzerinden anlatıyor. Bu belgeselde Cansever, geleneksel mimariyi modern çağa nasıl uyarladığını şu cümlelerle izah ediyor:

“İslami, Osmanlı idrak ilişkisinin temel özelliğini, sonsuz mekânın, aynı zamanda zaman faktöründen bağımsız olmadığı, zaman ve mekân bütünlüğü içerisinde mekânın idrak edildiğini gördüm. Zaman-mekân bütünlüğünün modern kültürünü nasıl vücuda getirdiğini görünce bu noktada Osmanlı dünyasıyla, İslam üslup telakkisiyle modern çağ arasındaki bağlar bana çok ilginç bağlar olarak gözüktü. Bir tarafta modern kültürde bu hususları fark etmek, öbür tarafta da içinden geldiğimiz kültürün aynı meseleleri nasıl ele aldığını görmek beni hem modern kültürün gelişmesini anlamaya hem de mahalli kültürümüzün hangi kökenlerden hareket ederek bu neticelere vardığını anlamaya sevk etti.”

Sualtı Arkeoloji Enstitüsü

Cansever’in projeleri

Cansever’in yüze yakın projesi bulunuyor. Bu projelerin kimisi hayata geçmiştir, kimisi ise teoride kalmıştır. Demir Tatil Köyü, Ahmet Ertegün Evi, Beyazıt Meydanı Yayalaştırma ve Düzenleme Projesi, Sualtı Arkeoloji Enstitüsü, Karakaş Camisi, Sadullah Paşa Yalısı Restorasyonu, Anadolu Kulübü Oteli, Türk Tarih Kurumu binası, Rıfat Yalma Evi, Ballıkuyumcu Toplu Konut Alanı Projesi, İmam Buhari Eğitim Kompleksi Davetli Yarışma Projesi, Karatepe Açık Hava Müzesi, Beyazıt Meydanı Yayalaştırma ve Düzenleme Projesi, ODTÜ Kampusu Yarışma Projesi, Ballıkuyumcu Toplu Konut Alanı Projesi, Çürüksulu Yalısı Restorasyonu, Atatürk Kültür Merkezi Ulusal Müze ve Parkı Projesi, Batıkent Yeni Şehir ve Konut Yerleşmesi Teklif Projesi, Ayşin-Rafet Ataç Evi, Avanos Oyma Kaya Oteli Teklif Projesi, Bodrum Kültür ve Vefeyât 171 Ticaret Merkezi, Cebelü’s-Said Yerleşmesi, Kaleardı Mahallesi Projesi, Darü’s-Selâm Eğitim Tesisleri Teklif Projesi.

Bu projelerden birkaçını inceleyelim.

Demir Tatil Köyü

Demir Tatil Köyü, Turgut Cansever'in tasarladığı ve 1992 yılında Ağa Han Ödülü'nü aldığı bir Türk evi projesi. Bodrum'da 50 hektarlık bir araziye yapılan evler tatil evleri olarak tasarlanmıştır.

Buranın coğrafi konumunu, şartlarını baz alarak yaptığı 35 ev, farklı özelliklere sahiptir. Yerel taş, beton ve ahşap ürünlerden yapılan evler kişilerin tercihine bırakılmıştır. Cansever’in burada asıl yapmış olduğu şey ise bir evin diğer evi konumu dolayısıyla rahatsız etmemesi, kimsenin birbirinin manzarasını kapatmaması ve standart boyutlarda yapılmasıdır. Bunlar yapılırken de arazi şartları gözetilmiş, tabiatla içiçe tasarlanmıştır. Kişilerin rahatlığını gözetirken, ticari hayatı da gözeten bir çalışmadır.

Cansever’e göre; bu evler varlığın kendisine saygı gösterdiğinin temsilidir. Yani tabiatı yücelten, tabiatla ilişki kurabilen, komşusuyla doğru biçimde münasebet kurabilen, sükûnet ve tevazuu aşılayan bir modeldir.

Ertegün Evi

1980 yılında Ağa Han Ödülü'ne layık görülen Turgut Cansever'in bir asırlık tarihi Salih Efendi Konağı'nı koruyarak, Ahmet ve Mica Ertegün için tasarladığı konut projesi, geleneksel Türk evi mimarisine dayanan özgün bir tasarıma sahip.

Tek bir kapıdan fakat iki ayrı yapıdan oluşan ev iki kattan müteşekkil ve iki kanatlı olması dolayısıyla biri haremlik olarak tasarlanmış.

Mimarı Cansever, orijinal yapıyı korumuş, lineer planlı bir ek strüktür eklemiş. Ek yapı, iç ve dış mekân arasındaki sınırları kaldırarak evin gün ışığından yararlanmasını sağlamış ve mevcut binanın içe dönük yapısını şeffaflaştırmış. Dar pencereli yapının selamlık bölümü salon, yatak odası, banyo ve ikinci katında ise çalışma odası olarak hazırlanmış; haremlik bölümü ise yemek odası, mutfak ve ikinci katında yatak odaları mevcuttur.

Sadullah Paşa Yalısı

Üsküdar’da yer alan Osmanlı dönemi mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan ve Sadullah Paşa tarafından 19. yy’da yaptırılan Sadullah Paşa Yalısı, neoklasik ve barok tarzı bir karışımdan oluşuyor.

İki katlı yapıdan oluşan yalının iki kat arasındaki kısımda bulunan avlu, yalının ana bölümlerini birbirine bağlıyor. Yalının dış cephesinde, neoklasik tarzda işlenmiş sütunlar, kemerler ve cephe süslemeleri bulunuyor. Yalının iç mekanlarında ise, Osmanlı dönemi mimarisinin özelliklerini yansıtan ahşap işçilikleri, tavan işlemeleri ve duvar dekorasyonları yer alıyor.

Bu yalının restorasyonunu yapan Cansever, “Bana teklif edilen ilk iş Sadullah Paşa Yalısı’nın restorasyonu. Doğrusu bu benim için akıl almaz bir şeydi. Bir nesneye başlarken çok önemli bir iş yapmak insanın bütün dünyaya açık olma hakkına ait aslî İslami inancına tekabül eden Türk ev planı şemasının en gelişmiş biçimi kasır planının bir örneğini tekrar vücuda getirmiş olduk. Bu yalı tarihte Türk evi ile ilgili oluşturulmuş bir çözümün gerçek büyük güzelliğini bana hissetme imkânı verdi.” diyerek anlatmıştır. Bu çalışmasıyla da bir restorasyonun nasıl olması gerektiğini, birebir kopyalamak yahut bozmak değil onu özünden koparmadan yapılması gerektiğini gösteriyor.

Türk Tarihi Kurumu

Türk Tarih Kurumu binası da Cansever’in Ankara’da inşa ettiği bir çalışmasıdır. Cansever, mimarinin temel özelliklerini şöyle anlatıyor:

“Bu yan yana gelen mimari unsurların ortasında kalan boşluk, orta hol, şehir mekanının sonsuz mekânın bir devamı olarak vücut buluyor. Bu orta hol üst tarafından açık olması ile adeta kâinatın da bir devamını teşkil etmekte, böylece vücuda getirilen mimari unsurlar sonsuz bütünlük-mekân bütünlüğü içerisinde yer almaktadır. Yapının içinde ve çevresinde hareket edilerek mekânın bütünlüğü idrak edilmektedir. Sonsuz mekânın ve bu sonsuzluk içinde var olan birimlerinin ve bunların ilişkilerinin hareket eden göz ile algılanması ise zaman ve mekân boyutlarının bütünlüğünün kurulmasına fırsat verir.”

Cansever’in kitap tavsiyesi

Yine söz konusu belgeselde mimarlardan biri Cansever, mimarlığa namzet talebelere Bruno Taut’un Mimari Bilgisi, Nicolai Hartman’ın Ontolojinin Işığında Bilgi ve Abdulkerim Kuşeyri’nin Tasavvuf ilmine Dair-Kuşeyri Risalesi isimli üç eseri tavsiye ediyor.

Bu eserleri kısaca incelediğimizde; ilk eser Türkiye’deki mimarlık öğrencileri için yazılmış. İkinci eser, nesnenin kavranmasına ilişkin bir eser. Cansever de mimarlık anlayışında varlık tabakalarının sınıflandırılması hususunda, Hartman’ın temsil ettiği yeni ontoloji düşüncesinden etkilenmiştir. Üçüncü ve en önemli eser ise manevi hayatı maddi hayata giydirmek için okunması elzem olanlardan. Eser tevhit, hikmet, marifet, vecd, heybet, üns, hal, sekr, zevk, ruh, sır, halvet, uzlet, tevekkül, ihlas, sabır, haya, feraset ve edeb gibi kavramları ihtiva ediyor. (*) İnsanların mimariye yaklaşımı kendi inanç, kültür, duygu, teknik bilgi ve ruhi hallerinin tezahürüyle olur. Bu her sahada böyledir. Fakat terbiyesini tasavvuf ile edinir. Cansever, bunun için, tasavvufi eğitim alan bir kişinin hakikate açık olma, yanlıştan kaçınma veya tevazu, sadelik, sükûnet, vakar, huşu gibi hallerinin mimariye yansıyacağını söylüyor.

Yine Cansever’in kitaplarına baktığımızda Fusus'ül Hikem’den çokça faydalandığını görüyoruz. Hatta belgeselde de İbn-i Arabi’nin eserinden etkilendiği, mimari felsefenin temel dinamikleri olan ferdiyetçiliği ve dünyayı güzelleştirme fikirlerinin Fusus’tan çıkarıldığı belirtilir.

Cansever ferdiyetçilik anlayışını Peygamber Efendimiz’in güzellik sevgisi ve ferdiyetin yüceliği hikmetleri üzerinden oluşturur. Bir şehrin güzelleştirilmesini, insana layık olmasını, evlerin komşu evlerle bir ilişki kurabilmesini, her evin sadelik ve vakar içinde olmasını bu iki hikmete bağlar.

Sonuç

Mimar Turgut Cansever, İslam mimarisini günümüz dünyası için anlaşılır kılıyor, kendi terkibini modern mimariye yahut bir başka deyişle bu çağın üslubuyla mezcediyor ve ferdin insanca hayat sürebilmesini göz önünde bulundurarak tevhit ilkesi bağlamında bir mimari üslup sunuyor.

Cansever eserlerinde hep ileriye gitmenin, aynı kalmamamın, her projesi birbirinden farklı ama anlayış olarak benzer olmak üzere taş, demir ve yapı malzemeleriyle münasebet kuruyor, sürekli kendini aşmanın mecburiyet olduğunu hissettiriyor. Geçmişe bakarken donuk, sabit, bayat ve hareketsizce değil; sürekli ileriye, aşmaya, harekete, tazeliğe, kuşatmaya ve yeniliğe doğru yol alınması gerektiğini çalışmalarıyla gösteriyor. Müslümanca bir evin nasıl olması gerektiğini teoride ve pratikte ortaya koyarken aslında bir şehrin de bu bağlamda ne olacağını göstermiş oluyor. İslami bir mimari yapının günümüze nasıl uyarlanması gerektiğini müşahhas biçimde gösteren Cansever, geleceğin Türkiye’sini de resmetmiş oluyor. İbn Arabi’den Mimar Sinan’a ve sanatkâr hocalarına kadar beslendiği kaynaklarıyla İslam mimarisinin nasıl okunacağını, insanın inşa ettiği yapılarda aslında inancının tezahürü olduğunu bu sebeple de insan ne ise yaptığı da odur düşüncesiyle Cansever bizlere kendi iç dünyasını da göstermiş oluyor. İyi, doğru ve güzel şehirlerin de Allah, insan ve alem ilişkisinin doğru kurulmasından hareketle kurulabileceğini ihtar ediyor.

Yararlanılan kaynaklar

Turgut Cansever’in “İslam’da Şehir ve Mimari”, “Kubbeyi Yere Koymamak” eserleri, editörlüğünü Halil İbrahim Düzenli’nin yaptığı “Ufkî Şehir Turgut Cansever’in İzinde” eseri ve TRT 2’de yayınlanan “Turgut Cansever'in portresi” isimli belgeselden faydalandım.

Dipnot:

* Kuşeyri Risalesi, Kuşeyrili Hevazin’in oğlu Abdulkerim tarafından Sofular cemaatine yazdığı eserdir. İslam’ın züht ve takvasını tatbik eden kişilere yazmıştır. Abdulkerim kuşeyri ibadetlerin hafife alınması, dünyalıkların peşinden gidilmesi, İslam büyüklerine hürmetsizlik, servet peşinden gidilmesi, tasavvufa muhalefet gibi sebeplerden dolayı eseri kaleme almıştır.

Eserde Kuşeyri, tarikatın meşayihlerinden bazılarının gidişatını, edeb, ahlak, muamele, kalbî inanç ve siyretlerini anlatıyor. Onların işaret ettikleri ilahi ilhamlara, terakkilerin keyfiyetine, başlangıçtan sonuca kadar olan nasıllığına yer veriyor.

Aylık Baran Dergisi 16. Sayı, Haziran 2023