Netanyahu alçağının bahsettiği “Yeşaya kehaneti” meselesi uzun ama işin aslı da astarı da şu: Büyük İsrail Devleti kurulunca Mesih, merkep sırtında gelecek, dünyaya barış hâkim olacak, ardından kıyamet kopacak, bu barış döneminde kıyamet koptuğunda o esnada yaşayan herkes de doğrudan cennete gidip sonsuz hayatın sonsuz lezzetlerine gark olacak.”

“Tanrıyı kıyamete zorlamak isteyen” Evanjelistlerle Siyonistleri “aynılaştıran” kimya tam burada. Bu iki güruh için savaşmayı arzulamak bir “zaruri itikat” biçimi. Bir kesin inanış.

“Büyük İsrail’in kurulması için gerekirse üçüncü dünya savaşının çıkmasına razı olmak” gayet net bir hedef bu akıl yoksunu iki topluluk için.

Anlayacağınız ortada bir “politik savaş” yok. Öyle olsaydı bugün İngiltere, ölen binlerce çocuğa rağmen “ateşkes çağrısı yapmıyoruz, İsrail’in de hukuka uygun davrandığını düşünüyoruz” demezdi. Bu doğrudan doğruya bir “din savaşı” ve bir “itikat meselesi” adamlar için.

Bizi, yani “Tanrıyı kıyamete zorlamadığı için büyük barışı görmekle ilgilenmeyen” herkesi “yarı hayvan” olarak görmelerinin temel kaynağı da burası. Ne Müslüman olmamızla ilgileniyorlar aslına bakarsanız, ne ırkımızla, ne düşüncemizle. “Büyük barış”ın ve “kıyamet”in gelmesinin önündeki her engeli yok etmekle sorumlu hissediyorlar kendilerini.

TVNET’te Ersin Çelik ve Aydın Ünal ile yaptığım ‘Siyaseten’de “Gazze sınırı, kuzeyde Müslümanların toplu olarak yaşadıkları son yerleşke olan Sancak’tan, Novi Pazar’dan başlar” derken ne dediğimin gayet farkındaydım.

Bugün, Siyonist ve Evanjelist akıl hastalarının karşısına dikilme cesareti gösterebilecek tek insan topluluğu Müslümanlardır. İsrail açısından da nihai hedef “Gazze” değildir, “Aksa” değildir, “Batı Şeria” değildir.

Büyük İsrail, bugünkü Filistin coğrafyasını, Lübnan’ın tamamını, Ürdün’ün, Mısır’ın, Irak’ın ve Suriye’nin bir kısmını içine alan bir haritaya sahip. Haritanın Türkiye ile ilgili kısmı ise Erzincan altından Hatay’a kadar 12 ilimizi kapsıyor.

Burada bir duralım.

Geçtiğimiz hafta Devlet Bahçeli’nin açtığı yolu Hakan Fidan tanımladı, Recep Tayyip Erdoğan da finale taşıdı.

Şöyle: Türkiye, 19 gün boyunca deneyebileceği bütün yollarla ateşkesin, barış müzakerelerinin, iki devletli çözümün kanallarını zorladı. Hakan Fidan’ın “bölgede ya çok büyük bir savaş ya çok büyük bir barış olacak” açıklamasını bu çerçevede değerlen-dirmek gerekir.

İskelete kan vermek! İskelete kan vermek!

Dünyanın en bağnaz, en kesin inançlı, en tehlikeli insan topluluğu olan Siyonistlerin (yani Yahudilerin yüzde 95’inin) itikadi inanışlarını gerçekleştirmek için çıkarmaya hazırlandıkları üçüncü dünya savaşına karşı Türkiye bir pozisyon aldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerini de böyle değerlendirmek gerekir. Erdoğan, “üçüncü dünya savaşı çıkarmaya hazırlanıyor ve İsrail’in ‘büyük İsrail haritası’ üzerinden topraklarına göz diktiği Türkiye’nin bu savaşta tarafsız kalacağını düşünüyorsanız yanılırsınız” dedi.

Bu sözler, Türkiye’nin bugünden yarına Filistin’de savaşa gireceği anlamına gelmez. Böyle okunamaz. Daha ziyade Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendisine yönelen büyük tehdit için ön aldı ve pozisyon belirledi. Bunu da en üst düzey temsil makamı olan Cumhurbaşkanlığı makamı üzerinden ve “diplomatik ve askeri kanallarla ne gerekirse yaparız” diyerek gerçekleştirdi.

Bu yalın ve bence hiçbir tercümeye, hiçbir yoruma mahal bırakmayacak kadar açık meselede, cumhuriyetinin 100. yılını coşkuyla kutlayan bir ülkede gördüğümüz “İsrail ve Amerika ile eşgüdümlü hareket etme ajandasına sahip” insanın, etki ajanının, nesebi gayrı sahihin varlığı ise korkutucu, çok korkutucu geliyor bana.

Yarın öbür gün askerlerimizle Amerikan ya da İsrail köpekleri savaşsa Amerika’ya ya da İsrail’e istihbarat sağlamaya gönüllü pek çok “leş tipleme” ile bir arada yaşadığımızı fark etmek öyle can sıkıcı ki.

Bunu derken Ümit Özdağ’ın “İsrail halkla ilişkiler bürosu” haline getirdiği Zafer Partisi’nden, Amerika’nın mayın eşeği PKK ve onun siyasi uzantılarından, birkaç foncu medyacıdan, Osman Kavala öyle emretti diye İsrail yandaşı kesilen bit yavşak takımından falan söz etmiyorum.

Türkiye’ye yönelen tehdidi görmememizi, fark etmememizi, bu tehdide karşı tedbir almamamızı isteyen daha büyük bir mekanizma devrede bence.

Açık yazayım: Vakti zamanı geldiğinde Türkiye’nin tek cephesi “dış düşman”a karşı açılmayacak maalesef. O yüzden o büyük beyti hatırlatayım: “Hazır ol ceng ü cidale / ister isen sulh u salah”

İsmail Kılıçaslan, Yeni Şafak