29 Ekim’de, Cuma hutbelerinde (!) dahi Cumhuriyeti coşkulu bir şekilde kutlayan Diyanet ve ayetleri cumhuriyeti yüceltmek adına kafasına göre tevil eden imamlar (!) dahi, M. Kemal’e rahmet okunmadı diye Kemalistlerin hedefi olmuştu. Bunun ardından “vurmayın biz de sizdeniz” demek için sıraya geçen muhafazakâr kemalistlerin yediği herzelerin ardı arkası kesilmedi, kesilmiyor.

En başta anayasaya göre Türkiye’de laikliğin teminatı konumundaki müesseselerden biri olan Diyanet, M. Kemal’in adının hutbede telaffuz edilmemesinin, M. Kemal’in isteği olduğunu, hutbede devlet başkanının adının geçmesinin genelgeyle yasaklandığını öne sürerek mevzudan sıyrılmaya çalıştı. Esasında bu yasak da, devlet başkanının isminin hutbede okunmasının hilâfet nişanesi olmasından ve Türkiye’nin bir İslâm devleti değil, laik bir çizgi benimseyen bir rejime sahip olmasından kaynaklanıyor; zaten bu anlaşılsaydı meseleye çok farklı bir açıdan yaklaşılıyor olurdu. Müslüman görünümlü Kemalist BTP’nin, bizzat M. Kemal eliyle kilit vurulan Ayasofya’da 10 Kasım’da mevlid okutma teklifi ise üzerine konuşmaya bile değmez.

Dönelim meselemize; Diyanet’in bu açıklamalarının akabinde Müslüman olarak bilinen kimi yazarlar M. Kemal’in ne kadar “ulu, aziz, muhteşem” birisi olduğuna ve isminin hutbede geçmesinden gocunmayacaklarına dair yazılar kaleme aldılar.

Bu furyaya son olarak katılan ise Yenişafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Likoğlu oldu. Likoğlu, 8 Kasım 2021 günü yayınlanan yazısının “Anıtkabir’de Kur’ân okumanın vakti gelmedi mi?” başlıklı bölümünde, CHP’yi 29 Ekim’de Cuma hutbesinde M. Kemal’in adının anılmaması sebebiyle göstermiş olduğu tepkiden dolayı eziklikle itham etti. Bunu yaptıktan sonra da vites yükselterek “eziklik öyle olmaz böyle olur” dercesine şöyle bir teklife imza attı:

“Bu tartışmaları bitirecek tek bir hamle var: Evet, Atatürk’ün camilerde devlet yetkililerinin isimlerinin anılmamasına ilişkin bir genelgesi var, doğru. Ama Anıtkabir’de Kur’ân-ı Kerim okunmayacağına ilişkin bir genelge var mı? Hayır yok.

Atatürk’ün isminin camilerdeki hutbelerde, dualarda, vaizlerde anılması isteniyor mu, isteniyor, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk dualarla yâd edilmesi gerekiyor mu, gerekiyor. O halde yapılacak en güzel şey, bugün 8 Kasım, çarşamba günü 10 Kasım. Bu yıl Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 83’üncü yıl dönümü.

Sizce de Anıtkabir’de Kur’ân okumanın vakti gelmedi mi?”

Mustafa Kemal Paşa Müslüman mıydı?

Müslümanları rejime payanda kılmak adına 12 Eylül sonrasında Kenan Evren’in çizdiği “Müslüman Atatürk” portresi aradan geçen 40 senenin ardından cemiyetin belli kesimi tarafından kabul edildi. Oysa bu Kemalist rejimi ayakta tutmak adına yapılan bir manipülasyondan başka bir şey değildi, zira Kenan Evren, Cumhurbaşkanlığı arşivlerinin bir kısmını Genelkurmay’a taşıtıyor. Bu mevzuyu tarihçi yazar Said Alpsoy şöyle anlatıyor:

“Kenan Evren bir Pazar günü, Çankaya’nın bahçesine söz konusu arşivi çıkartıyor ve kendi gözetiminde arşivdeki belgelerin bir kısmını yaktırıyor. Daha sonraki senelerde bu olay gündeme getirildiğinde de, tasdik ediyor böyle bir şey yaptığını. Gazeteciler sorunca, savunması da aynen şöyle, “Atatürk’ün hiç kimseyi ilgilendirmeyen, özel-mahrem hayatına ait ‘lüzumsuz’ şeylerdi onlar” diyor.”

Esasında inançsızlığında son derece samimi olan M. Kemal Paşa’nın meşhur meclis konuşmasındaki “Bizim devlet idaresindeki ana programımız CHP programıdır. Bunun kapsadığı prensipler idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.” ifadeleri “Kur’ân gökten mi indi ki Kur’ân’ı kastetsin” gibi saçma ifadelerle tevil edilmeye çalışılsa da dine nasıl baktığını ortaya koymaktadır. Bunun haricinde Kâzım Albay “Mustafa Kemal Paşa’nın Şahsiyeti” başlıklı yazısında, “Atatürk”ün inanç dünyasını kaynaklarıyla birlikte şu şekilde ortaya koymaktadır:

M. Kemal kanaatimce ateist biri ve inançsızlığında samimi. Yani günümüz laikleri gibi “hem Müslüman’ım hem laikim” diyen biri değil. İngiliz kadın yazar G. Ellison’a (Turkey Today, s. 24) şöyle demiş: “Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.” (Andrew Mango, Atatürk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, s. 447.) Mustafa Kemal’in Kuran’ı Kerim’e “Arapoğulların yaveleri” (Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, Tekin Yayınları, İstanbul, 1994, s.98.) demesi yanında, ekibiyle beraber “din ve ahlak inancını kaldırmalıyız” görüşünde olduğunu Kazım Karabekir naklediyor. (Mumcu, a.g.e., s.86.) Mete Tunçay, Mustafa Kemal Paşa’nın ateist (Tanrıtanımaz) eğilimler duymuş bulunmakla birlikte deist (Yaradancı) olduğunu söyler. 18. yüzyıl Aydınlanma Çağına ve 19. yüzyıl pozitivizmine uygun bir tür “akılcı dinbilim” ve “doğal din” inancı vardır der ve İslâm’ı da “aklî ve tabiî din” çizgisinde yeniden yorumladığını söyler. (Mete Tunçay, Eleştirel Tarih Yazıları, Liberte Yayınları, Ankara, 2005, s. 209. Bkz. M.Kemal’in ateist olup olmadığı hakkında Mete Tunçay’ın Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması eserinin (Yurt Yayınları, Ankara, 1981) s.213 ve 219-221’de 5, 17, 18, 19 no’lu dipnotları zengindir.) Bu tesbitlere pek katılmıyorum. M. Kemal öyle ince muhasebeler ve derin tahliller yapacak çapta biri değildir. Devrimlerden de anlaşıldığı üzere satıhçı ve inkârcıdır. Tüm İttihatçılarda görülen özellik, satıhçı ve komitacı olmalarıdır. Şunu ifade edelim ki, Peygamberi tanımadığı için, İslâm karşısında deistlik ile ateistliğin bir farkı yoktur. Bizce, esasen ateist olan M. Kemal’in eğer doğru ise deistliği, Batıdan gelme ulus devlet formülasyonu için bir araç hükmündedir. Onun için Tanrıtanımaz pozitivist de diyebiliriz. Cumhuriyet döneminde dinin yerine ikame edilmek istenen bilim anlayışı da bu çerçevededir. M. Kemal için ateist (Tanrıtanımaz) mânâsına gelen natüralist ve determinist diyenler de vardır. (Osman Nuri Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, Cilt. 5, Eser Matbaası, İstanbul, 1977, s. 1673.)

Müslüman olmayan birine rahmet yahut mevlid okutulması

M. Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti Cumhur Reisi olarak seyretmiş olduğu politika ve Müslümanlara karşı sergilediği tutum, kendisinin Müslüman olmadığını açıkça gösterirken, onu kendisinin bile rahatsız olacağı biçimde Müslüman gösterme çabaları “ezik Müslümanlar” eliyle sürdürülüyor. İş camilerde rahmet okumanın da ötesine geçerken, mesele hakkındaki hükmü yine Baran dergisinin Kasım 2019’da yayınlanan 669. sayısındaki bir haberden verelim. Haberde, 10 Kasım saat 09:05’te camilerden siren çalınacağının iddia edilmesi üzerine Diyanet İşleri Fetva Hattının aranarak inançsız biri hakkında camilerde rahmet okunması yahut program tertiplenmesi hakkındaki hükmün sorulduğu aktarılıyor. Haberin ilgili kısmı şu şekilde:

“İnançsızlığın ölçüsü nedir? Siz mi inançsız sayıyorsunuz, yoksa o kendisi mi inançsız olduğunu söylüyor?” diyen Diyanet memuruna “mevzu bahis kişinin kendisinin inançsız olduğunu söylediğini, bunun cemiyetin ekserisi tarafından bilindiğini ve bu kişinin hayatı boyunca İslâm’a düşman tavırlarıyla tanındığını” söylememiz üzerine, “Öyleyse böyle birisi için camide niye program düzenleyelim; ama inançsız olduğunu katiyen bilmek gerekir.” cevabını aldık. “Peki, Kur’ân-ı Kerim’e ‘gökten indiği zannedilen dogmalar’ diyen bir adamın inançsız olduğunu söyleyebilir miyiz?” diye sorduğumuzda ise, “Aziz kardeşim bunlar yüz yüze konuşulması gereken bir meseledir. Ben sizin ne demek istediğinizi anladım.” denilmesi üzerine ne sebeple aradığımızı söyledik ve mevzu bahis yazıdan bahsettik. “Camilerden niye siren çalınsın kardeşim, böyle bir şeyin bilgisine sahip değiliz.” diyen Diyanet görevlisine kimle görüştüğümüzü sorduğumuzda “Diyanet’ten bir arkadaşla görüştünüz.” şeklinde cevap verdi.

İslâm âlimleri de, kâfir (gayri Müslim) birisine rahmet okunmasının caiz olmadığını açık bir şekilde belirtmişlerdir. Haberden anlaşılacağı üzere, laik rejimin payandası hüviyetinde olsa da Diyanet dahi bu hususta İslâm âlimlerine ittiba etmektedir. Aklı evvel “ezik Müslümanlar”ın bu husustaki abes teklifleri ise yeni bir din ihdas edip onun müntesibi olma teşebbüsünden başka bir şey değildir ve en sert şekilde cevap verilmesi zarurettir.

Baran Dergisi 774. Sayı