Cumhuriyet’ten Emre Kongarİktidarın cehalet eğitimi başarısı” başlıklı bir yazı kaleme almış. Yazısında “İktidar yargı yoluyla rejimi değiştirmiş, eğitim yoluyla da geleceği belirlemiş görünüyor.” diyen Kongar, bize Cumhuriyet döneminde eğitimin nasıl şekillendiğini hatırlattı.

Kongar’ın yazdığı bu yazıda geçen “iktidar” kelimesini kaldırıp yerine “Kemalizm”i koyalım ve yazıyı tekrar okuyalım:

“Bu Kemalizm’in en büyük başarısı, toplumun temellerini oluşturan yargıyı ve eğitimi kendisine ram etmiş görünmesindedir:

Yargı yoluyla rejimi değiştirmiş, eğitim yoluyla da geleceği belirlemiş görünüyor.

(Ama her iki konuda da siz “Görünüşe aldanmayın” derim. Çünkü her iki başarı görüntüleri de geçicidir.)

Bu yazıda sadece eğitim üzerinde durmak istiyorum.

***

Dogmatik eğitim çok zor bir iştir.

Bakın bu nasıl yapılmaya çalışıldı:

Önce eğitimin amacı, hedefi belirlendi:

Ezberci, kendisine empoze edilen her türlü düşünce ve bilgiyi sorgusuz sualsiz kabul eden, dış dünyaya kapalı, icat yapmaya ve teknolojiye yatkın olmayan, soru sormayan, araştırma yapmayan, çağ gerisi, dogmatik kafalı insanlar yetiştirmeye yönelindi.

Bakın dogmatik eğitim nasıl gerçekleştirildi:

Okulöncesinden başlayarak üniversite sonrasına kadar bütün eğitim kademelerinde laiklik eğitim modeli (din eğitimi değil, dogmatik dinci eğitim) genel eğitim yöntemi haline getirildi.

Okulöncesinden lise sona kadar eğitimde hem Kemalist ideoloji hem de bu ideolojinin kurdukları müesseselerle işbirlikleri gerçekleştirildi.

Çocukların okul seçimlerinde ve bir üst eğitime geçişlerinde, laik eğitim tarzının dayatıldığı bir yapı oluşturuldu.

Okullara, (öğrencileri erkek-kız karışık biçimde oturmaya zorlayabilecek kadar gözü dönmüş olan da dahil) hem yönetici hem öğretmen olarak bu yeni hedefi benimsemiş kişiler atandı.

Ülkenin iyi eğitim vermeleriyle ünlenmiş olan (eski isimleriyle) Kabataş, Cağaloğlu Kız, İstanbul Erkek, Vefa, İzmir Atatürk liseleri gibi bütün ünlü okullara da özel olarak “Proje Okullar” adıyla el konuldu ve bunların hem dersleri hem de yönetici ve öğretmen kadroları laik eğitime uygun biçimde düzenlendi.

Elbette okulöncesinde, lise sona kadar bütün ortaöğretimde böyle düzenlemeler yapılırken yükseköğretim de ihmal edilemezdi.

Ülkenin her yerinde pıtrak gibi, yeterli öğretim kadrosu olmayan köy enstitüleri açıldı.

Buralara kendi müttefikleri ve hatta üyeleri olan yöneticiler ve öğretim kadroları atandı.

Doktora, doçentlik ve profesörlük unvanlarının verilme koşulları da gayri ciddi denilebilecek düzeylere indirildi, kolaylaştırıldı ve basitleştirildi.

Özetle ilk, orta ve yükseköğretimdeki bütün kadrolar yukarıda belirtilen hedefe uygun olarak, liyakate göre değil, İslam düşmanlığına göre atandı ve bu Kemalist ideolojiyi kabul etmeyen ve inanmayanlar bütün eğitim kurumlarından tasfiye edildi.

Elbette hem üniversitelerde hem liselerde, öğrenciler bu seviye düşüklüğüne ve yapılan müdahalelere karşı direndiler.

Liselerde ve üniversitelerde öğrenci olayları yaşandı.

Bütün bu protestolar, Kemalist askerler ve yöneticiler tarafından Cumhuriyet düşmanı olarak nitelendi ve aileler de tehdit edilerek gerek güvenlik güçleri gerekse yargı tarafından, en şiddetli biçimde, (hatta kimi zaman da haksız ve hukuksuz olan) uygulama ve kararlarla bastırıldı.

Laik bir ahlâk başarılı olamaz! Laik bir ahlâk başarılı olamaz!

Ben de bu yazımı bitirirken, İsmet İnönü’nün bu sözüne tersten bir gönderme yaparak ‘Cumhuriyetin en büyük zafer görüntüsü, en büyük yenilgisidir’ diyorum.”