Türkiye’nin yaşadığı buhranın dünyadaki tüm değişim/inkılab tecrübelerinin en benzersiz oluşunun sebeblerinden başlıcası Türkçe üzerinde yapılan operasyondur. İs- lâm harflerinden Latin harflerine geçiş ve “öztürkçecilik” adı altında sergilenenler “cumhuriyetin kavruk nesilleri”ni ortaya çıkardı. İdrâk kuvvetleri darmadağın edildi- ği için ne Doğulu kalabilen ne Batı’ya kabul edilen insanımız, her çeşit topluluğuyla, ço- ğunlukla da farkında olmayarak, psikolojik hastalıklara mâruz kaldı. Bu rûhî hastalık- ların temel sebebi inandığı ile yaptığı ara- sındaki farkın, içinde bulunduğu çevrelere (okul, iş, köy vs.) göre kendisinde yükselt- tiği tansiyon ve bunu gidermek için nefsin kucağına kendini bırakması oldu. Sünnet Ehli Müslümanlar elde tutabildikleri kada- rı ile Batı’nın bu operasyonlarından kendi- ni korumaya çalışır ve sıhhatlerini nisbeten –gafletlerinin de yardımıyla(!)- muhâzafa ederken, mürtedlerin ve şuursuz mukallidlerin fesat ocağı CHP’de kendini bulanlar (yahud arayanlar) bizzat kendi sahte kahra- manlarının da son seçim sonrası ifâde ettiği üzere kelimenin hakîkî mânâsıyla “şizofre- ni” boyutunda psikolojik hastalıklara duçar oldular.

Batıcı cebhede vaziyet bu iken Anadolu Müslümanları’nın vaziyeti nedir? Şizofreni değilseler bile iddiâlarına yani İslâm’a nis- betle vaziyetleri daha acıklıdır. Zîrâ Batıcı, zaten hâkim olan Batıcı dünya düzeni içinde kendini ifâdede, kendi faâliyetlerinde bir çizgi (fikirde ve eşyâda kuyrukçuluk) sâhibi iken Müslümanlar’ın inandıkları ile eyle- dikleri arasındaki farkın meydana getirdiği tablo, su kenarında susuz kalmaya benzediğinden daha trajikomiktir, daha hâinânedir. Bu tabloyu “ideoloji” kavramı merkezinde ele almaya çalışacağız. Değinmekle iktifâ edeceğimiz üç fasıl şöyle:

a. Kemalist-Batıcı şuur süzgecinin far- kına varamamak.

b. Yeni şuur süzgeci (ideolocya) ihtiyâ- cına direnme.

c. Yeni zaman şartlarının Anadolu’yu Büyük Doğu-İBDA ruhuna (ideolocyasına) sevki.

1. Batı’ya Mahkûm Kılıcı Şuur Süzgeci’nin Farkına Varmak

Seyyid Abdülhakîm Arvâsi kuddise sırruh Hazretleri’nin târifi ile «İslâm, bir kimsenin kendi nefsini ilâhî hükümlere teslîm etmesidir.»(1) Bugün dünyanın her yerinde Müslümanlar olarak bizler “ilâhî hükümler”e değil de Batıcı dünya düzeninin hükümlerine teslim olmuş vaziyetteyiz. Türkiye’de bu işi gerçekleştirme ödevi CHP’dedir. Fakat işin kökleri, -Tanzimat her ne kadar mîlatsa da- çok daha evvellere -aşağılık psikolocyasına kapılmak şeklinde- dayanmaktadır. Dolayısıyla o zamanlardan îtibâren Batı’daki gelişmeleri, Batı’nın madde mârifetine ermesini anlayamadan apışıp kalmak durumudur ki, mânâda bayrak indirmemize ve Batıcı dün- ya düzeninin hükümlerine teslim olmamıza sebeb oldu. Batı ile hesablaşma için bir mütefekkir çıkarılmadı ve mağlub psikolojisi ile taklid çığırı başladı. Derinin altında ge- len Batıcı tesir Kemalizma ile derinin üstüne ve farkına dahi varamayacağımız derecede şuurlarımızın derinliklerine nüfûz etti. Bu durumu İBDA Mîmârı Salih Mirzabeyoğlu rahmetullâhi aleyh “şuur süzgeci” kavramı ile tesbit ediyor: «ŞUUR SÜZGECİ, toplumda karşılıklı tesirlerle belirlenen ve böylece üyelerine BELİRLİ AKIL VE DUYGU ALIŞKANLIK- LARI kazandıran, yeni doğanlara kendini empo- ze eden içtimaî bir vakıa’dır.»(2)

Kemalist/Batıcı/sömürgeleşmiş şuur süzgecinin mağdurları ve taşıyıcılarıyız. Fakat farkında değiliz; kendimizi özgür, tercih yapabilen “birey”ler zannediyoruz. Oysaki bize liste hâlinde sunulan “akıl ve duygu alışkanlıkları” içimize öylesine nüfûz etmiş durumdaki, bundan sıyrılmak ancak bir velînin tasarrufuna girmekle olur -ki bunu böyle buyuran yine velî-. Büyük Velî kuddise sırruh yaşlı başlı mollalar başta olmak üzere tüm “ilim sâhibleri”ne şöyle îkazda bulunu- yor: “İlim sâhibi oluyorsunuz ama ŞUUR SÂHİBİ olamıyorsunuz.” Bu söz Batıcı eği- tim sisteminin kirlerinin içinde değil de medreselerde yetişmişler için söyleniyorsa, Kemalizma’nın tezgâhları olan okullarda, üniversitelerde yetişen bizlerin şuur süzgeç- leri ne kadar arızalıdır, düşünmeli!

Türkiye’de ve dahi tüm dünyada istisnâsız hemen herkes bu şuur süzgecinin yani Batı tarafından belirlenmiş akıl ve duygu alışkanlıkları’nın mağdurudur. Küfrün ÜST AKIL’ı denen yapının bizlere sunduğu akıl ve hisleri beğen(diril)ip yaş(at)ı(lı)yoruz! Bu hâlden kurtulmak, ŞUUR YENİLENMESİ ile mümkündür. Aşağıda açacağımız üzere Büyük Doğu-İBDA dâvâsı bunun reçetesi ve bizzat ilacıdır. Büyük Doğu-İBDA’nın hâricindeki istisnâsız tüm İslâm iddiâcılarının, Batı tasalluttan kurtulmak adına İslâm’ı yenilemeye (ıslâha) çalışmalarının yâhud bir köşeye çekilmelerinin aksine, Büyük Doğu-İBDA, İslâm’a yaklaşan anlayışı yani şuur süzgecinin yenilemenin gerekliliğini baş mesele olarak bildirmiştir: «İslâm yeni- lenmez. Anlayışı yenilemek gerekir... Güneş yenilenmez. Göz yenilenir. İslâm, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi... Ona her ân biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik...»(3)

Günümüz şartlarında İslâm’a nüfuz, şuur yenilenmesi ile; İslâm’a her ân nüfuz ise şuur yükselişleri iledir. (“Bir günü bir gü- nüne eş geçen aldanmıştır.” hadîsini hatırlayalım.) Evvelâ şart olan yeni bir şuur süzgeci: «Yeni bir şuur terkibi ifâde eden Mutlak Fikir’e [İslâm’a] muhatab “vasıta sistem” [ideolocya] olmadan ve bu kuşanılmadan, şuurun kendi- sini belirleyen nizam, akıl ve ahlâk unsurlarını eleştirmesiyle, o şuurun bakış açısı dışına çıkılamaz... şuurun kendini eleştirmesi de eleştirdiği süzgeçten geçmektedir.»(4)

Şuur süzgeci değişimi, aynı zamanda bir dünya görüşü, bir ideolocya değişimidir. Fakat Kemalizma, Anadolu’ya şuur süzgeci baskısı yapmışsa da, bunu bir ideolocya manzûmesi eşliğinde yapamamıştır. Kemalizm zaten bu milletin başına bir ideolocyaya sâhib olmak kadar olsun idrâk kuvvetine ulaştırmamak üzere dikilmiştir. Gâyesi idrâkleri iğdiş etmektir. Bir rejimin ne olduğu- nu ve neyi hedeflediğini en iyi maarif sistemi ele verir. Bugün lise mezunlarımız ortalama 500-600 kelime ile okullarından mezun olu- yorlar. (Bir İngiliz lise mezunu ise beş bin kelime ile) Bu kelime sayısı bin de olsa kim- se bu kadar kelime bilmekle dünya görüşü sâhibi olamaz. Mutlakâ ama mutlakâ bir başka dünya görüşünün yönetimi altında- dır. Nitekim İBDA Mîmârı’nın “Marksizmin diyalektiğini sayabilecek beş kişi yoktur bu ülke- de” demesi de bu hakîkate binâendir. Bugün bilhassa Müslümanlar’ın kültürde, şurada, burada yok olma sebebi aslında kelime bil- memelerindendir. «İnsan dil aletine bağlı bir sezişle çevresini tanımaya başlar ve tanıdıkları- nı kavramlaştırarak hafızasına yerleştirir; insan kelimeleri kullanması ve onları birbirine bağlaması, kavramların birbirlerine bağlanarak kafada bir kavram bütünlüğü kurulmasıyla sonuçlanır ki, bu, teorik düşüncedir.»(5) Kemalizm bir ideoloji değil, «Karakteri hangi dünya görüşüne dayandığıyla değil de, hangi dünya görüşüne nefret duyduğuyla açıklanabilecek bir düzen»- dir.(6)

Varlığını, İslâm’ın değer ölçülerini kaynak alan dünya görüşünü engellemeye ayarlamış bir düzende hâliyle İslâm yaşanmaz; Müslüman olunmaz. Ferd ferd insanlar kendilerini ilâhî hükümlere teslim edebilirlerse de, dînin bütünü ancak bir düzenle, devletle yaşanır. Anlaşılıyor ki, şuur yenilenmesi ile düzen yenilenmesi birbirinin aynıdır: «Her sistem, aynı zamanda bir ahlakî sistemdir... İnsan DÜZEN DEĞİŞİMİ istediğini bildirirken yaşamakta olduğu tezada karşı gelmektedir; bu, yaşamak istediği sistem ile, ‘yaşadığı’ rejimin tersliğidir... Başka bir ifâde ile, yaşamak istediği ahlâk ile, yaşadığı ahlâkın tersliği.»(7)

“Belirli duygu ve akıl alışkanlıklarının kazandırılması” çerçevesinden başka bir şekilde uygulanmayan demokrasi rejimi: «Uymaya mecbur edildiği kanunlar çerçevesinde rey izhar eden bir halk veya millet topluluğu, hâkimiyetinin sahibi değil, hâkimiyeti elde bulunduranların tayin ettiği alanda bir kararın icracısıdır.»(8)

Bu ülkeye başkan olan Erdoğan’ın düne kadar söylediği sözü hatırlayınız: “İktidarız ama muktedir değiliz.” Ümîd ediyoruz ki, artık muktedir olacağız. Fakat tabiîdir ki, bir «hareketi hedeflendirebilmek için temellendirebilmek gerekir.»(9) İnandığımız gibi yaşaya- bilmeyi, yaşamak istediğimiz ahlâkı nasıl örgüleştireceğiz ve onunla nasıl muktedir olacağız? Türkiye’de düzen değişimi ile iş tamamlanacak mı? Dünya’da da bir YENİ DÜNYA DÜZENİ gerekli değil mi? İşte bu ve buralardan doğacak tüm soruların cevabları dâvâsıdır ideolojiler.

2. İdeoloji Kavramına Bakışlar

28 Şubat’a kadar yanlış tekliflerle de olsa düzen değişimi isteyen Müslümanlar, o tarihten sonra artık düzen değişimi iddiâlarını terk ettiler. Zaten “aman oyuna gelmeyelim”, “bu iş edebiyatla olur” diyerek fikir ve kavgadan kaçanların samîmiyetle istemedikleri İslâm düzeni, İslâm inkılâbı dâvâsı artık hiç dillendirilmez oldu. Zamanında ve hâlâ Büyük Doğu ideolocyasını dış yüzünden olsun anlamaya direnmeleri de hâinliklerindendi. «Değişim mevzuunu edebiyat mevzuunun içine sıkıştırmaya çalışanlar... Mücadelenin tehlikelerinden kaçmak için kaçış yollarını türlü incilerle süsleyerek çeşitli kılıklarda boy gösterenler...»(10) Onlar düzenin değişmesini istemediler. Çünkü düzen onlara belirli makamlar verdi: Milletvekili oldular, “Yedi Güzel Adam” oldular, haklarında dizi yapıldı; belediye, gazete ve üniversitelerde yer tuttu- lar; “küllî irâde”lerini, “anavatan”larını ürkütmekten hep çekindiler vs. Bu tavırlarını sürdürebilmek için kendileri ve “küllî irâ- deleri” için bir tehlike bildikleri Büyük Do- ğu-İBDA’yı dâimâ ve en âdî şekillerde yok sayma, karalama ve karikatürize etmeye ça- lıştılar. Bunlar Necib Fazıl’ın, «Olduğu gibi bir İslâm yerine, oldurulmak istenildiği tarzda bir İslâm’a kapı açmaya bakılmıştır.»(11) dediği durumda ya hâince öküzün trene baktığı gibi bakmışlar yâhud bizzat “oldurulmak iste- nildiği tarzda İslâm”ı sosyalizma, liberelizma, kemalizma vs. gibi istenilen formlara vagon yapmışlardır. En açık misâl olarak “ılımlı İslâm” siparişini üzerlerine alanlar ve buna sessiz kalanlar Büyük Doğu-İBDA kadrosu hâricinde bir elin parmağı hâriç herkestir!

Bu “öv beni öveyim seni” çetesinin fikir yerine dedikodudan başka bir şey bilmez hayatlarından bir sahne:

Üsküdar’da İrancı bir kadronun yönettiği dernekte konuşan ne atadan ne soydan ne müftülükten ne oğulluktan-erlikten yana nasîbi olan bir şizofreni, gençlere “Necib Fazıl’ı kötüleme seansı”nda ve dediği şu: “Rasim ağabey (Özdenören) der ki: Necib Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü, Hitler’in Kavgam’ından daha tehlikelidir.”

Bu sözü sadece Rasim Özdenören söylemiyor, Müslümanlık satıcılarının hemen hepsi bu görüştedir. Rahatlarının düşmanı olarak hepsi Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nu görürler. Ve gerçekten de böyleleri için Büyük Doğu-İBDA tehlikelidir. Çünkü... Bu cümle üzerinden ideoloji ve düzen değişimi (ihtilâl-inkılâb) bahislerine yakla- şan psikolojileri ele almayı deneyeceğiz.

Şuur süzgeci değişimi ve düzen değişiminin başında, ortasında ve sonunda ideoloji meselesi durmaktadır. Türkiye’de ideoloji kelimesi Kemalistler’den çok Marksistler tarafından sâhiblenildi ve kullanıldı. Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’ndan başka Müslüman “aydınların” -zaten olmayan- fikir tezgahlarında bu kelime lügat mânâsı ile kabul edilmedi. Istılâhî yani o kelime ileiddia edilen dünya görüşlerine bakarak ideoloji kelimesi toptan kötü bir mânâya büründürüldü. Esâsında Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu, bu kelimeyi kendi dünya görüşlerine sermaye kıldığı için kötülendi. “Fikirsiz fikirciler”in ucuz ve çile- siz hükümler tedârikçisi Cemil Meriç’in şu sözü meşhurdur: “İdeolojiler, idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleridir.” Bilhassa kendilerini yüksekte görüp ideolojileri –onu da Batı yapıyor, “ideolojilerin sonu geldi” mavalları satıyor diye Batı’yı taklid ede- rek- aşağı tabaka fikircilerin işi olarak gösteren akademisyenler, son derece saçma bir şekilde “cumhuriyet ideolojisi” tâbirini kullanarak Müslümanların bu kelimeden çekinmelerinin daha da artmasına yol açtı. “Eğer idâre şekli (ideoloji) demekse buyurun Cumhuriyet”(12) derken Necib Fazıl, idâre şekli ile ideolojinin birbirinin aynı olmadığını belirtir.

Kelimenin hakîkî mânâsıyla ideoloji aşağıdaki tariftedir, ve ideoloji kavramının üre- tildiği günden bu yana hakîkatini ifâde eden tek Büyük Doğu-İBDA’dır: «“Mutlak Fikrin” eşya ve hâdiseye tatbiki işinde düşünce ve pratik belirtici faaliyetlerimizin içinde izahını bulma- sı gereken ruh ve sistem de, bağlı olduğu imân mihrâkına göre hiçbir istiklâli olmayan, ancak başbuğ imânın her irâdesini yeni insan ve yeni dünya üzerinde zerre zerre nakşedici bir İDEO- LOCYA olabilir. Bize göre Büyük Doğu İdeolocyası, İbda hamlesine mevzu olarak hem ilk, hem de tek.»(13)

Lügat mânâsı ile idelogic: Fikir-bilgisi/ bilimi demek olan ideolojinin gâye ve hedef- leri ise sistemli düşünce ve onun vâsıtası ile cemiyeti şekillendirmek için devlettir. İBDA Mîmârı Salih Mirzabeyoğlu, ideolojiler hak- kında şöyle diyor:

«Çağımızda yaygın bir uygulama alanı bulan sistemlerin [ideolojilerin] yanlışlıkları, sistem adına yapılan yanlış uygulamadan değil, sınırlı tecrübe ve müşâhede verilerinden elde edilen bilgilerle kurulu düşünce sistemleriyle “mutlak prensiblerin” elde edilemeyişinden ileri gelmek- tedir; çünkü hâdiseler mânâlarını kendilerine so- rulan suallere göre vermekte ve değişik bir şuur,

ve bidatlerin aradan kaldırılması ile bütün asliyet ve saffetiyle İslâm’ın sistemli yüzü ortaya çıkacaktır: «İslâm, asırlarca kendi insicâmını korumuş, bununla da kalmayıp, kendi oluşturduğu toplumsal düzenin esaslarını esas alarak geliştirilen ilimler vasıtası ile, hayat ile ir- tibatını kurarak, toplumsal hayatı dinle irtibatını muhtelif seviyelerde kurup, yeniden kazanma ve yenide üretme imkânını göstermiş, müstakil bir ‘sistem’dir. Müstakil bir sistem olarak kendi ken- dine referanslı ve kendi dışında olanı kendisine uydurmadıkça kabul etmeyen bir özelliğe sahibtir.»(15)

Büyük Doğu Mîmârı’nın Büyük Doğu’yu tarif ederken, “İslâm tasavvufu önünde Batı Tefekkürünü hesâba çekmek” demesi “kendi kendine referanslı ve kendi dışında olanı kendisine uyduran” yönünü gerçekleştirmek demektir: “İslâm tasavvufu ile Batı Tefekkürü kanatları arasında yerini tutan ‘Hikemiyât’ binasının kurucusu İBDA, birinciyi ‘insan ve toplum meselelerinin’ hâlline doğru NÜFUZ EDİLMESİ GEREKEN diye alır ve ikinciyi birincinin önünde hesaba çekip kendi şekil ve süzgeç ölçüleriyle ASLÎLEŞTİRİRKEN, bizzat kendi ‘kelâm ve mâna toplayıcılığı’ vasfının çizgilerini göstermektedir.»(16)

“Hikmet müminin kaybolan yitiğidir, onu bulduğu yerde alır.” hadîsine mazhâr olmak mânâsına gelen “aslîleştirme” ve böylece “kelâm ve mâna toplayıcılığı” işi farz-ı kifâye belirten bir vaziyettir. İslâm’da farz-ı kifâye anlayışına bir misâl:

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sırruh Hazretleri’nin ifâdesine göre bir Müslüman beldesinde Müslümanların ihtiyâcını gidermek için gerekli olan mesleklerin erbâbından kimse yok ise o beldenin “münâfık olma” tehlikesi vardır. Bu beldeyi İslâm dâiresinde istikâmetlendirmek için Sultan’ın o belde halkından insanlar istemese de zorla o mesleklerde uzman yetiştirmesi hakkıdır, vazîfesidir. Meslekler, zanaatlar husûsunda böyle bir tehlike varsa, fikir noktasında nasıl bir tehlike olduğu düşünülmeli! Düşünen Adam söylüyor: «Fikirsiziz efendiler, fikirsiziz! Ne yola, ne madene, ne buğdaya, ne silâha muhtacız! İhtiyacımız sade fikre. Ondan da mah- rumuz! Fikir olunca hepsi olur, o olmayınca da hiçbiri olmaz; bunu bile anlamıyoruz!»(17)

Diğer ideolojiler, fikirleri eşyâ ve hâdiselere tatbik edildikçe ne kadar yanlış olduklarını gösterirler. Örneğin Marksizm: Fikirde çok daha evvel ve pratikte de Sovyetler’in Amerikan yardımı ile ancak sanayiini kurabilmesi misâliyle 1920’lerde çürüklüğü îlan edilmişti. «Mutlak Fikir [İslâm] ile çevreye açılmada “HİKMETLERİN ANLAŞILMASI”, mutlak olmayan fikirle “bütün fikirmiş” gibi çevreye açıklamada ise, yanlış teorinin doğru pratiği olmayacağı gerçeğinden hareketle, “doğru”yu ana fikir dışında olmak üzere her yerde arama ve teori kurma neticesi çıkar. Birinde [Büyük Doğu-İBDA] ÇEVREYE AÇILDIKÇA BÜTÜN- LEŞME KAVRANIR’ken, diğerinde [diğer tüm ideolojilerde] çevreye açıldıkça dağılma başlar.»(18)

Buraya kadar çıkan netîce şudur: Şimdiye kadar ortaya çıkan ideolojiler hakkında “insanlığa zarar verdiler, idraklere giydirilmiş deli gömlekleridir” dendi ve “hayatın akışına seyirci” kalındı, sadece. Bu anlayışın ardın- da yatan temel psikoloji şudur: Kemalist rejim ile sürtüşerek rahatlarının bozulmasını istemeyenler, Kemalizm’e muhâlefet adına sadece onun verdiği şuur süzgecini ucundan eleştirdiler, fakat yerine yeni bir şuur süzgeci vermek demek olan Büyük Doğu ideolocyası dâvâsına yanaşmadılar, Üstad Necib Fazıl’ın “Biz hohlayarak buzdağlarını erittik, şimdi ortalık çamur deryasından geçilmiyor” demesi bundandır. “Muhâlif” ama rejimi korkutmuyor: “Karşı oluşta bile düşünceyi ‘hakim şuur süzgeci’nin belirlemesi’ vakası.”(19)

Müslümanlar -bilhassa âlimlerinin ve aydınlarının- İbnül Arâbî kuddise sırruh Hazretleri’nin “Küfrün kaynağını bilmeyenin îma- nı hakîkî değildir” sözüne nisbetle iddiâ ettikleri gibi Müslüman olabilmeleri, Kemalist şuur süzgeci çukurundan kurtulabilmeleri için şart olan Büyük Doğu Şuuru’na ancak “SIRADIŞI BİR SIÇRAMA CEHDİ ile.”(20) kavuşabilir. Bu sıçrama ise ancak iç âlemde yaşanmak istenen ahlâk ile rejimin dayattığı ahlâk(sızlığın) ıstırâbını duyan, hakîkate erebilmek için fikir çilesi çekenin, başkası olmadan başkaları için yaşayan kahramanların kârıdır.

Korku etkeni hakkında zamanında Büyük Doğu Mîmârı’nın söylediği: «Ben mâ- zime baktığım zaman ürperiyorum. Nasıl yazabilmişim bunları? Birçoğundan nasıl kur- tulabilmişim? En olmayacağına rağmen yine ayakta durmuşum? Hayret ediyorum.» Ve şöy- le diyor: «Kahramanlık ahlâkında sonları hesab etmek diye bir şey yoktur.»(21)

Allah Teâlâ’ya tevekkül etmeyenler, mümin ile münâfığın ayırd edici unsuru olan “şehidlik şuuru”ndan alabildiğine mahrum olanlar, Kemalist sistemde hapse girmemiş olmakla övünürken(!) İmâm-ı Rabbânî kud- dise sırruh Hazretleri’nin şu sözünde belirt- tiği üzere Büyük Doğu-İBDA ideolocyasını “cinnet” gibi görüyor, bu sebeble de ona düşmanlık ediyor ve Hitler ile Üstad Necib Fazıl’ı bir tutuyor:

«Öyle bir vakitte yaşıyoruz ki, İslâm gayre- ti başkalarına cinnet gibi görünse de bizim bu mecnunluğu kabul etmemiz ve ona göre savaşmamız lâzımdır. Böyle bir günde cihad, ‘cihâd-ı ekber’dir, ve küçücük bir amel ve bağlılığın hudutsuz ecri vardır. Böyle bir günde söz ve fikir cihadı, her cihaddan üstündür.»

Bu korku etkeninden daha önce ise asıl etken olarak mücerred fikir istidâdı yani soyut düşünebilme yeteneği bahsi yer almaktadır. «Kendimizden başlayarak insanımızın düşüncesinin “genel fikir çerçevesi”ne kendi dünya görüşümüzü yerleştirmek. Başa- rı oranı da, bunun gerçekleştirilip, gerçekleştirilememesinde.»(22)

Fikir çerçeveleri dar olan ve onu genişlet- mek istemeyenler, ideolojik eğitime yanaş- mayanlar hakkında Üstad’ın hükmü: “cenin-i sâkıt” ve “horozluk taslayan piliç”... Bu tâbirler 70 ve 80’lerin fikir taslayanları, aka- demisyenleri ile berâber günümüz tipleme- leri için de geçerlidir. Fikir çilesi çekerek bir ideolocyayı ve onun kahramanlık ahlâkını kuşanmak yerine korkakça işi “bu iş edebiyatla olur, şu dilleri bilmeden olmaz” şeklindeki akmaz kokmaz noktaya çektiler ve zaten idrâkleri iğdiş olmuş insanımızın ruhlarını da iğdiş ettiler: «“Ağızlarda marsık gibi değil, işin içinden tütmesi gereken” fikir, RUHU İĞDİŞ OLMUŞLAR’ın ağzında daha ileri “oluş”un engelcisi çilesizlik ve rahatlığın karşılığı anlamına gelmiştir.”(23)

3.Yeni Zaman Diliminde Büyük Doğu-İBDA İdeolocyası

İBDA Mîmârı Salih Mirzabeyoğlu’nun “teyze adamlar” şeklinde tavsif ettiği tip- lerden başka hayatı mücâhidâne yaşadık- ları hâlde Ehl-i Sünnet’e zıt fikirler serdet- tikleri için küfrün makbûliyetini kazanan ve desteklenen teşekkül ve şahsiyetler de olmuştur. Bunlar, eserlerini Türkçe’ye 1950’lerin MİT’inin ve Suudlar’ın çevirt- tiği Seyyit Kutup, Mevdudi, Ali Şeriati, Hamidullah ve Müslüman Kardeşler teşkilatının çeşit çeşit tipleridir. Bunların re- vaçlandırılma ve rağbetlendirilme sebebi, temiz Ehl-i Sünnet îtikâdını bozarak İslâm birliğini ilimde ve fikirde zehirlemelerin- dendi. Bunlar sistem, diyalektik, ideolocya bilmez hâlleriyle bilerek yâhud bilmeyerek İslâm’ı savundukları vehminde nice cinâyetler işlemişlerdir. Batılı oryantalistlerin kulaklarına üfledikleri şekilde İslâm’ı “as- rın idrâkine söyletme” yani Batı’nın şuur süzgeciyle ifâde etmeye, İslâm’ı “ıslah” etmeye(!) yöneldiler. Batıcı tasarruf iklimi- nin gölgesinde, onların dilini kullanarak(24) “Mutlak Fikir-İslâm” bağlılarına karşı avantajlı durmaları, İngiliz kuklası Suud sermâyesi ile dünya dillerine çevirilip İs- lâm ülkelerinde ücretsiz dağıtılmaları Batı- cı dünyâ düzenine hizmet etmelerindendi: «Onları “Mutlak Fikir” [tavizsiz İslâm] bağlı- larına karşı avantajlı kılan durum, Batı kökenli fikirlerinin, Batılılaşma çizgisindeki düzenle paralellik kurması ve bu düzenin onlara kök ol- masıdır.»(25)

Bunlar ve Türkiye’deki kuyrukçuları kendileri “metod, modern, reform vs.” tâbirleri kullanırken Büyük Doğu-İBDA’nın “ideoloji, diyalektik, senfonya” gibi Fransız- ca kelimeleri kullanmasını ‘kınamış’lar ve böylece ne kadar ‘takvâ’lı olduklarını göstermişlerdir! Anlayışlarının ne denli kıt olduğuna misâl: «İslâm, ilim ve akla uygundur!. Oldu mu?.. Tek kelimeyle hayır. Sınırsız sınırlıya, “Mutlak Fikir” her ân gelişen, deği- şen ve yıkılan “veri”lere tasdik ettirilir mi?.. Sen ölçüleri mi ilim ve akıla, yoksa ilim ve aklı mı ölçülere nisbet ediyorsun?.. İlim ve akla “uygunluk”tan dolayı îman ediyorsan bu, kendi yonttuğuna tapmaktan farklı olmayan bir çeşit putperestliktir.»(26) İşte bunlardır ki içlerindeki, tağut kelimesini ağzından düşürmez radikal tipinden, televizyonda kendi diyalektik bilmez hâline karşı solcu pisliğin üç kuruşluk diyalektiğinin çelme- siyle yerlerde sürünen akademisyen tipine kadar hepsi anlayışta bir ve aynı şuur süzgecinin zavallı mağdurlarıdır. Bunlar “Me- selelerin çözümü bir yana, daha nelerin mesele olduğunu bile bilmeyen”lerdir.(27)

Bugün Müslümanların ve “aydın” geçinenlerinin Büyük Doğu-İBDA dâvâsına ne kadar uzak olduğu şuradan da anlaşılabilir: Receb Tayyib Erdoğan 2011’de AK Parti grub toplantısında elinde Necib Fazıl’ın “Son Devrin Din Mazlumları” kitabını kürsüden sallayarak Kemalist şuur süzgecine, yalan tarihine meydan okumasından başlayarak defâlarca Büyük Doğu’yu kendi fi- kir ve aksiyonunda temel kaynak gösterdi. Buna rağmen Allah düşmanı solculardan başka hemen hiçbir AK Partili, sözde ay- dın köşe yazarı ve “stratejistler” Erdoğan ne diyor? Büyük Doğu nedir? diye kalem oynatmadılar. Gerçi haklarını yemeyelim, kimi belediyelerin düzenlediği etkinlikler- de Necib Fazıl’ın nasıl “Müslümanlar için de tehlikeli” olduğunu göstermek için gayret gösterenler oldu.(28)

Erdoğan’ın yine defâlarca söylediği “Yalnız bırakıldım” sözünden murâdı da -daha önce Furkan’a “Yalnızlık Fikirde” başlıklı bir dosyada ele aldığımız üzere- Büyük Doğu çizgisinde bir kadrodan mahrumluğuydu. Buna rağmen ve çevre- sindekilerin engellemelerine rağmen Erdoğan Büyük Doğu-İBDA rûhunun sağladığı anlayış ve aksiyoncu tavırdan vazgeçmedi. Hatta her geçen zaman diliminde Büyük Doğu keyfiyetini daha aşikâr bir şekilde dile getirmeye başladı. “76 milyon hep bir- likte Büyük Doğu’yu kuracağız.” Bir Cumhurbaşkanı daha ne demelidir?

Tüm bunlara rağmen Müslümanların daha derinden ve daha ümidvar bir şekil- de hissettiği üzere yeni bir zaman dilimine girdik. Bilhassa 15 Temmuz’dan sonra şöy- le bir his belirdi: Dünya çalkalanıyor. 24 Haziran seçimleri de insanımıza şunu çağrıştırdı: Yeni sistem ihtiyâcı.

İBDA Mîmârı’nın, “Sebebli veya sebebsiz olarak bahşedilecek imkân, fikri sultan tahtı- na oturtacaktır.” dediği sebebli ve sebebsiz imkânlar zamanına girmiş bulunmaktayız. “Çocuk için doğduğu ândan itibaren ana sütü kadar mânevî havaya da muhtaç olduğu idrak edilecek ve FİKİR ÇAĞI doğacak!”(29) Büyük Doğu Şuuru, bâtından esen rüzgârla yavaş yavaş ruhlara ve fikirlere sinmekte, İBDA ÇAĞI doğmakta.

“Haddini aşan her şey tersine inkılâb eder” hikmetinin yaşanması şeklinde içine gir- diğimiz yeni zaman dilimi de artık son haddiyle Büyük Doğu-İBDA’ya muhtaçlığı resmediyor: «Siz yirmibirinci asra doğru sar- kan TEKNİK KÜFÜR, insan saadetini, ruhu- nu hadım etmekte arar ve onu bağırsak yoluna doğru iterken, atom bombanızın bile eşiti ola- mayacağı patlamaya belki yirminci asırda şahit olacaksınız!»(30)

“Zaman bendedir ve mekân bana emânet- tir” şuurunu kuşanmak için evvelâ gençli- ğe düşen: “Planlı ve sistemli bir TAARRUZ’u gerçekleştirecek şekilde kadrolaşacak bir nesil olma görevi.”dir. “Bu liyakata ermenin ilk şartı ruh ve kafaca batağa yayılmış manda REHAVET’inden kurtulmak ve bu işin nasıl olacağı hakkında düşünür görünme maskaralığından çıkarak, düşünmektir.” Peki herkes bu sistemi örgü örgü bilmelidir? “En azın- dan (nefsini zora sokamayanlara sözümüz yok) ihtilâl-inkılâb hakkında devşirileni anlayacak duruma gelmenin çaresine bakmak.”(31) Bura- da devşirilenden murad, ihtilâlci büyükleri takib olsa gerektir.

Büyük Doğu şuurunu yaşamak için gerekli olan, «İdeolojik eğitim, “öğrenmek” ve “nasıl öğrenileceğini öğrenmek”le, nasıl öğrenileceğini öğrenerek öğrenmek gibi iç içe bir iş.» ve «bağlı olunan “sistem şuuru”nun tüteceği akıl ve duygu alışkanlığının kazanılması. Bu işin en zor tarafı olduğu gibi, hem ihtilali gerçekleştirmenin ilk şartı, hem de bizzat ihtilalin yapılışının sebebi ve gayesidir.»(32)

“Her rejim, her inanış tek mevsimlik vesselâm

Zaman ve mekân üstü biricik rejim İslâm” (Necib Fazıl)

Son olarak ideolojinin en güzel tarifi ve bu dâvânın Nakşî Sırrı içindeki yerini işâ- retlemeye yarar düşüncesi ile bir velî kelâmı: «İdeolojinin en güzel tarifi... Hayalindeki Cennet idealine doğru, akıl ve ruh dozunda te- şekkül eden fikrin, insanları sevk amacını hâvi tutarlı bütünü.»(33)

Necip Fazıl’da “ben” kavramı Necip Fazıl’da “ben” kavramı

Şeyhi Abdullah Dehlevi kuddise sırruh Hazretleri’nden mutlak hilâfet aldıktan sonra ayrılırken "Daha ne istersin?" suâline Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sırruh Hazretleri’nin cevâbı: “Din ve dînin kuvvet bulması için de dünyayı isterim.”

Kaynak:

1- Şaban Er, Seyyid Abdülhakîm- Arvâsî “Kuddise Sirruh” Hazretleri, Kutup Yıldızı Yayınları, syf. 1214

2- Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İBDA Yayınları, syf.35

3- Necib Fazıl, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, syf.565

4- Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İBDA Yayınları, syf. 35

5- Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İBDA Yayınları, syf. 37

6- Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilâl, İBDA Yayınları, syf. 41

7- Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, İBDA Yayın- ları, syf. 44

8- a.g.e., s.78

9- a.g.e., syf. 16

10- a.g.e., syf. 16

11- Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilâl, İBDA Yayınları, syf. 29

12- Necib Fazıl, Kafa Kağıdı, Büyük Doğu Yayınları, syf. 180 13- Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, İBDA Yayınları, syf. 29

14- Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, İBDA Yayın- ları, syf. 28

15- Tahsin Görgün, “Dinin yeniden yorumlanması meselesi üzerine”, Kur’ân-ı Kerim, Tarihselcilik ve Hermenötik, Yeni Ümit Kitaplığı, syf. 217

16- Salih Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği, İBDA Yayınları, syf.113

17- Necib Fazıl, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, syf. 487

18- Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, İBDA Yayın- ları, syf. 57

19- Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İBDA Yayınları, syf. 36

20- a.g.e., syf. 36

21- Necib Fazıl, Konuşmalar, Büyük Doğu Yayınları, syf. 232

22- Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, İBDA Yayın- ları, syf. 36

23- a.g.e., syf. 14

24- Tahsin Görgün, “Dinin yeniden yorumlanması meselesi üzerine”, Kur’ân-ı Kerim, Tarihselcilik ve Hermenötik, Yeni Ümit Kitaplığı, syf. 217

25- Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, İBDA Yayın- ları, syf.14

26- Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İBDA Yayınları, syf. 24

27- a.g.e, s. 13

28- Mayıs 2014’de Zeytinburnu Belediyesi’nin düzenlediği

“Kalır Dudaklarda Şarkımız Bizim” isimli Necib Fazıl sempozyumunda bilhassa İsmail Kara, Necib Fazıl’ın ideo- lojik tarafını her zaman yaptığı gibi “tenkid” ediyordu. Her devrin kuyrukçusu bu akademisyen tam “teyze adam” tipi- ne yakışır vaziyette dedikodu nevinden bahânelerle Büyük Doğu güneşine çamur atmaya çalışmış, çalışıyor.

29- Salih Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği, İBDA Yayınları, syf. 225-226

30- Necip Fazıl, İman ve İslâm Atlası, Büyük Doğu Yayınları, syf. 368

31- Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilâl, İBDA Yayınları, syf. 27

32- a.g.e., s. 49, 66

33- Salih Mirzabeyoğlu, İnsan, İBDA Yayınları, syf. 13

Abdurrahman Hacımelek, Furkan Dergisi 62. Sayı, Temmuz - Ağustos 2018