Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerinde hadislerin yeri, onun düşünce dünyasının temel taşlarından biridir. Kâzım Albayrak’ın Vav TV’de 23 Temmuz 2025 tarihinde İsmail Güleç’in sunduğu Enderun Sohbetleri programında yaptığı sohbet, Üstad’ın hadisleri hangi kaynaklardan beslenerek kullandığını, bunları hangi amaçla eserlerine işlediğini ve fikrî çizgisinde nasıl konumlandırdığını ortaya koyuyor. Dergimizde yayımladığımız bu sohbet, Necip Fazıl’ın fikir mirasına dair önemli bir pencere açıyor.

Enderun Sohbetleri’ne hoş geldiniz. Bugün Necip Fazıl'ı konuşacağız. Tabii Necip Fazıl deyince üzerinde konuşulacak o kadar çok konu var ki hepsini konuşmak mümkün değil. Biz onun eserlerinde geçen hadisleri konuşacağız. Necip Fazıl'ın hadis ilminden ve hadislerden yararlanmasını ve eserlerinde kullanma yöntemlerini bugün öğrenmeye çalışacağız. Kâzım Albayrak, “Necip Fazıl'ın Eserlerinde Hadis, Hikmet, Estetik ve Toplum” başlıklı bir kitap yayınladı. Biz bugün bu kitap muvacehesinde kendisinden Necip Fazıl'ın eserlerindeki hadisleri, hadisleri nasıl yararlandığını ve bize ne amaçla aktarmaya çalıştığını kendisinden öğrenmeye çalışacağız. Necip Fazıl'la olan ilginizin çok küçük yaşlardan itibaren başladığını görüyoruz. Necip Fazıl ile münasebetiniz ne şekilde, ne zaman başladı? Necip Fazıl'a ve eserlerine bu ilgi duymaya başlamanıza ne vesile oldu? Onunla başlayalım. Sonra eserlere ve hadislere geliriz. Hem de sizi yakından tanımış oluruz.

İlk gençlik yıllarımda, lisenin son sınıflarına doğru, Türkiye’de bir siyasi hareketlenme var; 75-76 yılları. Biz de kendi dünya görüşümüze yakın olan kişilere ilgi duyuyoruz, onlarla alaka kuruyoruz. O dönem gençlik teşkilatları içinde, Akıncı Gençler’in içerisinde yer alıyoruz. Necip Fazıl’ın tabii ki bütün gençlik üzerinde nüfuzu ve etkisi var. Üstad Necip Fazıl’ı da biliyor, seviyor ve takip ediyoruz. Milli Türk Talebe Birliği ve Akıncılar gibi gençlik teşkilatlarının içindeyiz; Necip Fazıl’ın konferanslarını da takip ediyor, gidiyoruz. Daha sonra Salih Mirzabeyoğlu yönetiminde Gölge Dergisi çıkıyor. Ben Gölge Dergisi’nin ikinci döneminde bulunuyorum. Gölge’nin bir aksiyon çizgisi var ve ardından Akıncı Güç Dergisi çıkıyor.

Bu dergilerin ikisi Necip Fazıl'ın etkisinde kalan gençlerin çıkarttığı dergiler mi?

Gölge Dergisi, Salih Mirzabeyoğlu’nun yönetiminde çıkıyor. Onu o çıkarıyor. Biz de orada çalışıyor, gayret ediyoruz. Akıncı Güç Dergisi çıkınca bu dergi Necip Fazıl’a ulaşıyor. Necip Fazıl, Akıncı Güç Dergisi’ni bağrına basıyor ve Akıncı Güç hakkında “Müjdelerin Müjdesi” başlıklı bir yazı yazıyor, ardından da “Işık” adlı yazısını kaleme alıyor. “Müjdelerin Müjdesi” o dönemde Ortadoğu Gazetesi’nde yayınlanıyor ve Necip Fazıl, Salih Mirzabeyoğlu’nu davet ediyor. Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Doğu çizgisinde yayın yapıyor fakat Necip Fazıl’la yakından görüşmemiş. Eskişehir’deki konferanslarına gitmiş, orada Büyük Doğu davasına gönül vermiş. Necip Fazıl, Salih Mirzabeyoğlu’nu davet edince, Salih Mirzabeyoğlu da yanında sekiz dokuz kişiyle birlikte bizi alıyor ve Erenköy’deki Üstad’ın köşküne gidiyoruz. Üstad ile fiilî olarak ilk tanışmamız böyle oluyor.

Peki, ondan sonra hayatınızın sonuna kadar herhalde Necip Fazıl, sizin için önemli bir yer tutuyor. Hayatınızda, daha doğrusu düşünce dünyanızda bir yer işgal ediyor. Siz, Necip Fazıl’da ne buldunuz da onu, yani bu yaşınıza kadar hâlâ onun eserleriyle meşgul oluyorsunuz? Necip Fazıl’ı sizin için bu kadar önemli kılan özellik neydi?

Fikir. Necip Fazıl’da aradığım şey fikirdi. Biz böyle hareketli bir ortamda doğduk, büyüdük, mücadele ettik. Bu hareketimiz için bize bir fikir, bir pusula lazımdı; ne yapmamız gerektiğine dair bir yön lazımdı. Yani içtimai ve siyasi bir düzen gerekiyor ve o düzen etrafında, bir fikir etrafında halkalanmamız gerekiyor. Bunun altını çizen, bunu bize vurguyla belirten Salih Mirzabeyoğlu oldu. Biz Necip Fazıl’ı şairlerin şairi, büyük bir şair ya da bir kahraman olarak biliyorduk. Salih Mirzabeyoğlu özellikle Üstad’ın “İdeolocya Örgüsü” adlı eserini, fikir yönünü, dünya görüşü yönünü ön plana çıkardı. İdeolocya Örgüsü’nde yoğunlaştıkça, bunun bir ömür boyu bize pusula değerinde olduğunu gördüm. Üniversitede, okumalarımda, farklı yerlerde tahlil ettikçe ne kadar büyük bir hazine olduğunu, nasıl bir pusula değeri taşıdığını anladım. Ve Allah’a şükür, bu yaşa kadar fikriyatla geldim.

Necip Fazıl’ın üzerinde konuşulacak çok yönü var ama biz bugün onun Hazreti Peygamber sevgisini ve hadisleri şiirlerinde ve eserlerinde kullanma biçimini sizden öğreneceğiz. Şimdi, kitabınızı okuduğumuzda –şöyle baştan sona olmasa da– önemli ölçüde gözden geçirdim. Dikkatimi çeken husus, Necip Fazıl’da derin bir Hazreti Peygamber sevgisi var. Ve aynı zamanda, dini bir eğitim almamasına rağmen –Necip Fazıl bir felsefe eğitimi aldı, değil mi, Fransa’da– daha sonradan öğrenmiş olmasına rağmen metinlerinde binlerce hadis-i şerif kullanıyor. Siz de bunları tespit etmiştiniz. Hazreti Peygamber’i sevmeyen birisinin, mesela “Çile” kitabındaki “Peygamber” şiirini yazması mümkün mü? Ben, izleyicilerimize hatırlatmak için müsaadenizle şiiri okuyayım.

Sen, fikir kadar güzel;
Ve tek, birden daha tek!
Itrını süzmüş ezel;
Bal sensin varlık petek

Sensin ölüme hisar;
Bâkisi hep inkisar…
Sar bizi çepçevre sar,
Rahmet rüzgârı etek!..

Sonra Esselâm eserinde “Nur” isimli şiiri geçiyor.

Yok, bile yokken O vardı;
O bir nur… Ki mutlak saffet.
Âdem, Allah'a yalvardı;
O nur için beni affet!

İşte bu bizim Süleyman Çelebi'nin “Mevlid”inde geçen bir bölümün farklı bir şekilde ifadesinden başka bir şey değil. Modern ifadesi. Aynı şeyleri söylüyor. “Aşk” başlıklı sizin noktalama dediğiniz, bizim müfret dediğimiz bir beyti:

Allah, Resul aşkıyla yandım, bittim, kül oldum!
Öyle zayıfladım ki sonunda Herkül oldum.

“O” başlıklı şiiri:

O, Allah'ın emriyle Kainât Efendisi;
Varlığın Tacı, varlık nurunun ta kendisi…

Yine “Ölçü” başlıklı bir şiiri:

Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!

Herhalde bu “sana uymayan ölçü hayat olsa teperim” bugün bizim, yani Müslümanım diyen herkesin kendisine şiar edinmesi gereken bir dize olduğunu söylesem bana katılır mısınız?

Size bu şiirleri okuduğunuz için teşekkür ederim, çok güzel seçmişsiniz. Şimdi, “bana katılır mısınız” dediğiniz yerde mesela Necip Fazıl’ın şöyle bir tespiti var; önce onu söyleyeyim, sonra şiirle ilgili bazı şeyler ifade etmek istiyorum. Necip Fazıl diyor ki:
“Sen hakikatten mi Resulullah’a gidiyorsun? Yoksa Resulullah’tan mı doğrudan doğruya tepesine iner gibi hakikate gidiyorsun?”

Bu ölçü, bu usul çok önemli. Bu şiirde de bu görülüyor. Şimdi şiirle ilgili de şunu söyleyeyim: Necip Fazıl’ın şiirlerini okuyup mest olmamak, âşık olmamak, şiirin büyüsüne, cazibesine kapılmamak mümkün değil. Fakat Necip Fazıl, şiirinden öte, şiirinden üstün; mütefekkir, fikir adamıdır. Şiirlerinin gölgesinde fikir yönünün kalması doğru değil. O, şiirlerinde duygulaşmış fikirdir; Necip Fazıl’ın şiirleri, fikrin şiir hâline dönmüş hâlidir. Buraya dikkat etmemiz lazım. Dolayısıyla bu şiirlerini açalım.

Kendisi zaten düşüncesini izah etmiyor mu? Burada “tek ölçü” diyerek bulunduğu yeri bize tarif ediyor. Yani bu, diğer şairler gibi çiçeğe, böceğe, sevgilinin saçlarının siyahlığına methiye düzen şiirlerden değil, tabii ki onun şiirleri.

Evet, O’nun gösterdiği, bildirdiği neyse o, diyor Necip Fazıl.

Şimdi kitapta, mükerrerleriyle birlikte 2.700’den fazla ama tekrarsız olarak 1.582 farklı hadis-i şerif tespit etmişsiniz ve bunlardan doğrudan yararlandığını söylüyorsunuz. Necip Fazıl’ın Fransa’ya felsefe tahsili için gittiğini biliyoruz. Ne ilahiyat, ne imam hatip öğrencisi, ne de bir medresede ya da onun dışında gayri resmî bir medresede bu dinî ilimleri tahsil ettiğine dair biyografisi, hakkında bir bilgimiz yok. Peki Necip Fazıl, bu 1.582 hadis-i şerifi sizce nerede, nasıl ve kimlerden öğrenmiş olabilir? Çünkü bir iki hadisi kulaktan duymuş olabilir ama 1.582 hadis-i şeriften bahsediyoruz. Bunu birilerinden öğrenmiş olması lazım.

Necip Fazıl’ın kaynaklarından bahsedeceğim. Önce, Necip Fazıl hadislere niye yöneldi? Bu hadislerde ne buldu, hadisleri nasıl işledi? Bu eserin alt başlığı “hikmet, estetik ve toplum”. Burada, Necip Fazıl’ın hadislere yöneliş gayesi görülüyor. Hikmet mevzuuna gelmeden önce hem sizin sorunuza cevap vereyim.

Necip Fazıl bu kadar hadise niye yöneldi? Kaynaklar tabii, Necip Fazıl’ın kaynakları Osmanlıca kaynaklar. En başta Abdülhakim Arvasi Hazretleri… Necip Fazıl’ın mürşidi. Abdülhakim Arvasi Hazretleri, Necip Fazıl’ın bu kadar eser vermesinin sebebi. Tasavvufa intisap etmesi, Abdülhakim Arvasi’ye bağlanması ve ondan aldığı feyizle gençliği yoğurma isteği… Dolayısıyla bir ideoloji, bir dünya görüşü ortaya koyma isteği. Zaten mürşidine gittiğinde “varlık sırlarını öğrenmek” niyetiyle gidiyor. Onu söylüyor. Yani mürşidi önce ona “Sen dünyalık için mi geldin?” diye soruyor. Daha sonra kısa bir tefekkürden sonra “Tamam” diyor. “Senin istediğin verilecek” diyor. Necip Fazıl, “Ben bu dünyayı tasarruf etmek istiyorum, ama Allah nizamı adına tasarruf etmek istiyorum. Benim işim bu” diyor. Necip Fazıl, yani mütefekkirlik yönü… Şairlikle doymuyor aslında. Şairlikle doymuyor; zaten büyük bir şair.

Yani onun susuzluğunu şiir kandırmıyor.

Bunu “büyük sanatkârlık” diye de söyleyebiliriz aslında. Yani şairliği bir basamak sadece ve onu daha üstte görürsek, mesela tasavvuf büyükleri şiir yazıyor; orayla bağlantı kurabiliriz, Divan edebiyatıyla bağlantı kurabiliriz. İşte öyle bir şiir bu. Büyük sanatkârlık. Oraya gönderme yaparsak, Necip Fazıl’ın söylediği o meşhur söz anlam kazanır: “Ver cüceye, onun olsun şairlik,/ Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.” diyor “Çile” şiirinin sonunda.

Necip Fazıl böyle bir yolculuktan geçmiş. Fransa’da eğitim görmüş, felsefe okumuş, genç bir şair olarak şöhreti yakalamış, el üstünde tutulan biri olmuş. Fakat doymuyor. Arıyor. Kâinatı arıyor, hakikati arıyor, hakikatin hakikatini arıyor. Böyle basit şeylerle doyacak bir insan değil. Yani deha çapında birisiyle, cins bir kafayla muhatap oluyoruz; öyle düşünelim. Sıradan bir insan değil. Onun çilelerini, inişlerini çıkışlarını da sıradan bir insan gibi değerlendirmememiz lazım. Yani bir insan esnafsa esnaf gibi değerlendirilir, öğretmense öğretmen gibi değerlendirilir; bir mütefekkirse mütefekkir, şairse şair gibi değerlendirilmesi gerekir.

İşte bu Necip Fazıl, burada hadislere yöneliyor. Hadislerde “hikmet” mevzuu devreye giriyor. “Hadislerde ne buldu?” diye sorarsanız, bunun devamında hikmet meselesini açmak lazım.

Hikmet, varlığın hakikatine vâkıf olmak demek. İşte Necip Fazıl’ın aradığı bu. Güzel ve isabetli işler yapmak demek. Hazreti Peygamber’e, Kur’an’ın yanında hikmet de verildi. Bu hikmet, ilim, amel, irfan ve marifet kademeleriyle oluşan, daha üst bir çizgi, daha rafine bir hâldir. Necip Fazıl’ın hikmetle, irfanla yakın bir alakası zaten var. İrfan ve sonraki basamağı hikmet.

Necip Fazıl şöyle söylüyor: “İrfan, arşın veya okka hesabıyla bir şahsın yüklendiği kuru malumat değil; sahibinde fikir ve ruh bünyesi hâline gelmiş bilgidir. Gıdanın döne dolaşa damarlarımızda kan hâline gelişi gibi. Kimse bize killerdeki erzakı gösterip o mikyasla kan sahibi olduğunu iddia edemez. Kimse de kamus ezberlemekle irfan sahibi olamaz.”

Evet, dolayısıyla hikmet ilmin üstünde. Necip Fazıl, bir hikmet adamı. Şunu söyleyeyim; Necip Fazıl’ın bu kadar İslâmî ilimler müktesebatına sahip olduğunu gençliğimden beri Büyük Doğu okuduğum hâlde biliyor muydum? Araştırdıkça, akademik çalışmalar yaptıkça, yoğunlaştıkça, topladıkça ortaya çıkıyor. Toplamayınca bu bilgiler hep parça parça kalıyor.

Bana sorsaydınız, mesela “Ya Necip Fazıl’ın eserlerinde kaç hadis var, kullanıyor?” deseydiniz, kesinlikle 1.582 hadis demezdim. 40-50, bilemediniz 100 derdim; o da çok bilinen, mâruf, hepimizin hoca efendilerin vaazlarında, hutbelerde duyduğu, herkesin aşina olduğu hadisleri düşünerek… 50-100 civarında bir şey tahmin ederdim. Ben de çok şaşırdım gerçekten. Sizin ifadeyle, toplayınca 1.582 hadis ortaya çıkıyor.

Tekrarlarla beraber 2.721. Çalışınca, toplayınca bu yoğunluk görülüyor. Ayrıca, toplayınca hadisler üzerinde yaptığı şerhler ve açıklamalar da ortaya çıkıyor. Hadis müktesebatıyla ilgili olarak, hadis usulü ve hadis ilmi konusunda da Necip Fazıl’ın bu literatüre vakıf olduğunu gördüm. Hatta eserlerinde, hadis usulüyle ilgili bir risale oluşturacak kadar bölüm bulunduğunu hayret ederek fark ettim.

Mesela o kitapta yine geçiyor, “Hadislerle Dünya Nizamı” diye bir teklifi var ve bu gerçekten dikkat çekici. Bunu biraz açar mısınız? Necip Fazıl bu “Hadislerle Dünya Nizamı”ndan neyi kastediyor, ne öneriyor?

Hadislerin sadece okunmak için değil, tatbik edilmek için olduğunu söylüyor ve seçtiği hadislerle bir dünya nizamı kuruyor. Necip Fazıl’ın “Hadislerle Dünya Nizamı” demesi, aslında “İdeolocya Örgüsü” demek.

O zaman şu soruyu sormak gerekiyor: “İdeolocya Örgüsü” adlı eserin temeli hadisler üzerine mi kurulu? Bu cümlede anlamamız gereken şey bu mu?

Evet, bunu söyleyebiliriz. Orada da çok kritik ve önemli hadisler var. Necip Fazıl, hadislerle bir dünya nizamı kurmak istiyor. Çünkü, “Varlık, o yüzden,” diyor, “Kâinâtın Efendisi,” diyor, “Âlemlerin Tacı,” diyor, “Varlığın Nuru,” diyor Allah Resûlü için. “O olmasaydı, olmak olmayacaktı.” Yani, tasavvufta ifade edilen bir dil var: Allah, kendi nurundan Muhammedî nuru yarattı. Buna göre Kâinatın Efendisi, varlığın sahibi Allah Resûlü. Dolayısıyla Necip Fazıl, varlığın hakikatine nüfuz etmek istiyor ya, işte hadislerle bu yüzden ilgileniyor. Zaten mürşidinin de bu yönde bir yönlendirmesi söz konusu. Buradan da hadislerden yararlanarak, hadisleri dünya nizamı kurmak için kullanıyor.

Hadisler, dünya için bize ölçü, “tek ölçü.” Şu soru gelebilir: “Kur’an varken neden hadislerden gidiyor?” Necip Fazıl gerçekten de daha çok hadis kullanmış, âyetleri daha az kullanmış. Bunun sebebi de şu: Hadisler pratiğe dair, yaşantıya dair müşahhas örnekler ihtiva ediyor. Kur’an ise terkip hâlinde hükümler veriyor, daha teorik bir çerçeve çiziyor. Hadisler ise hayatın içine dair, tatbike dair olduğu için Necip Fazıl buraya yöneliyor ve buradan seçtiği hadislerle bir dünya nizamı kuruyor.

Ben de düşündüm; “Acaba siz hadisler üzerine yoğunlaştığınız için mi âyetlere dikkat etmediniz?” diye aklımdan geçti. Âyetler de var elbette. Yoksa “hiç âyet yok” diye bir şey söylenemez.

Evet, var. 500’e yakın âyet var. Necip Fazıl’ın en çok kullandığı âyet, Bakara Suresi’nin 30. âyeti: “Ben insanı kendime halife olarak yarattım.” Necip Fazıl’ın bunu Kadı Beyzâvî’nin tefsir mealinden aldığını tahmin ediyorum. Oradan alıntı yaparak “Ben eşyaya ve hadiselere tasarruf etmesi için insanı kendim halife olarak yarattım” mealiyle, geniş şekliyle veriyor. O âyeti çok kullanıyor, o meal üzerinden anlatıyor.

Hadislerden ise en çok kullandığı “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” hadisi. Şimdi o hadise geleceğim; yani “O niye onu tercih etti, onun tercih ettiği hadislerle Necip Fazıl’ın düşünceleri arasındaki paralellik nedir?” onu soracağım size. Ama önceden ben de bu kitap vesilesiyle biraz daha düşünmeye başlayınca şunu fark ettim: Necip Fazıl’ın Esselâm adında manzum bir Siyer var. Sonra Çöle İnen Nur adında bir siyer kitabı var. Şimdi de “101 Hadis”i görüyorum. Aynı zamanda “Nur Harmanı” adında, manzum hadis tercümelerinden oluşan bir kitabı da var. Yani Hazreti Peygamber’le ilgili bayağı bir külliyatı var; 3-4 farklı türde kitap kaleme almış. Ben bunların hepsini teker teker biliyordum ama sizin kitap vesilesiyle yoğunlaşınca hepsinin Hazreti Peygamber’le ilgili olduğunu fark ettim, bu bütünlüğü düşünmeye başladım. Bir normal Siyer kitabı Çöle İnen Nur… Öbürü manzum Siyer kitabı Esselâm… Bir de sözlerinin manzum tercümeleri… Bizde “40 hadis tercümeleri”, “101 hadis tercümeleri” edebiyatımızda yaygın bir türdür. Şairler, Hazreti Peygamber’in insanların günlük hayatında kendilerine ölçü almalarını istediği, tatbik edecekleri, devamlı hatırlamaları gereken hadis-i şerifleri manzum olarak tercüme etme geleneğini sürdürür. Necip Fazıl da bu geleneğe devam ediyor. Siyer geleneğine devam ediyor, hadis tercümelerine devam ediyor. Bu, onun sadece hadis-i şeriflere değil, Hazreti Peygamber’e karşı olan derin ilgisini de gösteriyor. Şimdi gelelim asıl soruya: Çöle İnen Nur… Siz aynı zamanda ilahiyatçısınız, birçok siyer kitabı okudunuz. Necip Fazıl’ın siyer kitabının, diğer siyer kitaplarından sizce bir farkı var mı? Varsa nedir?

“Çöle İnen Nur”un muhakkak farkı var. Fakat onu asıl farklı kılan, gelenekten süzülmüş bir eseri estetik bir dille, modern bir anlatımla ve çağa hitap edecek öncelikleri gözeterek sunmasıdır. Necip Fazıl, İmam Kastalani’nin “Gönül Nimetleri” eserini tercüme etmiş ya da sadeleştirmiştir. Buna rağmen “Çöle İnen Nur” diye bir eser ortaya koyma ihtiyacı duydu ve bunu yirmi yıllık bir süreçte hazırladı. Kendi üstün estetik dilini kullanarak ve hikmeti merkeze alarak Allah Resûlü’nün hayatını yeni nesillere aktardı. Çünkü bir kopukluk yaşanıyordu; bir devrim sürecinden geçilmişti. İslâmî ilimler yasaklanmış, İslâmî eğitim yasaklanmıştı. Necip Fazıl’ın geldiği döneme dikkat edelim: Allah Resûlü’nün toplumdan tamamen dışlandığı, eğitimden uzaklaştırıldığı bir dönem… Necip Fazıl böyle bir ortamda ortaya çıktı. Ve biliyordu ki, bu toplum Peygamber sevgisiyle ayakta duracak; bu toplum ancak o sevgiyle yükselecek. Dinî hayatı canlandırmak için “Çöle İnen Nur”u yazdı. Bunu bilinçli yaptı. Varlığın hakikatini aradığını ve bunu hadislerde bulduğunu söyledik. Peki bunları bu topluma nasıl yeniden kazandıracaktı? Necip Fazıl bir aksiyon adamı. Her şeyden önce, sadece fikir yazıp, şiir yazıp bir kenarda oturacak biri değil.

Necip Fazıl’ın özelliklerine bakalım: Necip Fazıl bir şair. Peki, “Fildişi Kule”de mi oturuyor? Sadece “sanat için sanat” mı yapıyor? Hayır, yapmıyor. Cemiyete atılıyor. Necip Fazıl bir mürit. Peki bir tekkede oturup kenara mı çekiliyor? Hayır. Aksiyon alıyor. Dolayısıyla Necip Fazıl, Peygamber sevgisini toplumda yeniden yaşatmak, onu diriltmek için “Çöle İnen Nur”u yazıyor. Ve o estetik diliyle çok güçlü bir eser ortaya koyuyor. Ben biraz önce söyledim, ilahiyat öğrencisiyim. Yüksek İslâm okudum. İlahiyat da aynı şey. Ama şunu söylemeliyim: Necip Fazıl’daki edebî gücü, ilahiyatta görmedim. Necip Fazıl’ın altını çizdiği hususları orada görmedim. İlahiyatta ilim öğretiyorlar, Necip Fazıl irfan ve hikmet öğretiyor. Necip Fazıl, edebiyatı başa alıyor. Sahâbîlerle ilgili vurguyu ilahiyat kitaplarında görmedim; Necip Fazıl’da gördüm. İmam-ı Rabbânî’nin şu sözünü alıyor: “Velilerin en büyüğü, sahâbîlerin atının burnuna kaçan toz olamaz.” Sahâbîleri erişilmez bir yere koyuyor. Sahabe sevgisini ön plana çıkarıyor.

Evet, Necip Fazıl Peygamberimizin ashabını da övüyor. Onlara dair, özellikle kendi düşüncesini ve o anda anlatmak istediği konuya uygun bir isim varsa mutlaka onu bize hatırlatıyor ve öğretiyor. Hatta ona bizim hayranlık duymamızı isteyecek şekilde anlatıyor.

İşte bu edeple, fikirin ilgisi var. Edepin, ahlak ve estetikle de ilgisi var. Necip Fazıl’ın özellikleri arasında bunları rahatlıkla sayabiliriz. Necip Fazıl’ın dinî ilimlerle ilgili çok önemli bir katkısı olmuştur. Hikmete dayanmayan ilme mesela Osmanlı kıymet vermez. Çünkü hikmete dayanmayan ilim bize yol gösteremez; yol gösterecek olan hikmettir. Diğer türdeki bilgi tekniğe girer; onu teknik ve ilim olarak alırsın, o ayrı bir şeydir.

Necip Fazıl, dinî hayatı canlandırmak istediği için ve edeple –ki dinin temeli edeptir– bu mevzuları çok güzel ifade etmiş, altını çizmiştir. Çünkü bu edep, imanla da alakalıdır. Kendisi bir dava ve aşk adamı olarak ortaya çıkmış ve fikriyatı da bu doğrultuda şekillenmiştir. Mesela Büyük Doğu nedir? Şöyle tanımlıyor Necip Fazıl: “Büyük Doğu, İslâmiyet’in emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezhep ne de yeni bir içtihat kapısı… Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği “Mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyet’e yol açma geçidi.” Yani Büyük Doğu bu. Bu amaçla Üstad ortaya çıkıyor ve peygamber sevgisini önce kendisi içselleştiriyor. Mesela, Üstad’ın eserlerinde “Ya Muhammed” diye bir hitap yoktur. Çünkü bunu mürşidinden alıyor. Mürşidi ona, “Bu şekilde hitap etme. ‘De ki’ diye âyet başlarında var ama ‘Ya Muhammed’ koyma,” diyor. “O olmaz,” diyor. Bu, onun saygısını gösteriyor. Kâinatın Efendisi’ne has ismiyle hitap etmeyeceksin, diyor.

Tasavvufta bir edepsizlik kabul edilir genelde. Ondan dolayı herhalde

Evet. Ondan dolayı bu kadar hassasiyeti var. Necip Fazıl, İslâmî ilimlerle ilgili medrese görmemiş. Osmanlı’nın son döneminde okumuş, belli bir eğitimi var elbette. Arapçası da var, İngilizcesi, Fransızcası da. Diyelim ki derinlemesine bir medrese eğitimi almamış. Fakat Necip Fazıl, ilim ehlinden daha üstün olarak hikmet ehlidir. Bu seviyenin üstünde, bu şer’î incelikleri alıp çıkarmış ve çok güzel bir şekilde sunmuş; hem de estetik bir dille sunmuş. Şimdi, estetik nedir? Necip Fazıl “Estetik idrakı başa alın,” diyor. Çünkü estetik, hesap kitap sordurmadan yakalayıcı ve fethedicidir. Yani kaba bir insandan hak bir davayı alamazsınız. Hak bir davayı çirkin bir kapta sunamazsınız.

Efendim, ne kadar lezzetli olursa olsun… Kapısının önü sineklerle dolu bir lokantadan yemek yer miyiz? Çok güzel. Yani gider miyiz içeri? Girmeyiz. Buradaki herhalde, sunumda kabalığın, savrukluğun ve çirkinliğin hiçbir şekilde olmaması; davranış, tutum, her bakımdan da güzelliğin hâkim olması gerektiğini bize tavsiye ediyor.

Ben İslâmî ilimlerle ilgili yıllardır eğitim aldım. Necip Fazıl’a iyice yoğunlaştıkça onun bu kadar çok hadis ve âyet kullandığını gördüm ve klasik eğitimdeki ölçüleri – fıkıh olsun, kelam olsun – çok güzel şekilde özümsediğini, onların özünü alıp eserlerine koyduğunu fark ettim. Mesela Necip Fazıl şu sözü söylemiş birisidir, bakın:
“Şeriat, gelmiş geçmiş bütün nizamlar üstünde tek yoldur. Büyük Doğu ideali, tek zerresini feda etmeksizin İslâm’a yol açmanın sistemidir.” Ve yine şunu diyor: “Ben bazı şer’i ölçüler üzerinde etütler yaptığım zaman, bulduğum ölçüler içinde aldığım hazzı, hissettiğim konforu dünyada hiçbir şiirden almıyorum.” Bunu söylüyor Necip Fazıl. Bu sözünün ispatı ise o eserleridir: İman ve İslam Atlası, Çöle İnen Nur, Nur Harmanı, Çile… Hepsi bu sözlerinin ispatıdır.

Şimdi, biraz hadislere gelelim. Siz kitaplarınızı tabii, 1.582 hadisin hepsini incelemek mümkün olmayacağı için ilk kırkını galiba, en çok geçen, en sık tekrar edilen 40 hadis-i şerifi alıp çalışmanıza değerlendiriyorsunuz. Öyle değil mi?

Ben o zahmete de girdim Allah’ın izniyle. Bütün hadislerini bir heyet vasıtasıyla tahric ettirdim. Ama yayınlamadım. Dediğiniz doğru, burada 40 hadis var.

1582 hadisten kaç tanesi mevzu? Şimdi merak edenler olabilir, onun adına sorayım. Mevzuu hadis var mı?

Necip Fazıl’ın hadis kaynakları ve sıhhat durumu nedir? Onu da cevaplayayım. Necip Fazıl tekrarlı 2700 küsur, tekrarsız ise 1582 hadis kullanmış olup, bunların kaynakları itibarıyla yüzde 50’si Kütüb-i Sitte’de geçiyor. Yani bunların yüzde 30’u Buhari ve Müslim’de geçiyor. Kütüb-i Tis’a olarak ele alırsak, 9 hadis kitabı, yüzde 60’ı orada geçiyor. Bütün diğer hadis müsennefatını da katarsak hepsiyle beraber bu oran yüzde 97’ye varıyor.

Yani yüzde 97, sahih hadis kitaplarında geçen hadisler.

Bunların bir de tekrar sıhhat durumunu incelettim ben. Onun da neticesini burada söyleyeyim, eserde de var. Bu hadislerin yüzde 57,5’i sahih, yüzde 20’si hasen, yüzde 22,5’i zayıf. Yani bunların yüzde 97,5’i sıhhat derecesine sahip. Yüzde 2,4’ü mevzuu veya hadis müsennefatında bulunamayan. Mevzu deyip damgalayamayız. Hadis müsennefatında bulunamadı demeyi tercih ederim.

Mutasavvıfların kullandığı hadis-i şerifler…

Tefsirde de var, kelâmda da var, tabakat kitaplarında da var. Bunlar hadisler. Dolayısıyla Necip Fazıl buradan almış.

Yani klasik dönem metinlerinde geçen hadisleri kullanmış. Şimdi ben aslında okurken dikkatimi çekti, sizlerle de paylaşayım. 40 hadis kitabı biliyorsunuz, az önce de bahsi geçmişti. Edebiyat geleneğimizde ve bizim dini gelenekte yer alan bir şey. Bakarken gönlümden şöyle geçti: Necip Fazıl’ın en sık kullandığı 40 hadisi, kullandığı yerlere göre açıklayarak küçük bir kitap olarak hazırlasanız, çok hoş olur diye düşündüm. Bilmem ne dersiniz?

Bu teklifiniz de hoş olmuş.

Çünkü Necip Fazıl’ı tanımak istiyorum. Hani onun eserleri, hadisle bu kadar çok uğraştınız. 40 hadis, işte en sık geçen hadis-i şerif, not almıştım. 20 defa “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” mesela bunu. Evet. Bunu yazacaksınız, yazmanız, ben ne bekliyorum? Yazıyorsunuz. Sonra arkasından da “Necip Fazıl bu hadisten ne anlamış, niye kullanıyor ve bu hadiste bize ne söylemek istiyor?” Bunu açıklayan, böyle birkaç sayfa… Çok sayfalar dolusu değil tabii. Yüzlerce sayfa değil. Böyle 60-70 sayfayı geçmeyecek, şöyle küçük bir “40 hadis – Necip Fazıl’ın 40 hadisi” gibi bir şey, çok bana sevimli geliyor. Çok munis geldi, makul geldi. Bu vesileyle size söylemiş olayım. Belki dua niyetine geçer. Bundan sonraki çalışmalarınızda da bir değerlendirmeyi düşünürseniz mutlu oluruz tabii.

İnşallah.

Şimdi hazır yeri gelmişken, en sık geçen hadisi 20 defa tespit etmişsiniz. Evet: “Bir günü biri gününe eş geçen aldanmıştır.” Ve siz bu hadisi mihver hadisi olarak görüyorsunuz. Mihver dediğimiz şey, merkeze alınan, merkezde duran demek. Yani Necip Fazıl’ın düşüncelerinin, aksiyon adamı olduğunu söylediğiniz çalışmalarının merkezinde, temelinde, mihverinde bu hadis var. Peki, Necip Fazıl’ın bu hadisi bu kadar sık kullanmasının, öne çıkarmasının, bize sürekli hatırlatmasının sebebi ne olabilir?

Necip Fazıl, dinî hayatı canlandırmak ve topluma İslam’ı nakşetmek istiyor. Aslında Necip Fazıl’ın üzerinde çok durduğu bir kavram var: “İslâm İnkılabı.” Bu kavramı defalarca vurguluyor. Onun temel eseri ise İdeolocya Örgüsü… Bu, bir toplum projesidir. Necip Fazıl’ın baş eseri. Burada bu mevzuyu işliyor. Necip Fazıl, Dünya Bir İnkılap Bekliyor eserinde şöyle diyor: “Dünyanın beklediği bu inkılap üç daire halinde. Dış daire dünya, içindeki dünya İslâm âlemi, onun da içinde Türkiye. Asıl Türkiye. Merkez Türkiye.”

Bugünkü dünyanın hâli, dünyadaki Müslümanların hâli; Filistin’de, Gazze’de, Myanmar’da, Doğu Türkistan’da, her yerde yaşanan zulümler… Bunların hepsi, Türkiye’yi tarihi kimliğine, tarihi rolüne dönmeye çağırıyor. Aslında Necip Fazıl, bu milleti tekrar ayağa kaldırmak, şahlandırmak isteyen bir öncü fikir adamı, aksiyon adamı ve sanat adamı. Bu üçü de onda mezc olmuş durumda. Dolayısıyla Necip Fazıl, Varlığın Tacı Kâinâtın Efendisi’ne başvuruyor; mürşidinin yönlendirmesiyle oraya yöneliyor. Oradan aldığı ışıkla tekrar topluma dönüyor ve “gemileri yakıyor” tabiri caizse; serdengeçti olarak meydan yerine çıkıyor. Ve böyle bir gençlik yetiştiriyor. Onun peşinden gelen gençlik… O “serdengeçti gençlik” bizatihi daha sonra sahnede görüldü. İslâm’a sahip çıkma noktasında görüldü. Bundan sonra da –ömrümüz yeterse– göreceğiz inşallah. Necip Fazıl’ın bu planı, bu projesi, bu toplum için. “Merkez Türkiye,” diyor. Buradan sonra İslâm âlemi kalkınacak. Şimdi ben de mesela İslâm âlemine gittim.

Türkiye kalkmadan İslam âlemi kalkınamaz mı?

Tabii ki bunu kesin bir şart gibi dayatamayız, böyle bir şey söyleyemeyiz. Siyasî bir tespit bu. Bağdat’ta İslam Halk Konferansı’na davetli olarak gittim, Körfez Savaşı esnasında. Ben orada çıktım konuşma yaptım. Mesela “İslâm bayrağı tekrar Türkiye’de yükselecek” diye bir ifade kullandım. Salon orada olarak ayağa kalktı. Ben mesela bunu bir ümit olarak söyledim. Böyle onları coşturmak için söylemedim. Ben bir tespit olarak, belki Büyük Doğucu olduğum için bu tespiti yaptım. Ama bu bir vaka, bir karşılığı var.

Karşılığı da var diyorsunuz.

Bundan dolayı Necip Fazıl, bu “İslâm İnkılabı”nı özellikle öne çıkarıyor ve bunun kalbi mesabesinde olan İdeolocya Örgüsü’nün merkezinde Devlet ve İdare Mefkuresi yer alıyor. Devlet ve İdare Mefkuresi… Yani bizim istediğimiz, inancımıza uygun devlet ve idare modeli nedir? Necip Fazıl bunu çizmiş. “Başyücelik Devlet ve İdare Mefkuresi” demiş. Yani önümüze bir pusula koymuş, bir proje koymuş. Bunu da bir İslâmî mütefekkir olarak yapmış. Bu çok önemli çünkü bir modelin olmadan, bir projen olmadan inşa edemezsin. Yani biz, bir seküler rejim içerisinde Batı taklidi, Batı kırması diyelim… Garbzede olmuş birisiyle gidemeyiz. Böyle bir eğitim sistemi, hukuk sistemi, ahlak sistemiyle gidebilir miyiz? Kabul edebilir miyiz? Onların aile yapısını biz kabul edebilir miyiz? Onların inanç yapısını kabul edebilir miyiz? Edemeyiz. Bize hiçbir bakımdan, bir Müslüman olarak kabul edemeyiz. “Ne olacak?” sorusunun cevabını ise Necip Fazıl koyuyor. Müslümanların önüne bir ışık olarak koyuyor.

Şimdi siz Necip Fazıl’ı çok yakından tanıyorsunuz. Biliyorsunuz, hem eserlerinden hem de fikirlerinden neredeyse ömrünüz onunla geçti anladığım kadarıyla. Peki, bugün yaşasaydı Necip Fazıl… Yani son 20-30 yılda yaşasaydı – çünkü onun yaşadığı dönemin Türkiye’si ve dünyası ile bugünkü dünya biraz değişti, farklılaştı – sizce en çok hangi hadisi, hangi hadis-i şerifi mihverine alırdı?

Dönemin şartlarına göre hadisler ön plana çıkar. Bunu ulema da yapmış., İmam Nevevî yapmış Riyazü’s-Salihin’de. İmam Suyûtî yapmış.

Çünkü hadisler bir ilaç, burada bir hastalık var. Hastalık neyse o ilaçlardan seçiyorsun ve topluma veriyorsun. Dolayısıyla değişir.

Çok güzel söylediniz. Şimdi o zaman “hastalık değişti mi?” diye soracağız. Hastalık değiştiyse ilaçlar da değişir. Ama benim kanaatimce hastalık değişmedi. Çünkü biz aynı süreç içerisinde yaşıyoruz. Yani Necip Fazıl eskimedi. Neden? Bir kere aynı sorunlarla muhatabız. Aynı siyasi süreç içerisindeyiz. Aynı rejimle, aynı bir düzenle, aynı karma bir hukuki yapıyla muhatabız. Hâlâ kimliğimizi, kişiliğimizi arıyoruz. İşte yeni anayasa teklifleri, reform, şunlar bunlar konuşuluyor Türkiye’de. Bir arayış içerisinde. Tam oturması söz konusu. Türkiye’nin yolunu, rayını bulması söz konusu. İşte bugün konuşulacak, tartışılacak şey Necip Fazıl’ın ortaya koyduğu Başyücelik Model’idir. Necip Fazıl bugün yaşasa, bugün de gene aşağı yukarı aynı hadisleri alırdı, ama bu yolda yorumcuların buna yeni hadisler ilave etmesi de mümkündür.

Evet. Şimdi, programın sonlarına doğru yaklaşırken Necip Fazıl’ın kullandığı hadisleri ve onlara yaptığı yorumları biraz daha somutlaştıralım sohbetimizi. Sizin çalışmalarınızı da somutlaştıralım. Mesela onun Nur Harmanı eseri Bizimle paylaşacağınız hadis-i şeriflerinden ve Necip Fazıl’ın bu hadisle ilgili yorumlamasından bahsedebilir misiniz? Şu hadis-i şerifi şu şekilde – hani az önce hikmetten bahsetmiştik ya – örnek üzerinden bize açıklayabilir misiniz? Yani bu anlattığınız şeyleri somutlaştırma niyetindeyim. Çünkü izleyicilerin de aklına şu soru gelebilir: “Bu Necip Fazıl hadis deyip duruyor bu nasıl bir şey?”

Bir misal vereyim. Mesela “İş ve İdare Ölçüsü” başlığında şöyle diyor Necip Fazıl: “Garp’tan öğrendiğimiz ‘Milletler layık oldukları hükümetlere ererler’ hikmetinin her şeyde olduğu gibi aslını ve ruhunu görünüz. Âlemde hiçbir söz, bu hikmeti, bu sade ihtişam içinde canlandıramaz.” Hadisi veriyor şimdi: “Bulunduğunuz hale göre idare edilirsiniz.” Necip Fazıl’ın yorumu da yukarıda, en başta verildi.

Yani idarecileri suçlamayın, kendinizi suçlayın diyor. Öyle mi?

Evet. Öyle diyor.

Bu açıdan baktığımız zaman hadis-i şerifler her şeyi bize gösteriyor aslında.

Bu mesela Necip Fazıl’ın 6. sıradaki hadisi Veda Hutbesinde, “Zaman, gaye noktasına erişti,” diye Allah Resulü’nün bir sözüdür. Burada da Necip Fazıl’ın varlığın gaye noktası Allah Resulü’nün gelişiydi, diye yorumluyor. Veda Hutbesi’nde mesajını tamamladı ve bu söz onu ifade ediyor, “Bütün kelâm üstü bir sözdür,” diyor. “Gaye noktasıdır,” diyor. Necip Fazıl’ın bu şekilde hadisleri, İslâm tarihini, sahâbîleri – velev ki sahâbîler devrinde olan ihtilaflar olsun – onları yorumlayışı, nazik bir şekilde yorumlayışı… İslâm tarihine bakışı, Osmanlı’yı yorumlayışı, beş asırlık tarih muhasebesini Kanuni’den itibaren yapışı, Abdülhamid Han’ı miftah olarak görüşü… Bunlar Büyük Doğu’nun karakteristik özelliklerdir. Dolayısıyla bunları her yerde bulamayız.

Şimdi hep olumlu taraflarından baktık. Bir de eleştirel bir durum söz konusu. Yani Necip Fazıl’ın hadis-i şerifleri siyasallaştırdığı şeklinde bir eleştiriye söz konusu olmuş mu?

Hayır. Hadisler hikmet demektir. Hadislerde her şey var: siyasi hayat var, iktisadi hayat var, ahlak var, hukuk var, hepsi var.

Yani o, siyasetine hadisleri alet etmedi. “Hadislerin siyasetini yaptı,” mı diyorsunuz?

Evet. Buna “siyaset-i şer’iyye” de diyebiliriz. Yani Necip Fazıl’ı tanımlarsak; “Şeriattan kıl feda etmeden, onu eşya ve hadiselere hâkim kılmanın dünya görüşünü örgüleştirmiş adamdır.” Necip Fazıl’ın rolü ve misyonu budur. Bunu yapmıştır. Bu, bizim için bir hazinedir. O, kurucudur, öncüdür. İslâmî ilimlerde de böyle bir müktesebat ortaya koymuştur. Neden koyduğunu zaten izah etmeye çalıştık; dinî hayatı canlandırmak istemiştir. Hadislere yönelmesinin sebebi, Peygamber merkezli olmasıdır. Peygamber merkezli olmasının çağımızda daha da büyük bir ehemmiyeti var. Çünkü oryantalist akımdan gelen “peygambersiz bir İslâm” anlayışı var.

Bu da ona cevap oluyor değil mi?

Tabii. Bu, yani modernizme karşı bir cevap oluyor.

Yani “Peygambersiz din olmaz,” diyor Necip Fazıl.

Peygamberle gideceğiz, yani vasıtasız olmaz. “O, Allah’ın emriyle Kâinât Efendisi;
Varlığın Tacı, varlık nurunun ta kendisi…” diyor bir şiirinde.

Necip Fazıl bunlardır aslında, şiirden öte… Bunları izah ettik. Dolayısıyla burada bizim yani imanlarımızı aslında korumaya yönelik bir yönü var Necip Fazıl’ın. Dikkat edin, Necip Fazıl öncü olarak yapıyor ve bunu hikmet gözüyle yapıyor ve çok güçlü bir dil ve diyalektikle yapıyor. Ve o “peygambersiz İslam” belki onun zamanında o kadar yaygın değildi. Mesela Üstad çok güzel bir şekilde bize altyapı veriyor.

Şimdi ben, bir kitaba çalışmanıza yönelik bir eleştiri kabilinden gelebilecek bir soruyu müsaadenizle yöneltmek istiyorum. Gerçi belki bu soruyu daha önce sormalıydım. Şimdi kitapta 1582 hadisten bahsettik ya, tespit ettiniz. Şimdi hadisleri bahsederken, tespit ederken “Hadis-i şerifte buyuruyor,” dediği yazdığınız, onu aldığınız… 1, 2, 3 diye saydınız, yoksa metinlerde geçerek, burada hadis olduğunu söylemeden bir hadis-i şeriften bahsediyor diye de not aldığınız oldu mu?

İşareten hadisleri de aldım. Ama o kesin olduğunu, işaret olduğunu anlayınca.

Zaten diyor “Hadis-i şerifte Peygamber buyuruyor,” diyor. O kolay. Tamam.

Bir de işaret olarak kullanıyor. Hadisin manasını veriyor.

Sadece hadisin hadis olduğunu söylemiyor. Onları da aldınız.

Aldım, evet.

Peki, bunlar arasında acaba sizin de hadis tespit edemediğiniz, aradan kaçan hadislerin olma ihtimali yok mu?

Onu da söyleyeyim, tabii ki oldu. Büyük Doğu Külliyatı – 112 cilt bir külliyattır – bunlar içerisinde taramayla hadisler tespit edilirken gözden kaçanlar olmuştur.

O zaman şunu diyeceğiz: Bir başkası biraz daha baktığı zaman 1582 sayısını 1600-1700’e çıkartabilir.

Çok çıkacağını sanmıyorum İsmail Bey, çünkü gözden kaçanların çok olmadığı kanaatindeyim.

Öncelikle kitap için tebrik ediyorum. Bize Necip Fazıl Kısakürek’in peygamber sevgisini ve hadislere olan merakını, ilgisini, iştiyakını eserinizle göstermiş oldunuz. İkincisi olarak da programımıza kırmayıp geldiniz, tekrar teşekkür ederim.

Rica ederim. Necip Fazıl’ın bir sözüyle bitirmek istiyorum. Necip Fazıl diyor ki: “Şeriat aşkı ve heyecanına geçmeden bu gidişle bize hayat hakkı yoktur.”

Eyvallah. Teşekkür ederiz.