Aylık Baran Dergisi’nin yayın kurulu üyesi Kâzım Albayrak'ın Büyük Doğu Akıncıları Ankara şubesinde 10 Mayıs 2025 tarihinde yaptığı konuşmanın tamamı...

Kıymetli misafirler, sevgili gönüldaşlar!

Sözlerime, her ikisinin de doğum ve ölümleri mayıs ayında olan Necip Fazıl Kısakürek'in 42. ve Salih Mirzabeyoğlu'nun 7. vefat yıldönümünde onları rahmet ve minnetle anarak başlamak istiyorum. Ayrıca bu programı organize eden Büyük Doğu Akıncıları Derneği Ankara Şubesi yöneticilerine de çok teşekkür ederim.

Sohbetimizin başlığı “Büyük Doğu-İbda Fikriyatı ve İdeolocya Örgüsünün Hayata Tatbikinin Zarureti”dir. Bu başlık aynı zamanda fikir ve aksiyon demektir. İdeolojinin tanımı şöyle yapılmaktadır: İdeoloji, ferdin ve cemiyetin inşaında bütün esasları veren fikirler manzumesi. İdeoloji, dünya görüşü demek olup bir başka deyişle eşya ve hadiselere dair tasarımlar bütünüdür. Demek ki ideoloji ile hayatın bütün şubelerinin kuşatılması amaçlanmaktadır. İdeoloji kavramında sanat da iktisat da dinler de vardır. Netice itibariyle ideoloji, hayat tarzı demektir. Bu tanımlardan şu da anlaşılıyor ki insanî hakikati arama davası üzerindeyiz ve bir ideolojiye mensup olanlar o ideolojinin haysiyeti bakımından önce bu hususu (varoluş) idrak etmelidir. Bu doğrultuda sohbetimizin başlığını “İdeoloji ve Yaşamak” olarak da anlayabilirsiniz. Ayrıca hayatın bütün alanlarını kuşatan fıkıh kavramından dolayı bu sohbetimize “Fıkıh ve Büyük Doğu-İbda İlişkisi” de denilebilir. Zira itikat, ahlâk ve amel kavramları da bu fikriyatta görülür. Nitekim bunları vaktimiz elverdiğinde açmaya çalışacağız.

Nasıl bir fert ve toplum anlayışına sahibiz?

İnsan eşya ve hadiseleri tanımak ve tanımlamak ihtiyacında bir varlık. Öyle ki izahsız duramaz, kendini, aile ve çevresini bir şekilde izah eder. Ayrıca o, duygu, düşünce ve irade faaliyetleriyle çevresini kendine mal etmek ve zapt etmek ister. Her şeyden önce onları tanımlamak ve zihnen kuşatmak ister ki kendi de konumlanabilsin. Aksi halde kendini daima boşlukta ve huzursuz hisseder. Bundan dolayı yalan da olsa bir izaha inanmak zorundadır. Hiçbir şeye inanmayanın da inancı o haline göredir.

İnsan kâinat ile kendi ilişkisini izah etmek zorunda, ancak hayatı da mutlak olarak izah edemez. Neticede insan fikirsiz yaşayamaz. En alelâde insanın bile bir fikri vardır. “Ben kimim”, “çevrem nedir”, “nasıl yaşamalıyım?” sorularını sorar ve yaşamak için bunları bir şekilde cevaplandırır.

Demek ki “Nasıl bir fert ve toplum anlayışına sahibiz?” sorusundan kaçamayız. Bu sorunun cevabı insanın ideolojik yönelişidir. Mevcut sistemi ya gönüllü ya sürü olarak benimseyebilir veya bağlı olduğu dünya görüşüne göre bir hayat tarzı tutturur ve gerekirse mevcut rejimle çatışmaya girer. Kısaca insanın her davranışının temelinde bir ideoloji vardır. İster bunun şuurunda olsun ister olmasın. İster bu ideoloji noksan veya kâmil olsun, tutarlı veya dağınık olsun.

Neden ideolojiye ihtiyaç var? İdeoloji olmazsa ne olur?

Çağımızda insan ve toplum meselelerinin her zamankinden daha karmaşık ve iç içe geçmiş olması bize ideoloji şartını dayatır. Bundan dolayı 20. yüzyıla ideolojiler asrı denmiştir. Kapitalizm, faşizm, sosyalizm gibi sistemler bundan dolayı türemiştir. Bunlar çökse bile yerine yenileri geliyor. Yani ideolojisiz olmuyor. Modernizm gidiyor, yerine postmodernizm geliyor, liberalizmin yerini neo-liberalizm alıyor. Zira her fikir dünyayı kuşatmak, izah etmek gayretindedir, buna mecburdur. Buna hâdiselerin karmaşıklığı dayattığı gibi nizam fikri de bunu gerektirmektedir. İnsan ve toplum meselelerinin sistemli olarak, yani unsurların birbiriyle uyumlu ve meselelere bütüncül bakışla halli gerekiyor ki tutarsızlıklardan kurtulalım.

Ancak insan sınırlı akıl ve tecrübesiyle sınırsızı kuşatamaz ve başıboş arayışla hakikat bulunamaz. Burada İbda diyalektiğinin temelini oluşturan “Mutlak Fikir’in Gerekliliği” davası ortaya çıkar. Zira Mutlak Fikir, üst mana, üst fikir olarak çözüm çekirdeklerini alacağımız yegâne kaynaktır. Oradan hareketle Vasıta-Tatbik Fikrin gerekliliği meselesi görülür ki bu, unsurları uyumlu tüm (sistem) ifadesi ideolojidir.

“Neden ideoloji?” sorusuna zıttımızdan şöyle cevap verilebilir: Düşmanlarımız üzerimize sistemli bir düşünce ile gelirken bizim de onlara fikir ve harekette sistemli bir şekilde cevap vermemiz gerekir. Zaten, Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.” (1) emri de bunu gerektirir. Bu âyeti okuyan Allah Resulü’nün âyetin tefsiri mahiyetinde buyurdukları, “Dikkat ediniz! Kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır.” (2) hadisinden de yola çıkarak “Düşmanın silahıyla silahlanın!” ölçüsü de ifade edilmiştir. İdeoloji şundan da gereklidir ki içtimaî, siyasî, ahlâkî vs. faaliyet alanımızı belirlemek, güçlerimizi inşa etmek ve tutarlı bir duruş sahibi olmak, ancak sistem fikriyle mümkündür.

İdeoloji olmasa ne olur?

İdeolojinin sistematik kılavuzundan mahrum olanlar, ne kadar samimi olsalar bile çağın hâkim ideolojileri karşısında bocalamaya mahkûm olurlar. Fikirde bocalamaya misal, “İslâm sosyalizmi”, “İslâm liberalizmi”, “İslâm modernizmi”, “neo-Mutezile”, “yeni selefîlik” gibi sapkın akımlar ve bunlara meyildir. Demek ki Ehl-i Sünnet temeldeki bir ideolojinin aynı zamanda bu hak yolu koruyucu rolü bulunmaktadır. İdeoloji kalkanı olmadan Ehl-i Sünnet itikadının da canlı olamayacağı, pasif ve vicdanlarda kalacağını da hatırlatalım.

Harekette bocalamaya misal ise mevcut rejimi benimseme ile demokratikleşme yani sekülerleşme tehlikesiyle beraber siyasî bir tutarsızlıktır. İdeolojiye göre vasıta olan partiyi gayeleştirmek gibi. İktidar-siyaset-eylem, hedef-vasıta ilişkileri, değişim yolunu belirleme, ihtilâlin oluş tekniği gibi meseleler, eğer çözümlenmediyse savrulmalar başlamış demektir. İdeoloji (fikir sistemi) ve bunun hareket sistemi olmazsa, “önce iç oluşumuzu yapacağız!” gibi miskinleşme veya kapağı bir cemaate atıp rahatlama veya ham yobaz çizgisinde keskinleşme veya zâhirî/şeklî bazı ibadetlerle teselli bulma söz konusu olur. Halbuki bu tür yaklaşımlarla ümmetin kurtuluşu olamayacağı gibi işin hakikatinde kişinin kendini kurtarması da zordur. Demek ki fikirde sistem ve bunun harekette de sistemi gerekiyor. Büyük Doğu ve İbda arasında böyle bir ilişki var. Bunları aşağıda izah edeceğim.

İnsan hem nefsinde hem cemiyetinde kendi ölçüsüne göre aradığı cennet hayaline doğru gider ve bu açıdan daima ihtilal halindedir. Zaten hayat da statikliği/durağanlığı kabul etmez. Demek ki insan her an yeni olan hadiseler karşısında “hareket içinde hareket eden” bir görevdedir. Aksi halde imanı tazelemenin ve kulluk vazifesinin yeri ve anlamı olmaz. İslâm inkılâbını gözleyen ve bu uğurda bir gençlik yoğurmaya gayret eden Necip Fazıl, İhtilâl isimli eserinde “Bir bünyenin kendi içinde, kendi öz nizamını sarsıcı ve yeni bir nizama yol arayışı her hareket ihtilâldir” (3) der. Bunu kişinin kendi nefsini aşmasında da her an ihtilâl halinde olarak ifade eder. İnsan refleks ve içgüdüden ibaret bir mahluk değildir. O nizam kurar ve yıkar. Netice olarak ideoloji hem bir şuur süzgeci hem bir yaşama kültürü oluşturur.

İslâm varken Büyük Doğu'ya ne gerek var?

Şimdi biz kul olarak Kur’an ve Sünnet karşısında ne yapacağız? Mutlak ölçülerden hareketle günümüzde onu nasıl tatbik edeceğiz? Kur'an ve Sünnet, bizim tâbi olduğumuz mutlak ölçülerdir. Ancak onlar bizim “yapmak” fiilimizin kendisi değil, faaliyetlerimizde rehber aldığımız “mutlak hakikat”tir. Demek ki bizde bir “tatbik fikri” olması gerekir. Şöyle bir misal verelim: Hazreti Ömer İslâm devletini ilk esaslandırandır. Bu hususta o mutlak ölçülerden (âyet ve hadis) hareket etmiş, ancak yeni bir model ortaya koymuştur. Divanlar kurmuş, vergilendirme sistemi getirmiş, adliye teşkilâtı tesis etmiş, idare alanında birçok yenilikler yapmıştır. Bu fikirlerinden (tatbik fikri) dolayı hiçbir kimse Hazreti Ömer'e, “Bunlar Kur'an'da ve Hazreti Peygamber’in tatbikatında var mıydı?” diye itiraz etmemiştir. Mesela o, Irak topraklarını daha önceki uygulamaların aksine ganimet olarak askere dağıtmamış, beytülmale yani devletin hazinesine aktarmıştır. Hâsılı, Mutlak Fikir/Mutlak Ölçüler şablon değildir, oradan alacağımız ilkeler doğrultusunda çağımıza tatbik için ayrıca fikir ve fiil ameliyesi gerekmektedir ki bunun muhatabı da o çağın Müslümanlarıdır.

Demek ki Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyas denilen dört temel kaynaktan ölçüleri alır ve onları kendi aksiyonumuzda tatbik ederken tatbike dair bir fikir cehdi gerekir ki bu “tatbik fikri/tatbik sistemi”dir. Çağın ihtiyacına göre çizilmiş bir projedir. Bu proje İslâm'a nisbetle çizilmiş uygulamadır. Yani kendi çağımızın meselelerine ve şartlarına “Mutlak Fikri” tatbik ederken ayrıca bir tatbik fikri/vasıta fikre ihtiyaç vardır ki bu bizim elimizde olması gereken plan-projedir. Aksi halde kulun memuriyet ve mesuliyeti olmaz, robot olurdu. Zaten İslâm tarihi her devrin siyaset ve fıkıh önderleri tarafından onun devlet ve idare şekli olarak tanzim edilmiştir. Özetle Kur'an ve Sünnet şablon değildir. Onu aksiyona geçirecek olan Müslümanlardır.

Bu minvalde “Anayasamız Kur'an” ifadesi de yanlış olmaktadır. Zira Kur'an bir anayasa kitabı değildir. Kur'an hidayet rehberi olup anayasa, kanun ve benzeri şekilde tanımlanamaz. Muhakkak ki anayasamız Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyas ölçülerine bağlı olacak ve ilkelerini oradan alacaktır. Ancak çağımızın şartlarını, meselelerini nazar-ı dikkate alarak yazılması gerekmektedir. Kul yapımı olduğu için de mutlak değil çağıyla kayıtlıdır. Demek ki, “Anayasamız Kur'an” değil, “Anayasamız Kur'an’dandır” ifadesi doğru olmaktadır.

İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Doğu'nun yürütücü “niçin” buudu olması yanında Büyük Doğu davasının aksiyon cephesini örgüleştirme yolunda “ilk ve tek” olarak İdeolocya ve İhtilâl eserini ortaya koymuştur. Söz konusu eserde “Doğru tatbik fikri olmadan doğru tatbik olmaz; muhatap anlayış” (4) denmiştir. Yine aynı eserde “Tatbik fikri olmadan tatbik olmaz; tatbikten bahsedilemez” (5) denilerek ideolocya şartına yani Büyük Doğu'ya işaret edilmiştir. Muhakkak ki projesiz inşa olmaz. İslâm binasını çağımızda kurmak veya yeni katlar çıkmaktan bahsedenlerin bunu proje olmadan gerçekleştirmeleri mümkün değildir. Yani devlet ve idare projesi olmalı ve bunu gerçekleştirecek ideolojik eğitim ve “ihtilalci şuur” şartı yerine getirilmelidir. Bahsi özetlersek; Mutlak Fikir”den hareketle Tatbik Fikri gerekir ki İslâm yeni şartlara tatbik edilebilsin, teoride kalmasın. Aksiyona geçmek için gereken “tatbik fikri”nden bahsettiğimizi hatırlatalım. Zaten söyleşimiz tatbike/aksiyona dairdir.

Büyük Doğu-İbda fikriyatı nedir? Aralarındaki ilişki nasıldır?

Üstad Necip Fazıl, “Baş eserim, bütün varlığım” dediği ve 25 senede vücut verdiği İdeolocya Örgüsü eserinde şöyle diyor:“Büyük Doğu İslâmiyet'in emir subaylığı...” Bir başka eserinde ise bir mülâkat sorusunu şöyle cevaplıyor: “Büyük Doğu ideali, tek zerresini feda etmeksizin İslâm'a yol açmanın sistemidir.” (6)

İdeolocya Örgüsü eseri Üstad’ın bütün fikriyatının sistematik ifadesi olup onun kalbi mesabesinde ise “Başyücelik Devleti ve İdare Mefkûresi” bölümü bulunmaktadır. Büyük Doğu İdeolojisi, İslâm'ın kurtuluş yolu olan Ehli Sünnet çizgisine çağımızda eklenen bir halka olup onu koruyucu yegâne sistemdir. Onsuz çağımızdaki fikir cereyanlarına ve sapık kollara karşı sağlam durmamız çok zordur. Ayrıca aksiyona geçmek için de onun rehberliğine muhakkak ihtiyacımız vardır.

“İbda nedir?” sorusunu da kısaca cevaplayalım. Salih Mirzabeyoğlu, fikriyatının “ana kalıbı” ve “topluluk hakikati”ni “temin cehdi” olan İbda Diyalektiği eserinde şöyle diyor. “İBDA, Allah ve Resulü davasında DOĞRU YOL-KURTULUŞ YOLU’nun bir alemi, bir remzi!” (7) Ayrıca başka eserinde “İBDA, yürüyen Büyük Doğu” (8) olarak da nitelendirmiştir.

Yüz küsur eserden (112) müteşekkil Büyük Doğu fikriyatı, Salih Mirzabeyoğlu’nun 70 cilde varan İbda fikriyatında tafsil ve tahlil edilmiştir. Demek ki BD-İBDA fikriyatı 180 ciltlik bir külliyat oluşturmuştur. Üstad tarafından “Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci” ve bunun benzeri övgüleri almış olan Mirzabeyoğlu ise Üstad’ını şöyle niteliyor: “Necip Fazıl, şeriattan kıl taviz vermeden onu eşya ve hadiselere hâkim kılmanın dünya görüşünü örgüleştirmiş adam.” (9)

Burada iki husus dikkat çekmektedir. Şeriattan zerre taviz vermemesi ve dünya görüşü oluşu. Demek ki çağımızda İslâmî tefekkürü sistem çapında inşa eden Necip Fazıl olup aynı zamanda İslâmî hareketin doğurucusudur da. (10) Kendilerine alan açmak için bunu inkâr etme ve Necip Fazıl'ı şahsî zaaflarıyla anarak itibarsızlaştırma çabaları ise küfür iklimlerinden de desteklenerek korkulan “İslâm inkılâbı”nı önlemeye matuftur. Buna alet olanlara yazıklar olsun.

Büyük Doğu ve İbda arasındaki ilişki hakkında şunları ifade edelim. BD-İBDA, aralarında sebep-netice, zâhir-bâtın ilişkisi olan ve birbirini “nasıl” ve “niçin” buuduyla tamamlayan bir bütünlük arzetmektedir. “Nasıl” ve “niçin” soruları her zaman karşımıza çıkar. Eşya ve hadiseler karşısında İslâm ruhunun nasıl tavrı Büyük Doğu İdeolojisi ve Başyücelik Devleti olurken onun taşıyıcı “niçin” kanatları ise İbda fikriyatı ve aksiyonu olmaktadır. Bir misalle söylersek, şartları müsait olanların gelir ve servetinin kırkta birini vermesi, zekâtın “nasıl”ı olurken, malın kirinin temizlenmesi, toplumsal fayda, dayanışma vs. ise zekâtın “niçin”i olmaktadır.

Bunu şöyle de ifade edebiliriz. İslâm'a muhatap anlayışın “nasıl” buudu Büyük Doğu, “niçin” buudu ise İbda'ya denk gelmektedir. Bundan dolayı Büyük Doğu-İbda arasında birbirinden ayrılmaz ve birbirine müvazi/denk iki kanat ilişkisi vardır. Baba oğulun sebebidir. Bir başka mânada Büyük Doğu, İbda'nın vücuda geliş sebebidir.

Büyük Doğu karşısında İbda'nın işlevi ise şu beş noktada hülâsa edilebilir: “Niçin” buudu, “doğrulayıcılık usulü”, “intikal mihrakı”, “teorik dil”, “tecrit tavrı”. (11)

Fıkıh ve Büyük Doğu-İbda

İslâm medeniyeti bir fıkıh medeniyetidir. Bu tanımlama, İslâm fıkhının, insan ve toplum meselelerini çözücü dinamik yapısından dolayı yapılmıştır. O halde Büyük Doğu-İbda fikriyatı ile fıkıh arasında da bir ilişki vardır, olmalıdır. Fıkhın geniş mânasının İslâm'ı bütün olarak kavramak ve yaşayışına tatbik etmek (ahlâk) olması bakımından, Büyük Doğu-İbda, İslâm'a muhatap anlayış davası da günümüzde Müslümanların fıkhı/anlayışı olarak değerlendirilebilir.

Bunu biraz açalım. Büyük Doğu-İbda fikriyatı dünya görüşü hüviyetinde olduğu, dost ve düşman kutupları işaretlediği, hedeflendirdiği, istikametlendirdiği, aksiyon cephesini de sistemleştirdiği için büyük İslâm stratejisi ve buna bağlı siyaset-i şer'iyeyi temsil makamındadır. Siyaset deyince günlük politika değil, İslâm organizmasının yaşaması için dost ve düşmanı bilmesi, yani leh ve aleyhindekileri bilmesi anlaşılmalıdır. Mâlum olduğu üzere İmâm-ı Âzam'ın ahlâk ve ontolojiyi içine alan fıkıh tanımı, “kişinin leh ve aleyhindekileri, (hak ve görevleri) bilmesi” şeklindedir. Fıkhın bu geniş mânasıyla BD-İBDA fikir aksiyonu (amel) örtüşmektedir.

İmam Gazzâlî Hazretleri de “fıkıh; talak, itak, li’an, selem ve icare” gibi furu-i fıkıh meselelerini bilmek değil, fıkhın fehm-anlayış mânasında olduğu üzere anlayış ve itikadı bozan şeyleri bilmek ve Allah korkusunu taşımak olduğunu” söyler. Yani “fıkıh, iman, ahlâk ve amel esaslarını öğrenip iyi hasletlere sahip olmaktır” der. (12)

O halde, fikir, ahlâk ve aksiyonu temellendirme usulünde olan Büyük Doğu-İbda, İmam Gazzâlî'nin işaretlediği fıkıh anlayışı üzerindedir. “İslâm'a muhatap anlayış” demek olan Büyük Doğu-İbda fikriyatının fıkhın “fehm-anlayış” manasıyla örtüştüğü de ilk bakışta görülmektedir. Allah Resulü'nün Abdullah b. Abbas'a "Ya Rabbi, onu dinde fakih/anlayışlı kıl!"(13) duası, füru-ı fıkıh meselelerini ve fetvaları bilmek mânasında değil, yukarıda İmâm-ı Âzam ve İmam Gazzâlî'den işaret ettiğimiz fıkhın geniş mânasında görüldüğü üzere, “dinde sağlam bir itikat ve salih amel” demektir.

İslâm'ın ilk devrinde fıkıh kelimesi, “bir konuyu derinden kavrayan, ince anlayış sahibi” demekti. Bu da hikmet ve irfan mânalarına denk gelir. Burada iman, ahlâk ve amel birlikteliği de görülür. Daha sonraları ilim dalları teşekkül edince” ibadât, muamelât ve ukubât” gibi ferdî ve içtimaî amelî hükümleri bilmeye fıkıh ilmi veya fıkıh usulünden ayırmak için furû-ı fıkıh dendi. Fıkhın böyle bir terim anlamı alması sonraki yüzyıllarda oldu. Zira fıkıh tedvini, tâbiîn (İslâm’ın ikinci nesli) döneminde başladı, hicri 2. asırdan 4. asra kadar sürdü.

Fıkıh kelimesinin Kur'an'da kullanışı ise “iyi, doğru ve derinlemesine bilgi ve kavrayış” mânasına gelmektedir. İmam Gazzâlî Hazretleri'nin dikkat çektiği husus da budur. İmam Gazzâlî'nin İslâmî ilimlerin başına siyaseti koyduğunu ve bunun fıkıhla yaptığını da ilave edelim.

İmâm-ı Âzam Hazretleri'nin yukarıda verdiğimiz fıkıh tanımı da bu çerçevededir. Onun itikada dair meşhur eserinin adı da Fıkh-ı Ekber olup bu ifade “En Büyük Fıkıh” mânasına gelmektedir. İslâm temelli bir ideolojinin Ehli Sünnet'in itikat sahasını koruyup tahkim ettiğini ve onu çağında yürüttüğünü ise daha önce söylemiştik.

Demek ki fıkıh, İslâm'ı bilme ve tatbik etme mânasında kapsamlı bir kavram iken daha sonra anlam daralmasına uğramıştır. İslâm'ın leh ve aleyhindekileri yani dostu ve düşmanı bilmenin İslâm stratejisi demek olduğunu ve çağımızda bunun en iyi şekilde “sisteme bağlı siyaset” ve “fikir için eylem” anlayışında gerçekleşeceğini belirtelim. Bunun bir ideoloji demek olduğunu ve “ideolojik eğitim”in de fıkhı bilme/öğrenme kapsamında niteleneceğini de ifade edelim.

Çağımızda İslâm hangi noktalardan savunulacak, nasıl bir strateji izlenecek, fikir ve hareket, hedef vasıta ilişkileri nasıl olacak? Asrın ihtiyacı bir sistem nasıl ve nerededir? Öyle bir siyaset ve strateji ki Müslümanların emekleri bir havuzda toplansın. Faaliyetler kendi başınalıktan kurtulsun ve Müslümanlar “tek bir ordu” haline gelsin. Bütün bu meselelerde “Fıkıh ve Büyük Doğu-İbda” ilişkisi görülmektedir.

Asrın ihtiyacı bir sistem olarak Büyük Doğu-İbda Fikriyatı

Asrımızın şartlarının ideolojiyi dayattığını söylemiştik. İşte BD-İBDA fikriyatı, içtimaî ve siyasî planda paradigmaya (Batıcı seküler rejim) karşı bir alternatif olurken zihin dünyamızı da dolduran çözüm teklifleriyle birlikte bizlere aksiyon sahası açmaktadır. Ortaya koyduğu “Başyücelik Devleti” modeli ile, devlet ve toplum planında alternatif getirmemekten kaynaklı ve mevcut rejimi benimseme tehlikesini de ortadan kaldırmaktadır.

Böyle bir sistem, sosyal ve siyasî hadiseler karşısında bize doğru bir bakış açısı kazandırırken ahlâk temelli olduğu için bizim iç dünyamıza da hitap ederek hem şuur hem yaşayış olarak bizlere katkı sunmaktadır. İman davasının yanına onun tezahürü olarak aksiyon davasını yerleştirdiği için bizim istikrarlı ve tutarlı bir içtimaî ve siyasî duruşumuzu da sağlamaktadır. Aksi halde gece ibadetini yapıp gündüz laik-seküler bir rejimi benimsemek durumu doğar ki bir müddet sonra inandığı gibi yaşayamadığı için yaşadığı gibi inanma tehlikesi baş gösterir.

Allah’ın “Ben kulumu eşya ve hadiseleri zapt etmesi için kendime halife olarak yarattım.” (14) emri, insan ve toplum meselelerine bir projektör gibi her zaman tutulacak bir ideolojinin lüzumuna işaret eder. İslâm'a muhatap anlayış ve bunun aksiyonu, yani fikir ve onun hayata tatbik zarureti.

Büyük Doğu-İbda fikriyatı en başta ideal meyveleri kararmamış gençliğe sunulacak yaşanmaya değer bir hayat mefkûredir. Zira genç inanmaya memur olup akıl ve gönlü birleştiren bir yol ona en yakın olandır. Zaten fikir ve aksiyonu birleştirdiği için mukaddesatçı gençlik ve halk nazarında bu fikriyat itibarını ve heyecanını hâlâ korumaktadır. Ayrıca yeni sosyal ve siyasî gelişmeler de bu fikriyata ihtiyacı hatırlatmakta, yer yer de dayatmaktadır. Bilhassa çözümsüzlük ve bunalımların arttığı devrimizde.

Üstad Necip Fazıl aklın haklarını sonuna kadar kullanırken, ilmin kuru dilinden ziyade sanat ve estetiğin sevdirici ve yakalayıcı dilini tercih eder. İslâm'ın kitlelere mal olması için elzem olan gönüllere hitap etme usulünü benimseyerek gençlik ve halkı iman ve aşk boyutundan fethetmek ister. Onun şiirlerinin tesiri ve üslubunun cazibesini, sanatlı söyleyiş, vezin ve kafiye uyumu gibi şekil şartından ziyade hep bu gaye için değerlendirmek gerekir.

Büyük Doğu-İbda ideolojisinin en büyük özelliği, şeriatın tek noktası/tek zerresinden feda etmeyen tavizsiz çizgisidir. Zaten bu noktada fikriyata herhangi bir eleştiri de yöneltilememektedir. Necip Fazıl daha sonra bu isimde kitaplaşan “Hesaplaşma” konferansında tavizsiz çizgisini şöyle ilan etmektedir: “Biz İslâm'ı olduğu gibi bulacağız, bulduğumuz gibi kabul etmeyeceğiz. Olduğu gibi! Nokta vermek yok! Nokta indirmek yok! Şeriattan nokta dışarı çıkmak yok!” (15)

Büyük Doğu-İbda’ya Muhatap olma keyfiyeti

İdeolojimiz yükseklerde olup her zaman boy aynamızdır. Ancak bizim çapımız nerededir? Nerede olmalıdır? Bu ise belki bir ömür boyu sürecek tedrici bir oluş ve ideolojik eğitimle şuur seviyemize göre daima aksiyondur. Bundan dolayı her şeyden önce aşk ve şuur seviyemizi gözden geçirmek, kendimizi yenilemek/canlandırmak ihtiyacındayız. Necip Fazıl'ın Mirzabeyoğlu'na ifade ettiği üç tehlikeyi hatırlatalım: Birincisi: Fikir alâkası pörsüklüğüdür. Yani fikir ve aksiyon arasındaki irtibatın kopması ve ruhun pörsümeye başlaması. İkincisi: Olmadan olma görünmedir. Kendimizde bir-iki tekâmül görüp gurura kapılmak, havalara girmek gibi. Üçüncüsü: Zamanı israf etmektir. Halbuki Müslümanın yapacak çok işi vardır ve zaman onun için “nakit” kıymetindedir. O, hiçbir işini sonraya, belirsiz vadelere bırakamaz. (16)

Öte yandan ideoloji ile yürürken onu eşya ve hadiseler zemininde tahkim ederek zenginleşmek durumundayız. Bu da şuur miskinliğini ve ataleti bırakma ve branşlaşma ile mümkündür. Branşlaşma, muhakkak bir meşgale alanımız olması ve onda gittikçe derinleşmemiz demektir. Oturduğumuz yerden fikriyatımızı tekrarlamak değil, hadiselere fikrimizin damgasını vurmak zorundayız. Şunu da ilave edelim ki sadece bir araya gelerek ve hadiselerin dedikodusunu yaparak ideolojik faaliyet olmaz. Zıttımızı eleştirmekle yetinmek ve bununla tatmin olmak, aksiyon tavrı değildir. Aksiyon laf değil, iş ve eserdir.

Kitleyi yönlendirici böyle bir fikre mensup olanların halk dalkavukluğu veya demokrasi rehavetinde olması düşünülemez. Üstad’ın şu sözünün her zaman bilincinde olunmalıdır. “Millet hiçbir şey istemez ve isteyemez. Dünyanın her yerinde milletten isteyeceği şey istetilir, gösterilir ve benimsetilir. Bu manada biz demokrasi idarelerinden çok uzağız...” (17)

Diğer yandan İslâm'ı nefsinde ve aklında donduran ve sır idrakinden yana nasipsiz olan ve Üstad’ın “ham yobaz ve kaba softa” (18) dediği zihniyete de kısaca değinelim. Yobazlık, şekilde taassuptan önce düşüncede bir donuklaşmayı ve kendi kendini yenileyememeyi ifade eder. Tekerleme haline gelen iman, mirasyedilik, ölçülerin kabuğunda kalıp ruhuna nüfuz edememe gibi haller yobazlık olup kendi heyecanını tazeleyememek ve ideolojiyi eşya ve hadiselerde tahkim edememek de buna dahildir. Hülâsa yobazlık şuur miskinliğidir.

Üstad’ın en sevdiği kavram, aksiyondur. O, daha sonra bu isimde kitaplaşan “Dünya Bir İnkılâp Bekliyor” konferansında, ülkemizin rolüne ve bizim mesuliyetimize şöyle işaret eder: “Dünyanın beklediği bu inkılâp, üç daire halinde…Dış daire dünya, içindeki daire İslâm âlemi, onun da içinde Türkiye… Asıl Türkiye… Merkez Türkiye…” (19)

Necip Fazıl, Hesaplaşma konferansında iman gençliğine şöyle hitap ediyor: “Allah'ın Sevgilisinin beklediği bir nesil. Bu nesil siz olacaksınız, mükellefsiniz. Ya olun ya ölün!” (20)

Büyük Doğu-İbda fikriyatıyla zenginleşirken davamızı da zenginleştirmeli, meydan yerini tutmalı ve fikriyatı topluma mal etmeliyiz ki Üstad ve Kumandan’ın hayalleri gerçek olsun. Onları gerçekten seviyorsak bunun samimiyeti aksiyon tavrıyla olur. Böylece Büyük Doğu-İbda'nın kaldıracıyla toplum yükselsin ve yücelsin, “İslâm âlemi” de doğsun. Dünyada kanayan yaramıza şifa, akan kanımıza çare olsun. Bu uğurda bayrağı yüksekte tutanlara binlerce selâm olsun. Vaktinizi ayırdığınız için hepinize çok teşekkür ederim.

Dipnotlar

1-Enfâl Sû resi 8/60.

2-Müslim, “İmare”, 167.

3- Necip Fazıl Kısakürek, İhtilâl, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2017, s.7.

4- Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilal, İbda Yayınları, İstanbul, 2017, s.53.

5- Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilal, 2017, s.93.

6- Necip Fazıl Kısakürek, Rapor 3/4. 2009, s.100.

7- Salih Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği, 2018, s.19.

8- Salih Mirzabeyoğlu, İslam'a Muhatap Anlayış, 2021, s.17.

9- Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar, 1997, s.31.

10- Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilal, 2017, s.149.

11- Salih Mirzabeyoğlu, Dil ve Anlayış, 2013, s.23.

12- İmam Gazzâlî, İhyâ-u Ulûmiddin, ter. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınları, İstanbul 1975, s.83-85.

13- Buhârî, “Vudû”, 10.

14- Bakara Sûresi, 2/30.

15- Necip Fazıl Kısakürek, Hesaplaşma, 2014, s.84.

16- Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl'la Başbaşa, 2019, s.43-45.

17- Necip Fazıl Kısakürek, Hesaplaşma, 2014, s.38.

18- Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, 2017, s.177.

19- Necip Fazıl Kısakürek, Dünya Bir İnkılâp Bekliyor, 2014, s.10.

20- Necip Fazıl Kısakürek, Hesaplaşma, 2014, s.35.

Aylık Baran Dergisi 41. Sayı, Temmuz 2025