Cevaplar karşısında bende oluşan fikir, diğerkâmlık gibi görünen bu davranışın altında yatan temel düşüncenin aşırı bireyselliğin sebep olduğu hodbinlikten başka bir şey olmadığıydı. O hodbinlik herhangi bir insan veya grupla ünsiyet kurabilmenin önünde de bir engeldi.

Birkaç ay evvel, insanı dehşete düşüren bir manzarayla karşılaştım, daha önce yazmadım ve yazmayı da düşünmedim; ama bugün o manzaraya numune teşkil edecek yeni örneklerle karşılaşınca yazmaya karar verdim. Mevzu gençliğin vaziyeti… Öyle “ah gençlerin hali ne kötü” minvalinde bir mesele değil bu, elbette müstesnalar var ve onların tenzih ediyorum.

Böyle bir giriş yapınca akla türlü ahlâksızlıklar, nobranlıklar vs. geldiği için “dehşet” kelimesiyle tanımladığım bu manzara, anlattıktan sonra kimilerine gayet normal, masum gelebilir. Ve hatta bazıları “ne var bunda, ne kadar güzel işte” karşılığıyla da yorumunu izhar edebilir. Fakat, benim nazarımda biraz sonra anlatacağım hadise, gençliğin vaziyetini tasvir bakımından dehşet kelimesinden başka bir şekilde izah edilemez. Çünkü, hatalı bir davranış bir şekilde düzeltilebilir de yerleşmeye başlamış bir şuurunda olmama durumunu değiştirmek büyük emek ve uzun zaman ister. Tıpkı o noksanlık oluşurken istediği gibi…

Çocukluğum okuldan eve geldikten sonra çantayı fırlattığım gibi sokağa koşmakla geçti. İstanbul’un birçok bölgesindeki çocukların erişmekte zorlanacağı bir imkâna da sahiptik; top oynamak için geniş alanları vardı mahallemizin. Açlık, susuzluk umurumuzda olmamacasına arkadaşlarla geç saatlere kadar futbol oynamak zevklerin en büyüğüydü. Her günün değişilmez bu aktivitesi, zamanla halı sahalara taşınıp haftada bir, ayda bir sıklığına gelerek kayboldu gitti ve ayda-yılda bir oldu.

Sokağın bir kültürü vardı ve biz o kültürle büyüdük. Top oynamak için ümitle sokağa koşanların sayısı fazlaysa en iyi oynayanlardan ve tabiî ki bir de topun sahibinden kurulu iki takım oluşturur maçımızı yapardık. Biz maç yaparken “mahallenin abileri” geldiğinde, adamları eksikse bizim aramızdan seçecekleri “gelecek vaadeden” arkadaşları da alıp onların top oynaması için maçı hızlıca bitirmeye çalışırdık. O kadroya girmek övünç kaynağıydı. Seçilmeyenler de buruk da olsa kenarda oturup o maçı izlemekten büyük keyif alırdı.

Her neyse, gelelim hadiseye…

Mahallemizde, sağ olsun Eyüpsultan Belediyesinin, önceden kum iken yaptığı ücretsiz bir halı saha var; yukarıda bahsettiğim evvel zamandan sonra yapılan bu saha, bizim biraz daha gençlik dönemimize denk geldi. O haftada bir sıklığındaki süreçte orada da “top oynamaya” gitmişliğimiz oldu.

O günlerden seneler sonra, geçtiğimiz aylarda arkadaşlar “akşam top oynayacağız sen de gel” dediler, ben de “seve seve” dedim. Saat 22:00 civarında sahaya gittiğimde ortalama 15-16 yaşında, belki daha da küçük gençlerin maç yaptığını gördüm. Sahanın kenarında oturup onları seyreden ve sırasını-sıramızı bekleyen en küçüğü 25-26 yaşlarındaki arkadaşlara, “çocukların maçı ne zaman bitecekmiş” diye sorduğumda, “Birisi 10’da, diğeri de 15’te mi ne bitecekmiş, ama gol olmuyor” cevabını aldım. Tabiî ki buradaki 10-15 saat değil, gol sayısı. “Birisi, diğeri” derken neyin kastedildiğini anlamaya çalışarak sahaya döndüğümde, “dehşet” diye tanımladığım o manzara ile karşılaştım. Azami 12 kişinin top oynayabileceği sahada takribi 25-26, belki de daha fazla genç ve üç tane top…

“Bu çocuklar ne yapıyor?” diye sorduğumda, sahada aynı anda iki maç yapıldığını, birkaç çocuğun da başka bir topla kalelerden birinin önünde “takıldığını” hayretler içerisinde öğrendim. İşte dehşet kelimesiyle ifade ettiğim manzara… Tabiri caizse iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalığın bulunduğu sahada, çocuklar ve toplar birbirine çarpıyor; ama hiçbiri, hiçbir kızgınlık belirtisi göstermeden oyunlarına; ne olduğunu bilmediğim ama adının futbol olmadığı kesin olan oyunlarına devam etmeye çalışıyorlar. Hem de hemen futbol sahasının 5-10 metre yanında, zemini kauçuk olan, yani çocukların, bizim küçükken hep yaptığımız gibi asfaltta oynamak zorunda kalmayacağı basketbol sahası boş dururken.

Alışık olmadığım bu manzara karşısında sahadaki çocuklardan en olgun görüneni çağırarak, “Bu nasıl saçmalıktır, oyununuzu bir an evvel bitirin, biz de top oynamaya geldik.” deyince “Gelin siz de oynayın abi!” cevabını almam beni iyice dumura uğrattı. Futbol desen değil, ne olduğu belli olmayan bu kuralsızlık yumağına davet… Anlayabilmek için, “Oynadığınız toptan ne anlıyorsunuz, neden böyle bir şey yapıyorsunuz?” diye sorduğumda aldığım “Biz oynarken onlar da geldi, gelmişler o kadar, bizi mi bekleyecekler, onlar da oynasın.” cevabı, işte yukarıda belirttiğim “masum gelebilir” kısmı…

Cevaplar karşısında bende oluşan fikir, diğerkâmlık gibi görünen bu davranışın altında yatan temel düşüncenin aşırı bireyselliğin sebep olduğu hodbinlikten başka bir şey olmadığıydı. O hodbinlik herhangi bir insan veya grupla ünsiyet kurabilmenin önünde de bir engeldi. Sahada bulunan her bir çocuk, sadece kendisi için oradaydı. Bu, bir araya gelip kolektif bir biçimde kuralına sadık kalarak bir oyunu oynamayı becerebilmelerini, bunu yapmak için oyunlarını bozan kişileri karşılarına alabilmelerini engelleyen bir bencillikti. “Önce biz geldik, biz oynayacağız!” diye birbirleriyle kavga etmeye bile girişememişlerdi; çünkü benliğini bir kenara bırakıp birlikte o sahaya geldikleri arkadaşlarıyla “biz” olamamış, herhangi bir ünsiyet kesbedememiş ve aidiyet kuramamış olmaları cesaret göstermelerine mâni oluyordu. Ait olmadıkları şey için mücadele edemezlerdi. Böyle olunca da ortaya çıkan oyunun futbol değil de başka bir şey olduğunun farkına varmaları ve onun zevkini tatmaları imkansızdı.

Bu kanaatlerimin sağlaması ise yaklaşık bir saat bekledikten sonra ortaya çıktı. Bizim gelmemizden öncesi ve sonrasıyla, sahadaki tüm maçlar -evet, maç değil tüm maçlar- yaklaşık iki saat sonra sona ermişti. Fakat o çocukların sahadan çıkmasını da tam tamına yarım saate yakın bekledik. “Haydi biraz hızlı olun” yollu her uyarımıza “tamam abi, çıkıyoruz işte” minvalinde her defasında edepsizlik dozu daha da artan cevaplarla karşılaştık. Bencilliklerinin sağlaması yapılırken vardığım yeni kanaat, bu çocukların hiç dayak yememiş olmasıydı ve aralarından en iri yarı olanı hepsinin ortasında güzelce bir dövülmeliydi… Bunun da sağlaması birkaç dakika sonra titizlikle yapıldı ve kanaatim doğruydu. Bahtsız çocuğun sahayı terk ederken arkadaşlarına isyanı ise “Bana neden sahip çıkmadınız?” şeklindeydi ve aslında sorusunun cevaplarını yukarıda vermeye çalıştım.

Ve hülasası; birlikte futbol oynamaya gittiği, karşısında kanlı canlı duran, birlikte gülüp eğlendiği arkadaşlarıyla ünsiyet kuramamış olan bir çocuk, herhangi bir mücerret-manevî mefhum ile nasıl bağ kurabilir ki? Tabiî ki kuramaz! Dolayısıyla bu mesele, bugün meselelerin en çetinlerinden biri olarak karşımızda duruyor.

Aylık Baran Dergisi 16. Sayı Haziran 2023