Piketty zekâtı buldu ama onun Allah’tan geldiğini bilemedi. O verinin, biz Mutlak Fikir’in peşinden gittik. O servet vergisini önerdi, biz onu zaten yıllardır farz kabul ettik. Aradaki fark şudur: Piketty’nin önerisi, insanlar adil olsun diyedir. Zekât ise, insan Allah’a karşı sorumlu olsun diyedir. Biri düzen kurar, diğeri denge getirir. Biri yasa ister, diğeri teslimiyet.
Thomas Piketty, Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital adlı eserinde modern çağın en can alıcı sorusunu soruyor: Sermaye neden her zaman kazanıyor? Üstelik yalnızca kazanmıyor; büyüyor, birikiyor, miras yoluyla el değiştiriyor ve sonunda emek harici yollarla kazanılan bu servet, toplumun geri kalanına üstünlük kurmaya başlıyor. Zenginler daha da zenginleşiyor, fakirler daha fazla çalışsa da bir arpa boyu yol alamıyor. Piketty bu gerçeği üç yüzyılı aşkın veriyle, yüzlerce grafikle ve tarihî örneklerle destekliyor. Sonuç açık: Eğer bu gidişe bir dur denmezse, eşitsizlik sadece ekonomik değil, siyasî, kültürel ve nihayetinde ahlakî bir çöküşe yol açacak. Ve Piketty bu çöküşe karşı bir çözüm öneriyor. Basit, sade, teknik: Küresel ölçekte uygulanacak bir servet vergisi. Oranı da belli: %2 ila %2,5.
Bu oranı duyduğunuzda kulaklarınızın çınlaması normal. Çünkü bu oran, Allah’ın peygamber efendimiz vasıtasıyla asırlar öncesinden bildirdiği zekât oranıdır. Zekât, nisap miktarını geçen servetlerden yılda %2,5 oranında alınır. Ve bu yalnızca bir ekonomik araç değil, bir ahlak sistemidir. Piketty ise bu oranı uzun tarihî eğrilerden, veri analizlerinden ve ampirik gözlemlerden hareketle öneriyor. O, üç yüzyıllık sermaye hareketlerini inceledikten sonra bulduğu bu oranın, bir toplumun refah içinde yaşayabilmesi için “ideal sınır” olduğunu savunuyor. Fakat bu “ideal sınır”, insan aklının değil, Allah’ın çizdiği sınırdır.
Piketty’nin kitabında belki de en sarsıcı iddia şudur: Servet, emekten daha hızlı büyür. Yani bir insan çalışarak yılda %2 büyüyorsa, sermaye sahibi biri hiçbir şey yapmadan %4 büyür. Bu fark, zamanla öyle devasa bir uçurum oluşturur ki, toplumlar aristokrasiye geri döner. Miras yoluyla zenginleşen aileler, diğer herkesin kaderini belirler hale gelir. Eşit vatandaşlık yerini, ayrıcalıklı sınıf düzenine, kula kulluğa bırakır. Piketty bunu önlemek için, büyük servetlerin yılda %2,5 oranında vergilendirilmesini önerir. Fakat ne bu oranın neden yeterli olduğunu açıklayabilir, ne de daha fazlasının adil olup olmadığını. Çünkü onun bilgisi tümevarımsaldır; gerçeklerden sonuca gider ama prensibi veremez. Oysa zekât, prensibden başlar. Kaynağı ilim değil, Mutlak Fikir’dir.
Zekâtın %2,5 oluşu, bir ekonomik hesap sonucu değil, insan fıtratının ve toplum düzeninin ilahi bilgisiyle belirlenmiştir. Bu oran, ne eksiktir ne fazla. Ne yoksulu tembelliğe sevk eder, ne zengini caydırır. Ne toplumu servet düşmanlığına iter, ne malı kutsallaştırır. Zekât, servetin toplum içinde dolaşımını sağlayan, malı ve kalbi arındıran, yalnızca ekonomik değil ahlakî bir denge unsurudur. Piketty’nin önerdiği servet vergisi ise teknik bir düzeltmedir. Aralarındaki benzerlik sathidir; biri ruhu ıslah eder, diğeri ise yalnız yapıyı.
Fakat bu yüzeydeki benzerlik bile çok şey anlatır. Demek ki insanlık, servetin bir elde toplanmasının neye yol açtığını anlamak için üç yüzyıl veri toplamış, grafikler çizmiş, krizler yaşamış. Sonra çözüm aramış. Ve sonunda Allah’ın bildirdiği bir orana ulaşmış. Şimdi asıl soru şudur: İnsanlık bu oranı yeniden bulduysa, onu kimin bildirdiğini de kabul edecek mi? Yoksa kaynağı tanımadan, hikmeti inkâr ederek yine kendi kendine yettiğini mi sanacak?
Piketty zekâtı buldu ama onun Allah’tan geldiğini bilemedi. O verinin, biz Mutlak Fikir’in peşinden gittik. O servet vergisini önerdi, biz onu zaten yıllardır farz kabul ettik. Aradaki fark şudur: Piketty’nin önerisi, insanlar adil olsun diyedir. Zekât ise, insan Allah’a karşı sorumlu olsun diyedir. Biri düzen kurar, diğeri denge getirir. Biri yasa ister, diğeri teslimiyet. Teslimiyetle, zekât vermeyi minnet bilen bir toplum anlayışı ve şuuru hâkim olmadıkça ve mihnet hâlinde dayatıldığında servet oradan buraya savrulur, kendisine fırsat arar. Piketty’nin bulduğu formül de işlemez, işletilemez.
O yüzden, zekâtı Marx değil Allah bildirdi. Ve modern dünyanın varmak zorunda kaldığı bu hakikati, biz unuttuğumuz sürece ne ekonomi düzelecek, ne adalet yerini bulacak. Eğer bir ekonomi profesörü asırlar sonra bu orana ulaşabiliyorsa, biz de neyi kaybettiğimizi yeniden hatırlayabiliriz.
Çünkü hakikat, keşfedilmeye değil hatırlanmaya ihtiyaç duyar.