Selâm ile...

Emperyalistlerin 1923 yılında "devletimize çökerttiği" kemalist anlayış, İslâm düşmanlığını kendisine şiar edinmiştir. Yaklaşık yüz senedir, Müslüman halkı inancından döndürmek adına her türlü zulmü reva gören bu zihniyetin "devlet bürokrasisi", elinden geleni ardına koymamasına mukabil bir türlü muvaffak olamamıştır. 1950'den beri ABD'nin dayattığı demokrasi oyununda halkın desteğiyle iktidara gelen hükümetler ise, bu kemalist bürokrasinin egemenliği dışına çıkamamışlardır. Çıkanlar da, Menderes örneğinde olduğu gibi "ders olsun" maksadıyla asılmışlardır. Batıcı kemalist zihniyet farklı formatlarda, farklı tonlarda varlığını yüz yıldır sürdürmektedir. Fetullahçılık bir "ılımlı kemalizm"dir ve "katı kemalizm"in yerini almak üzere devlet içine yerleştirilmiştir. "Katı kemalizm" ile "ılımlı kemalizm" arasında yaşanan kavgayı Fetullahçılar kazanmış, bir elli yıl daha Türkiye'yi Batı çizgisinde tutacak noktaya gelmişti; tâ ki Müslüman ahâli, 15 Temmuz'da, bu gidişe dur diyen Tayyip Erdoğan'a destek vererek ayağa kalkana kadar... Önümüzdeki 50 yıl Türkiye'yi Batı çizgisinde zapturapt altında tutmak için planlanan ılımlı kemalizm, Müslüman ahali tarafından bir gecede ortadan kaldırılmıştır. Fakat iktidar, 15 Temmuz sonrası ılımlı kemalistlerden boşalan alanı doldurmak için katı kemalistlere yer açma gafletine düşmüştür. Sözde anti-emperyalist; fakat özünde emperyalist maşası olan katı kemalistler de vaziyetten istifade ederek ılımlı kemalistlere kaptırdıkları pozisyonu kapmaya başlamışlardır. Kemalist devlet bürokrasinin tasfiye edemeyen iktidar, tasfiye edilme noktasına gelmiştir. Elbette bu halkı da tasfiye edebilecekleri mânâsına gelmiyor. Onlar da bunun şuurunda oldukları için temkinli politikalar izliyor, kilit noktaları yavaş yavaş ele geçirmeye çalışıyorlar.

Lakin "katı kemalistler" eski alışkanlıklarını terkedemediklerinden ve ılımlı kemalistlerden gizli iş yapmayı tam olarak öğrenemediklerinden gerek 28 Şubat'tan kalma davaları hortlatmakta, gerek 5816'dan insan havsalasının almadığı cezalar vermekte, gerekse de FETÖ davalarında tıpkı FETÖ’cülerin Ergenekon ve Balyoz sürecinde yaptıkları gibi suçlu-suçsuz ama Müslüman olmak kaydıyla herkesi bir torbaya doldurup yargılamaktadır. Bu yüzden maskeleri de çok erken düşmüştür.

Ilımlı kemalistlerden boşalan bürokratik kadrolara Kemalistlerin yerleştirilmesinin sebebi hususunda, iktidara yakın kesimlerin savunması, yetişmiş Müslüman kadronun olmadığı yönünde... Esasında bu kadro mevcut; fakat "AKP"liler mamacı, muvazaacı ve Batıcı olduğu için idealist insanların oralarda olması işlerine gelmiyor. Buradan tüm Batıcıları ikaz ediyoruz; bu ülke artık Batıcıların, Batı yandaşlarının, Batı hayranlarının, Batı perestlerin hakimiyeti altında kalmayacaktır. Öyle ya da böyle bu Batıcıları ait oldukları yere şutlayacağız. Bunu ılımlı, katı, muvazaacı, mamacı Tüm formlarıyla Batıcıların hepsine söylüyoruz. Zaman bizim bu konuda ne kadar ısrarcı olacağımızı gösterecektir.

Kapağımızda yeniden “katı Kemalizm”e rücû etmeye başlayan "devlet bürokrasisi"ni işlerken “Her Türlüsüyle Kemalizm Ne Yerli Ne Millî” manşetini attık. Kapak mevzumuzu “Yeni 17/25 Aralık ve 28 Şubatlara Doğru” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe, dost kutuplardan düşman kutuplara kadar herkesi alâkadar eden ehemmiyetli bir uyarıda bulunuyor.

25 Ocak 2000 tarihinde Kemalist askerler tarafından Metris Cezaevi'ne düzenlenen operasyonun üzerinden yirmi yıl geçti. Kemalist rejim hem cezaevindeki silahsız Müslümanlara operasyon yaptı, hem de ardından “isyan ve yangın çıkarma” suçlamasıyla dava açtı. Aradan geçen 20 yılın ardından, zaman aşımı süresinin çoktan dolmuş olmasını hesaba katmayarak kendi koydukları yasalara dahi riayet etmeyecek kadar pervasız olduklarını gösteren Kemalist bürokrasi, meydan okurcasına Metris'te Kemalist rejimin gadrine uğrayan Müslümanlara “isyan ve yangın çıkarma” suçundan ceza verdi. Bu mevzu ile alâkalı haberi ve 25 Ocak 2000 günü Metris'de bulunan Müslümanlardan İbrahim Tatlı'nın bu ceza hakkındaki görüşlerini dergimiz sayfalarında bulabileceksiniz.

Kapak mevzumuz ile ilgili olarak dergimizin avukatı Hamza Uçan ile bir röportaj yaptık. Yargı bürokrasisinin ahvalinin görülmesi bakımından son derece önemli olan bu röportajı alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça da, Kemalist vesayetin bürokratik kadrolarda yeniden kendisini göstermesi üzerine görüşlerini Baran okurları için paylaştı.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), “İstanbul Merkezli Bir İslâm Rejimi Kurulmalı” başlıklı yazısında Libya'dan, Yunanistan-Türkiye sürtüşmesinden, İslâm dünyasının içinde bulunduğu ahvalden ve Türkiye'nin misyonundan bahsediyor.

Dergimizin orta sayfasını, geçtiğimiz hafta şehadetinin sene-i devriyesi olması münasebetiyle İstiklâl Mahkemeleri tarafından hukuksuzca yargılanıp katledilen Şeyh Said'e ayırdık. Kapak mevzumuzla ilişkilendirerek, takribî yüz sene evvel yaşananları yargı bürokrasinin hâlihazırdaki vaziyetiyle birlikte düşünürsek “Değişen bir çok şeye rağmen yüzyıldır değişen hiçbir şeyin olmadığının” görülmesi açısından elzem.

Doğu Türkistan ümmetin kanayan yarası olarak Çin esareti altında inim inim inlemeye devam ederken, 5 Temmuz 2009’da Kızıl Çin’in, Müslüman Doğu Türkistanlılara karşı gerçekleştirdiği Urumçi Katliamı’nın sene-i devriyesi olması vesilesiyle Hidayetullah Oğuzhan ile bir söyleşi gerçekleştirdik...

Kâzım Albay, “Modernizmin İslâm Düşmanlığı” başlıklı yazısında Modernizmin ve Oryantalizmin İslâm’ı ifsad faaliyetlerini ele alıyor.

Yine bu hafta Suriye Türkmen Meclisi Eski Başkanı Semir Hafiz ile bir söyleşi yaptık. Hafiz, İslâm coğrafyasındaki yaşanan hâdiseler hakkında konuştu ve “Lübnan’daki Sünnîler tehdit altında” dedi.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip-yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Nice sayılarda görüşmek dileğiyle...

Allah’a emanet olunuz.