Batı dayatması Cumhuriyet devrimleri, sömürgeleşme mânâsına geliyor. Büyük Doğu’nun Batı ve Tarih muhasebesi yanında, İsmail Cem’den İdris Küçükömer’e ka­dar bu tesbitleri görebiliriz.
Fakat şimdi Batı bitti, Batının merkezî hüviyeti kayboldu; artık Batı eski cazibesini yitirdi.
Peki sömürgeler ne olacak? Tür­kiye ne olacak?
Tabiî ki Batı ve Amerika son âna kadar sömürgesini elinden çı­karmak istemeyecek, hatta onu kaybetmemek için destekleyecek­tir.
Şimdi Türkiye böyle bir avan­tajlı kavşak üzerinde.
Türkiye, yeni cazibe merkezi... Doğu’nun önemli bir unsuru hatta Osmanlı geleneğinden dolayı baş unsuru iken, Batı da Türkiye’den vazgeçmek istememektedir.
İçeride ise, bir yanda yarı Batılılaşan müessese ve nizamı ile bir Türkiye varken, diğer yanda kabına sığmayan, gömleğini yırtan ve bü­yümek isteyen (büyüyen de) bir Türkiye var.
Türkiye, Batı ile yakın temas et­miş olmanın dezavantajları yanında avantajlarına da sahib. Batılılaşmış fakat Batıyı da devirecek bir hüvi­yete sahib ülke mevkiinde. Yani, Türkiyede Batılılaşma çökerse, tüm İslâm coğrafyasında ve hatta tüm dünyada çöker. Hatta dünya bunun sinyallerini çoktandır vermeye baş­ladı bile. İşte Venezüella ve Latin Amerika ülkeleri, işte Kırgızistan ve Türkî Cumhuriyetleri, Japonya ve Asya kaplanları, ayrıca Afri­ka’nın birçok ülkesini de sayabili­riz.
Genç ve dinamik nüfusuyla Tür­kiye yeni bir devrime, yepyeni bir devrime muhtaç. Hatta açlık sını­rında, şiddetle bir devrime-bir inkı­laba muhtaç. İster fark edilsin ister edilmesin, büyük bir inkılâba açız!
Zengini-fakiri, askeri-bürokratı, işçisi-memuru, öğrencisi-öğretmeni bir köklü değişime, bir devrime, bir inkılâba hasret.
Hayatın bir statüko içinde git­mesi, insanların eski alışkanlıklar içinde olması ve ister istemez bu alışkanlıkları savunuyor olması bi­zi yanıltmasın!..
İktidarı alacak kadro, devrimi de pişiren kadro olacaktır.
Âniden patlayan devrimle ikti­dara hazırlıksız gelenler, bunun be­delini iktidardan kovalanarak öder.
Günübirlik örgüt ile hazırlıklı ve temelli örgüt farkı…
Cırcır böceği ile karınca farkı…
İster Hak olsun ister Bâtıl, her­kes için geçerli şu altın kural:
“İş bilenin, kılıç kuşananın­dır. ”
Fatih’in Ulubatlı Hasan’ının yaptığı gibi küfrün kalelerine tır­manmadan zafer bekleyenler, an­cak küfrü seyretmekle vakit geçi­ren miskinlerdir.
Dinimiz miskinliği reddeder ve Müslümana eşyâ ve hâdiseleri zapt görevi yükler.
Müslüman, Allah davası için ye­rine getirir bu görevini.
Batılı, Müslümandan daha çok teshir ediyor eşyâ ve hâdiseleri ama, sömürgecilik davası için yapıyor bunu.
Şu nükteli tesbite de temas et­meliyiz.
“İslâm ’da cihad yokmuş! İslâm ’da cihad yok ama Hristiyanlık ’ta var. O yüzden ta buralara giriyor, işgal ediyor. ”
Daha önce aktardığımız bu hu­susu, “terör uzmanı” Prof. Emin BalTRT Haber'de şöyle ifade ediyor:
«Müslüman direnişçilerin ey­lemleri üzerine hemen “Kur’an’da adam öldürmek yoktur” diye Kur’an’a başvuran Batılı, nedense kendisi Irak’ı bombalarken, Afga­nistan’da sivilleri öldürürken, aca­ba bütün bunlar “İncil’de var mı?” diye İncil’i açıp bakmıyor hiç.»
Bu Batıyı mı örnek alacağız?
Eğer ilim-hikmet ve teknoloji kastediliyorsa, bütün bunlar Batı­nın tekelinde mi?
“Hikmet, müminin yitiğidir; ne­rede bulursa alır.” İster Japonya, isterse Rusya olsun.
İnsanî değerler mi?
Bu da insanın içinde olacak. İt­hal olmaz.
Maddî sefaletimiz yanında ma­nevî sefaletimiz, acıtıcı bir şekilde gözler önünde değil mi?
Her yerde ve her sahada insan seviyemiz alarm sinyalleri vermi­yor mu?
Maddî açlığımız yanında ruh aç­lığımız ölüm sınırında veya ölmüş değil mi?
Bütün bu açlığımızı, kurtarıcı fi­kir ve onun aksiyonuyla yani Bü­yük İslâm inkılâbıyla giderebileceğimiz âşikar değil mi?
Ruh açlığımızın çözümü Büyük İslâm İnkılâbında.
Ama biz neredeyiz? Bunun he­yecanını nabzımızda duyuyor mu­yuz, yoksa nabzımız atmıyor mu?
Bekleyerek değil, peşinde koşa­rak ulaşabiliriz ona ve ancak böylece maddî ve manevî açlığımızı gi­derebiliriz.
Düşmanlarımız ise, bizim gıda­mız olmalı, oluş yolunda sıçrama tahtamız olmalı...
Aylık Dergisi 68. Sayı
Mayıs 2010