Necip Fazıl’ın ihyâ-inşâ ediciliği güçlü bir his ve estetik temel üzerinde (iman öfkesi ve sanat çabası) bir dünya görüşü ile yükselmiştir. Onun gözü kara ve devrimci mizacı ise İslâm’daki iman ve amel birlikteliğinin tezahürü olmuştur

Toplumda tesiri büyük olan Necip Fazıl hakkında hemen herkesin bir fikri vardır. Kimi kahramanlığını, kimi cedelciliğini ve çoğu da şairliğini konuşmakta, fikre uzak yapımız sebebiyle de mütefekkir yönü daha az mevzu olmaktadır. Bu ise tek yanlı ve indirgemeci bir yaklaşıma yol açmaktadır. Necip Fazıl’a bütüncül bakabilmek için onun davasını, mânasını ve işlevini idrak etmek gerekmektedir.

Necip Fazıl, muhakkak ki bir hareket adamıdır ve onun konferanslarında, mahkeme ve hapis hayatında bu husus açıkça görülür. Onun en çok sevdiği kelime ise aksiyondur. Aksiyon kelimesinin tanımında da görüldüğü üzere, Necip Fazıl fikir ve eylemin (inanç ve amel) birlikteliğini savunur ve hareket adamlığıyla fikir adamlığı at başı gider. Onun aksiyon tanımı şöyledir: “Büyük fikir ve onun büyük iş haline inkılâbı.” [1]

Necip Fazıl’ın fikrinden ayrılmaz aksiyonunu iyi bilmek için, içinde yaşadığı rejim ve toplumu da iyi bilmemiz gerekir. Bu ise yakın tarihi iyi bilmeyle alâkalıdır. Büyük değişimlerin yaşandığı ve bir toplumun kültürünün kökünden kazınmak istendiği bir devirde Necip Fazıl’ın Abdülhamid Han, Sultan Vahidüddin, Put adam ve Sahte Kahramanlar isimli eserlerini kaleme alması ayrıca bizim dikkatimizi çekmelidir.

Ancak o sadece tarihle hesaplaşmaz, Büyük Doğu fikriyatını billurlaştırdığı İdeolocya Örgüsü eserini de çilekeş bir mütefekkir olarak kaleme alır. 1943’lerde Büyük Doğu’ların ilk sayılarında tefrika edilmeye başlanan ve çeyrek asırlık bir zaman diliminde hazırlanan böyle bir eseri Necip Fazıl’ın kaleme alması hem büyük bir cesaret hem istikbale karşı duyduğu büyük bir ümit ve imandır. Kısaca o, böyle bir fikir ve aksiyon ile zuhur etmiş, mücadele ve meşakkat dolu bir hayatı da bilerek ve isteyerek tercih etmiştir. Onun 40 senelik çileli hayatında yaptıklarını ve ideolojik çizgisini tetkik edince bu husus ortaya çıkmaktadır.

Batı ile Hesaplaşma ve Muhasebe

Necip Fazıl’ın ideolojisinde önce Batı ile her alanda hesaplaşmaya gitmesi dikkat çekmektedir. Aynı şekilde Osmanlı tarihinin yükseliş ve bozuluşuyla, bütün artı ve eksileriyle yüzleşmekte, zaaflarımızı tanıma ve nefs muhasebesini önemsemektedir. O, İslâm’ın devlet ve toplum planında bozulmasının tarihini Osmanlı’nın yükselişi döneminin önemli padişahı Kanûnî’ye kadar götürüp beş asırlık bir tarih muhasebesi yapmaktadır. Öyle ki Necip Fazıl bir milletin ifade etmekte zorlandığı bütün acı ve ızdıraplarını, zafer ve mutluluklarını kısaca bütün ruhunu, bir tarihçi gözüyle değil de tefekkür ve hikmet gözüyle dile getirmektedir. Bu açıdan söylersek, onun yüzündeki kırışık çizgiler de bu milletin tarihinden gelerek bütün oluş ve olamayış çilesidir. Bu noktada şair Arif Ay’ın Necip Fazıl hakkındaki şu benzetmesi dikkatimizi çekmektedir:

“Yüzündeki her çizgi bin yıllık tarihten bir yaprak. Bütün çilemize rağmen keyfiyet bakımından bir taksiyi dolduracak sayıya ulaşamadık, derdi. Oysa, tek başına bir orduydu. Devlet-i Âli’nin Anadolu sürgünü. Bu yüzden rejim, ihanetini, kinini, zulmünü ve hesaplaşmasını onda sürdürdü. Dosyası gibi alnı açık gitti.”[2]

Necip Fazıl’ın güçlü bir mâzi muhasebesi yaptığı, buna hali kattığı, tasarladığı ideoloji ve istikbal planları ile bunu bütünlediği görülmektedir. Bu açıdan Necip Fazıl’da mâzi-hal ve istikbal olarak üç zamanı birden bulmamız mümkündür. Onun, ilkelerini tasavvufî düşünceden alarak yaptığı kâinat muhasebesi de bu minvalde anlaşılmalıdır. Yani Necip Fazıl’da zaman olarak bir parçalanmışlık yoktur, aksine o, Büyük Doğu İdeolojisi ile zamanı bütünleyebilmektedir.

Müslümanda inanç olarak bulunması gereken “zaman bütünlüğü”nün Necip Fazıl’da ehemmiyeti, bu hususu (zamanı bütünlemek) ideolojik bir çerçevede yapması, müşahhas hadiseler zemininde örnek bir şekilde ifade edebilmesidir. Bu da Necip Fazıl’ın eşya ve hadiselere pençesini geçirici/geçirmek isteyici aksiyon mizacıyla örtüşmektedir. Burada bir hatırlatma yapalım ve Necip Fazıl’ın mürşidi Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin tekkede oturan bir postnişin olmadığını, İslâm âlemini dolaştığını, Birinci Cihan Harbine katıldığını (Sultan Vahidüddin tarafından taltif edilir), mutlak halifesi Sıddık Efendiyi şehit verdiğini, seferberlikte aile fertlerinin bir çoğunu kaybettiğini, Cumhuriyet devrimlerine karşı da Necip Fazıl gibi bir silahı cepheye sürdüğünü, temkin makamında sürdürdüğü faaliyetlerine rağmen ömrünün sonunda İzmir’e sürgüne yollandığını ve sürgünden sonra gitmek zorunda kaldığı Ankara’da vefat ettiğini de hatırlatalım.[3]

Milletin Ruh Hamurkârı

Yeni bir İslâm nesli yetiştirme ideali olan ve haklı olarak öncekileri beğenmeyen Necip Fazıl’ın dil ve üslubunda fark edilen önemli bir hususiyet ise onun geleceğe yönelik yazıyor olmasıdır. O, Gençliğe Hitabesi’nde “Mukaddes emaneti ne yaptınız?” diye küfre rıza gösteren nesilleri suçlarken, “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik…”[4] diyerek böyle bir nesil yetiştirme ideali taşımaktadır. İslâm’ın tekrar yükselişi için düşünce plânında sistemini kurarken, yerine göre düşünceden önce gelen his dünyasını da inşa eden Onun, “Gençliğe Hitabe”sinde ifadesini bulduğu üzere, Anadolu insanının iptal edilmiş hislerini iâde etmek üzere aksiyona da geçmiştir. Necip Fazıl’ın geleceğe yönelik dil ve üslubu onun beklediği “İslâm İnkılâbı”ndan kaynaklı olup “baş eseri” İdeolocya Örgüsü’nde Beklediğimiz İnkılâp ile Beklediğimiz İnkılâbın Yönleri bölümlerinde bu husus görülür. Onun, Dünya Bir İnkılâp Bekliyor ile Özlediğimiz Nesil konferans/kitaplarını da bu minvalde zikredelim.

O, davasını siyasî arenaya da taşımış, 1950’lerde Menderes’ten itibaren siyasî partilerle yakın teması olmuştur. Davasını sıçratmak ve taşıtmak için birer manivela olarak gördüğü ve tamamı da sağ partiler üzerinde zaman zaman farklı tercihleri de olmuştur. Necip Fazıl, kendi fikriyatı itibariyle bir partiye sığmayacak niteliktedir. Büyük Doğu dergilerinde bir okura verilen cevaptan Büyük Doğu’nun partilere mesafesini de anlamamız mümkündür:

“Gerek MSP ve gerek MHP’nin vadettiğiyle olduğu ve gerçek oluş bakımından ne belirttiği bahsinde gereken her açıklama bugüne kadar Necip Fazıl’ın kaleminden ortaya dökülmüştür ve bu sütunun bu girift davayı tafsilatıyla ele almasına imkân yoktur. Burada söylenebilecek tek şey, Büyük Doğu’nun tüm hakikatiyle İslâm’dan başka bir gaye tanımadığı ve bu gayeye yaklaştıkları nispette partiler ve insanlara yaklaşacağı, uzaklaşacakları nispette de onlardan uzaklaşacağıdır. Biz, sabitiz ve hedefimize sımsıkı bağlıyız; eğer dönen olursa biliniz o biz değil, ümidimizi yitirmiş olandır. Her iki partiye de bu gözle baktığımızı bildirir, selâm ve sevgilerimizi sunarız.”[5] (Büyük Doğu, sayı 5 (5 Haziran 1978): Seyit Ahmet Karaman (İstanbul).

En büyük iş ve hareket kaynağı olarak ruhu gören ve böylece atalet içinde olanları ruhsuzlukla suçlamış olan Necip Fazıl, “Mutlaka iş ve hareket…Fakat hangi ruhun, hangi fikrin emrinde?” diye hatırlatırken, aksiyona geçmeyen fikircileri de şöyle niteler: “Benim gözümde iş ve hareket düşmanı fikir adamları, dişleri sökülmüş ve pençeleri törpülenmiş bir cambazhane arslanı kadar zavallıdır.”[6]

Necip Fazıl, “Yâ Muntakîm!” başlıklı makalesinde ise “dava ve ideolojisinin tek mazhariyet hedefi”nin Allah’a “Muntakîm” ismiyle yalvarmak olduğunu ve bu duaya lâyık olmak için, içe ait beş zaaf (ahmaklık, kabalık, cahillik, taklit, küfür) ile dışa ait beş kuvveti (plan, metot, sistem, müsbet bilgiler, maddeye hâkimiyet) tesbit ettikten sonra, “İşte biz, bütün bu olanlara karşılık, davamızı, her şubede “Müntakîm” ismiyle tecelli ettirmekten başka hiçbir emel sahibi değiliz. Mahut beş iç zaafı doğrudan doğruya imha, mahut beş kuvveti de ihya suretiyle, her birinden gerçek ruhun, öz hakikatin, yani İslâmiyet’in intikamını almak…” diye hedefini belirtir. Makalenin sonunda da kararlılığını şöyle ifade eder:

“Emaneti ayağa düşüren nesillerin hem kendilerinden hem de düşmanlarından, İslâmiyet intikamını biz alalım! Ve lutfuyle; kutsî isimlerinden biri olan “Müntakîm” ismini yazmadık tek levha, tek yaprak, tek nokta, tek mevzu, tek bahis, tek hesap, tek dava, tek şahıs, tek mezar bırakmayalım!.. O zaman görürsünüz intikam arsamızda yükselecek olan leşlerin azametini!..”[7]

İman Öfkesi

Necip Fazıl’ın ihyâ-inşâ ediciliği güçlü bir his ve estetik temel üzerinde (iman öfkesi ve sanat çabası) bir dünya görüşü ile yükselmiştir. Onun gözü kara ve devrimci mizacı ise İslâm’daki iman ve amel birlikteliğinin tezahürü olmuştur. Aynı zamanda kurucu rolü gereği Cumhuriyet sonrası İslâmî mücadelenin başlatıcısı olarak da görülebilir. Hareketi fikirde hedeflendirmiş, istikametlendirmiş, dost-düşman kutuplarını da işaretlemiştir. İslâmî mücadeleyi fikirde sistemli başlatan Necip Fazıl olurken, Büyük Doğu davasının aksiyon cephesini örgüleştiren yani hareketi sistemleştiren ise Salih Mirzabeyoğlu olmuştur. Gölge ve Akıncı Güç dergileri ve hareketinin kitaplaşmış hali İdeolocya ve İhtilâl eseri buna misal olmuştur. Ayrıca Mirzabeyoğlu 70 cilde varan eseriyle Büyük Doğu davasının yürüyücü “niçin” buudunu sistemleştirmiştir. Nitekim 180 cilt eserden teşekkül etmiş Büyük Doğu-İBDA külliyatı, İslâm’a muhatap anlayışı asrımızda billurlaşması demek olan bir ideoloji/dünya görüşüdür.

Diğer yandan Necip Fazıl, cemiyette kendinden ibaret kalan ilim ehlinin, “Viran olası hânede evlâd ü iyal var…” sözünün arkasına sığınmasını, “İlim sahibi, yürekli, cesur olmalı. Arayıcı ve cesur…”[8] sözleriyle eleştirmiştir. Allah Resulü’nün İslâm kaynaklarında yer alan pek çok ismi arasından 17’sini zikreden Necip Fazıl en başa da “el-Eşça-En Şeçaatli”[9] ismini koymuştur. Şu ifade edilmelidir ki Necip Fazıl, çok kritik bir devirde gelmiş ve bu milletin İslâmî hayatında hem inşa edici hem harekete geçirici öncü bir rol oynamıştır.

O, çile ve hapis hayatına rağmen, Anadolu’yu bir ağ gibi ören konferanslar serisiyle dava taşını gediğine koyarak hemen her alanda pek çok eser vermiştir. Onun bu eserlerinin hemen tamamında bu mücadelesinin parametreleri ve izleri bulunmaktadır. Onun mücadelesi ve aksiyonunun orijinalliği ise sistem bütünlüğünde yepyeni bir ideoloji inşa etmesi ve buna göre Müslümanları şekil ve ruh olarak yoğurma gayretidir. Batı’yı da kritik ederek, “Doğunun doğuşu” anlamında “Büyük Doğu İdeolocyası” ismi ile yeni bir toplum projesini manifesto halinde ortaya koymuştur. Onu diğer mütefekkir ve mücadele insanlarından ayıran da bu “sistem kurucu” rolü olsa gerektir; zira İdeolocya Örgüsü eserinde bu modeli, “Başyücelik Devlet ve İdare Mefkûresi” diye ortaya nitelendirmiştir.

Aksiyona Geçiş Sebebi

Necip Fazıl’ın aksiyona geçiş sebebi olarak şu hususu arz edelim. Necip Fazıl’ın fikriyatını peygamber temelli inşa etmesinin fikrî sebebi, -ki varlık O yüzden- yanında amelî bir sebebi vardır ki o da şudur: Allah’a soyutlayarak (tenzih ederek) inanıyoruz. Hz. Peygamber’e ise bir beşer olduğu için somut olarak inanıyoruz. Bunun için Hz. Peygamber sevgisinden Allah’a ulaşmak daha canlı ve tesirli bir yoldur. Osmanlı bunu görmüş ve dinî hayatı siyer-i nebî eserleri olan Şifa-i Şerif ve Mevlid-i Şerif okumaları ile canlı tutmuştur. Anadolu’da Cumhuriyet rejimi ile kökü kurutulmak istenen İslâmî hayatı canlandırmak isteyen Necip Fazıl ise bu hakikate binaen kendisinin de büyük bir vecd ile bağlandığı Peygamber sevgisini topluma aşılamak için aksiyona geçmiştir. Onun örgüleştirdiği Büyük Doğu İdeolocyasında “O Ki VARLIK O YÜZDEN” dediği Allah Resulü, merkezî bir rolde olup sahâbîler de bu nuru yansıtan aynalardır. Bu vasıflarından dolayı sahâbîler kütle ifadesiyle sevilir ve Büyük Doğu-İbda gençliğinin tek örneği olarak alınır. Onun biri manzum, diğeri mensur ve bir diğeri de tercüme olan siyer-i nebî eserlerini ve hadisleri işleyiş tarzı ile sahâbîlere ve velîlere dair eserlerini nakilcilik veya menakıp tarzından öte bu amaçla değerlendirilmelidir. Ayrıca onun İman ve İslâm Atlası eserinin son bölümü olarak ifade ettiği üzere, “Hadislerle Dünya Nizamı” teklifi ise dikkat çekici olup onun aksiyon kaynağını göstermiştir.

Necip Fazıl, eşya ve hadiselerin sürekli yeniliği üzerinde kulun onları zapt ve fetih görevini, serlevha olarak işaretlediği “Ben kulumu eşya ve hadiseleri teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım.”[10] âyeti ve yine serlevha olarak işaret ettiği “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.”[11] hadisinden göstermiştir. Üstad, bu âyet ve hadisi, Büyük Doğu Külliyatında çokça tekrar etmiş olup mevzular içinde işleyerek, akıcı bir dille ve edebî üslubunca vermiştir. Netice olarak, Büyük Doğu-İBDA İdeolojisi, eşya ve hadiselerdeki değişimi, insanın “hareket içinde hareket eden” rolünü ve murad-ı İlahî’yi kavramış ve ona göre aksiyona geçmiştir. O, mensuplarından da eşya ve hadiseleri zapt göreviyle dava taşını gediğine koymalarını istemiştir.


[1] Necip Fazıl Kısakürek, İman ve Aksiyon, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2001, s. 11.

[2] Arif Ay, “Bir Düşünür ve Sanatçı Olarak Necip Fazıl'ın Kişiliği”, ed. Kadir Özköse, Kaldırımlar'dan Sakarya'ya Necip Fazıl Sempozyumu, Bozok Üniversitesi, Yozgat, 2017, Cilt II, s. 315.

[3] Nimetullah Arvas, “Efendi Hazretleri, Köşesinde Oturan Bir Postnişin Değildi; Bir Mücahiddi!”, Baran Dergisi, cilt 27, 25 Haziran 2020, s. 14-17.

[4] Necip Fazıl Kısakürek, Hitâbeler, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2018, s. 243.

[5] Necip Fazıl Kısakürek, Sizinle Başbaşa, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2024, s. 511.

[6] Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 5, 2010, s. 42.

[7] Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 3, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2016.s. 147.

[8] Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, Büyük Doğu Yayınları. İstanbul, 2017, s. 187.

[9] Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2020, s. 505.

[10] Bakara Sûresi, 2/30.

[11] Deylemî, Firdevs, cilt 3, s. 611 (hadis no: 5910).

Aylık Baran Dergisi 38. Sayı, Nisan 2025