Sözün başında, içinde bulunduğumuz duruma en kesin teşhis ve tedavi reçetesini Büyük Doğu Mimarından aktaralım; “Fikirsiz efendiler, fikirsiziz! Ne yola, ne madene, ne buğdaya, ne silâha muhtacız!
İhtiyacımız sade fikre. Ondan da mahrumuz! Fikir olunca hepsi olur, o olmayınca da hiçbiri olmaz; bunu bile anlamıyoruz!
Bugüne kadar başımıza gelen her felâket, şahidi olduğumuz her kepazelik, sadece fikirsizliğimizden ileri gelmiştir. Bu yüzden büyüklüğümüz bize küçüklük; hiyanetler, kahramanlık; suikastler, kurtarıcılık, gibi gösterilmiştir. Bizse bütün bunları yutup hazmetmiş bulunuyoruz.”(İdeolocya Örgüsü)
Ve şöyle devam ediyor Büyük Doğu Mimarı; “Fikir, fikir... En büyük ibadet onunla...”
İlla fikir, yine fikir, başta fikir sonda fikir ve Muhakkak Mutlak Fikir…
El atılmayacak hiçbir mesele kalmayıncaya kadar Mutlak Fikrin mührünü, muhatap olunan mevzuların üzerine vurabilmenin çile ve ızdırabına, ehliyet ve vukufiyetine sahip olmak. Durmadan duraksamadan karıncalar gibi çalışmak ve fikir üretmek… Fikir en büyük aksiyon; ya fikirsizlik? Tembellik, bahane bulma, ideolojik geyikler ve “şu şöyle olmalı bu böyle olmalı” türü günü kurtarıcı ifadeler sadece ahmak tesellisi ve hezeyanları…
Ortadoğu son birkaç yıldır tam bir “KIRK HARAMİ” saldırısına uğramaktadır. HARAMİLER sırasıyla Irak, Afganistan, Somali, Sudan, Tunus, Mısır, Libya Yemen, Bahreyn’e ve son olarak Suriye’ye yağma için daldılar. NATO adlı askeri çeteleri ve Birleşmiş Milletler adlı Domuzlar Birliği ve demokrasi adlı içtimai afyonları ile harekete geçerek her bir ülkeyi tek tek avladılar. İşleri bitmeden öteki ülkeye geçmediler. Gerilerinde virane olmuş evler, toprağı ve suyu mahvolmuş coğrafyalar, milyonlarca ölü ve ölenlerin onlarca katı, yaralı ve tecavüz vakıası bıraktılar. Çanakkale Savaşında İngilizlerin Hindistan’dan topladıkları Müslüman Hintlileri “Halifeyi ve Hilafeti kurtaracağız” diye aldatarak Çanakkale önlerine kadar getirip Müslümanlara karşı savaştıran zihniyet, hiç değişmemiş haliyle bugün yukarıda saydığımız ülkelere karşı Müslümanları kullanmış, Müslümanı müslümana karşı kırdırmış ve üstelik bunu da tekbirler eşliğinde yaptırmıştır. Şimdiyi anlamak için Libya hadisesine bakın; hani neredeler, tekbirlerle Kaddafi’nin ölümünü isteyenler ve Kaddafi’nin zulmünden kurtardıkları insanlara şeriat ve adalet vaad edenler… Şimdi neredeler? Libya petrolünün yüzde 35`inin Fransa’ya akmasını sağlayan, milyar dolarlık Libya Merkez Bankası servetinin ve yine Libya’ya borçlu Batılı ülkelerin “borçlarını ödemeyerek” yaptıkları yağmanın hesabını “NATO’CU MÜCAHİDLER” nasıl vereceklerdir. Klasik tarzda siyasî okuma yaparak düştükleri tuzağın veya tuzaklarına düşürdükleri insanların hesabını nasıl vereceklerdir? Kimsenin zalimden yana olması söz konusu değil. Ama belli bir ideoloji ve kadro hareketi için mücadele etmiyorsan, başkasının ideolocyasının ve örgütlü gücünün sadece bir parçası olursun ki; o da Libya, Suriye ve Mısır misallerinde olduğu gibi sadece “yağmaya, barbarlığa ve yıkıma” suç ortağı olursun. Burası ayan beyan açık olan bir şeydir. Hatırlanırsa son Irak savaşı sırasında, başta Bağdat Müzesi olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinden 100 bin kadar tarihi, kültürel ve dini miras çalınmıştır. Şimdi Suriye benzer durumla karşı karşıya kalmıştır. Başta Halep ve Şam Müzeleri olmak üzere, taşınmaz kültür varlıkları ile arkeolojik ve kültürel miras alanları, kıymetleri yağmalanmakta, imha edilmekte ve özel operasyon birlikleri tarafından çalınarak batılı ülkelere götürülmektedir.
Modern 31 Mart vakaları yaşamaktayız. Örgütlü güçler, galeyana getirdikleri toplulukları “işlerini bitirinceye kadar” doldurup boşaltıp gaza getirdikten sonra yalnızlaştırarak, işlevsizleştirerek bir kenara atıp gitmektedirler. Bu gün “Zalim Saddam” edebiyatından geriye kalan sadece kan içerisinde yüzen, yağmalanmış, sömürülmüş Iraktır, bugün “Zalim Kaddafi” edebiyatından geriye kalanda Iraktan farklı değildir; kan gözyaşı ve yağma. Suriye içinde beklenen son bu olacaktır. “Zalim Esed” edebiyatından geriye kalan ABD-İsrail öncülüğünde ki Batıcı güçlerin tecavüzü, yağması ve barbarlığı olacaktır. Bunun acıda olsa işaretlerini görmekteyiz… Zalimi imha eden ve yerinden eden “BİZ” olmadığımız müddetçe, ufak tefek tepkilerle ve “ideolojisiz” karşı çıkışlarla daha büyük bir zalimin, barbarın ve yağmacının kılıcını bilemekten başka bir iş yapmış olmayız. Burası dikkatlice okunmalı. Biz hiçbir zalimden yana değiliz; hatta buğzumuz bakî ve hesaplaşmamız çetin olmak üzere hep tetikteyiz. Biz İslâm’a Muhatap Anlayış Davası için mücadele ederiz ve Büyük Doğu-İbda Dünya görüşünü hayata geçirmek için KAVGA ederiz.
Bütün bu olan-biten karşısında olağanüstü iradesi, dik duruşu ve muhteşem fikir örgüsü ile İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “BAŞYÜCELİK DEVLETİ; Yeni Dünya Düzeni”yle insanlığa kurtuluş yolunu hem göstermekte hem de bunun mücadelesini yapmaktadır. Evet DÜNYA’DA TEK OLMAK BABINDAN BÜYÜK DOĞU-İBDA ANLAYIŞI VE DÜNYA GÖRÜŞÜ, içinde bulunduğumuz zaman diliminde ANADOLUCULUK gibi muhteşem bir terkibi şemaya ve coğrafyaya sahip ve bütün milletleri bu fikir üzere harmanlamayı gaye edinmiş olarak hareket halindedir, oluş halindedir, doğuş halindedir. “Fikrimizin ulaşabildiği her yer ANADOLU’dur.” İşaret ve istikametinden hareketle bayrak düştüğü yerden, ANADOLU’dan kalkmak üzeredir. Dünyadaki şiddetli sancılanışın bir sebebi de (Allah-u Alem) budur.
Bu bakış açısıyla Suriye Anadolu’dur, Irak Anadolu’dur, Kürdistan Anadolu’dur, topyekûn Ortadoğu Anadolu’dur ve sırf bu yüzden orada yaşanan tüm acılar, katliamlar, yağmalar, sevinçler ve zaferler bizim meselemizdir. Elbette derdimiz bu kadarla sınırlı değil Müslüman ayağı değmiş tüm topraklar ve üzerinde Müslüman kanı dökülen tüm coğrafya, elimizin ulaşabildiği, fikrimizin erişebildiği, hayallerimizin kuşatabildiği “Mescid Kılınmış Yeryüzü” nün her yanı bize Anadolu’dur, başka bir şey değil.
Kaldı ki ABD-İsrail’in Türk ve Kürt halkına bir operasyonu söz konusudur ve gayesi her iki milleti de birbirine düşürüp kendi çıkarına hizmet eden bir yapı oluşturmaktır. Türkler-Kürtler kelimelerinin yoğun kullanımı da bu ayrıştırmayı hızlandırmak için kullanılan psikolojik propaganda dilidir. Bu çerçevede Kürd’e düşende Türk’e düşende biran önce başlarındaki ve içlerinde ki Batıcı-laik-ırkçı şahsiyetlerden kurtulmak ve Anadolu’nun bağrına bir hançer gibi saplanmış olan AB-D İsrail üslerini boşaltıp defetmektir. Ama önce fikir şart; yepyeni bir nizam, yepyeni bir ahlak ve yepyeni bir diriliş muştulayan bir fikir. Çağa vurulacak mührü taşıyan ANADOLU büyüklüğündeki dava taşını gediğine koyacak ve dünya çapında bir inkılabı başlatacak bir fikir…


Baran Dergisi 292. Sayı