Selâmün aleyküm.
Nasılsınız? (Av. Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor ve Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim.
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl? (Av. Yılmaz, ziyarete gidemediğini ancak kendisinin iyi olduğunu söylüyor. Ardından, gazeteci-yazar Fazıl Duygun’un Suriye, Lübnan ve Ürdün’e yaptığı seyahati tamamlayarak “bugün” yurda döndüğünü ifâde ediyor.)
Şam’da Ahmed Cibril’le görüşebildi mi? (Av. Yılmaz, Suriye’deki durumun ziyâdesiyle tehlike arzetmesi dolayısıyla görüşmenin gerçekleşmediğini söylüyor.)
Doğru, çatışmalar sürüyor. (Av. Yılmaz, Fazıl Duygun’un buna rağmen birçok başka insanla röportaj yaptığını ekliyor.)
İyi, iyi. Peki Ürdün’de Leyla Halid’le görüşebildi mi? (Av. Yılmaz, onunla da görüşemediğini söylüyor.)
Kendisi Ürdün’de ikamet eder ancak FHKC’de önemli bir sorumluluğu olduğu için çokça seyahate çıkmak zorunda kalıyor.
Evet, bana soracağınız herhangi bir soru var mı? (Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Konuşabileceğimiz birçok şey var. Aklıma gelen ilk husus, Suriye’ye karşı yürütülen saldırganlık ve Suriye halkının çektiği acılar. Burada sözkonusu olan hâdise, sadece Sünnî çoğunluğu kasdetmiyorum, müslüman Suriye halkının büyük bölümünün meşru talebi olan bir değişimdir. Bu değişim, sadece bir hükümet değişiminden ibaret olmayıp, bizzat rejimin kendisinin iyileştirilmesidir. Burası açık.
Bu talebten istifâde eden aşırılar, yabancı destekli olarak şimdi tüm ülkeye yayılan bir şiddet başlattılar. Oysa Suriye’deki meşrû muhalefet, şiddet taraftarı değildir. Müslüman Kardeşler ise bu bahiste kendine has bir nitelik taşır. Geçmişte özellikle Irak tarafından destekleniyorlarken, şimdi Suudî Arabistan, Birleşik Arab Emirlikleri ve Katar tarafından destekleniyorlar. Rejimle geçmişten gelen ve 1980’lerde onbinlerce insanın katledildiği kapanmamış bir hesabları var. Her iki durumda da bir “yabancı müdahalesi” sözkonusu.
“Yabancı müdahalesi” derken, Katar ve Suudî Arabistan’ın gönderdiği haberleşme amaçlı binlerce uydu telefonu kasdetmiyorum, ancak şayet iki değilse bile en az bir komuta merkezinin Ürdün’de, birinin Türkiye’de, hattâ belki bir diğerinin de Irak’taki Amerikan üslerinden birinde olduğuna ve Suriye’deki operasyonları yönetip koordine ettiklerine oldukça eminim. Oraya buraya hareket eden bu insanlar yalnızca birer âlet bu bakımdan.
Suriye’yi, rejimi, aralarında artık görevde olmayan “tarihî” şahsiyetler de bulunmak üzere çoğu liderini biliyorum, tanıyorum. Orada insanların sonunda yalnızca acı çekeceği büyük bir hâdisenin gerçekleşmekte olduğunu ve bu şekilde daha iyiye bir gidiş olmayacağını düşünüyorum.
Yakın gelecekte her ne olursa olsun, askerî anlamda durum ne merkezde olursa olsun, üstelik yeni değil daha şiddet başlamadan önce Beşar Esad hükümetinin aldığı, “herşeyin dönüştürülmesi” şeklinde bir karar var.
Kanaatim odur ki, Suriye ordusu ve güvenlik güçleri, birçoğu masum binlerce insanın hayatına mâlolsa dahi duruma hâkim olacaktır. Çünkü gerillalar yahud yabancı komandolar insanların tam ortasında faaliyet gösteriyor ve orduya insanların yaşadığı bu meskûn mahallerden saldırıya geçiyor. Bu durumda karşı saldırının da yine buralara yönelik olacağı, sonuçta masum insanların öleceği âşikar. (Carlos, konuşmasının bu noktadan itibaren başlayan ve doğrudan Suriye hakkında olmadığı için şu ân tercüme edilmeyen uzunca bölümünde ve ardından yeri geldikçe, televizyonda tesadüfen seyrettiği Londra Olimpiyatları açılış merasimi vesilesiyle “emperyal güç”ten ve İngiliz emperyalizminden bahsediyor.)
Biz bugün bile İngilizlerin emperyal plânlarının hâkimiyeti altındayız hâlâ. (...) Dünyada bugünkü çoğu sınır problemi, İngiliz emperyalizminin icadı oldukları için yaşanmaktadır. Ortadoğu’daki tüm problemler meselâ; niçin bu kadar çok ülke var burada, niçin Filistin için savaşıyoruz? Kutsal Filistin topraklarının işgaline karşı savaşıyoruz ancak tarihte hiçbir zaman Filistin devleti olmamıştır ki! Büyük Suriye’nin, tabiî Suriye’nin içerisindedir burası ve işte bu Suriye de parçalara bölünmüştür. Musul, Suriye’nin bir parçası olagelmiştir daima. Ne var ki, İngilizler tarafından Suriye’nin kalanından kopartılıp “yeni” Irak’a verilmiştir. Suriye’nin kalbi Halep ve Şam da Fransızlara verilmiştir ki, onlar da yüzlerce yıldır Fransızlara bağlı olan katolik Marunîlerin ağırlıkta olduğu bir Lübnan Cumhuriyeti icad etmiştir. Tüm bu bölünmelerle kendini gösteren ileriye dönük hesablar hep İngilizlerin başının altından çıkmıştır ki, sanıyorum Çinlilerden sonra, herkesten çok daha ileriyi görenler İngilizlerdir. Bugün bildiğimiz dünya, bugün bildiğimiz sınırlar, çoğu İngiliz emperyalizminin icadıdır. (...)
Emperyalizmle savaşırken unutmamamız gereken şey, şimdiki çatışmaların kökenlerini ve toplumların tarihî haklarını da anlamamız gerektiğidir. Dünyadaki çoğu sınırın yanlışlığı o raddededir ki, Afrika’dakilerin hepsi ama hepsi hatalıdır. Ancak Afrikalılılar 1963’te akıllıca bir karar almış ve sınırların “dokunulmazlığını” karara bağlamıştır. Yoksa umumî bir savaş sözkonusu olacaktı çünkü. Bu sınırların yanlış tesbit edilmesinin ardında da 1880’lerde gerçekleştirilen Berlin Anlaşması ve yine özellikle İngilizler var. (...) Sonuç olarak, İngiliz emperyalizminin bu uğursuz mirasını yok etmeliyiz. (...)
Bu bize, yalnızca Kur’an okumanın veya hadis öğrenmenin, dünyayı değiştirmede yeterli olmadığını gösteriyor. Referans noktası olarak bunlar önemlidir ve bize kılavuzluk edeceklerdir. Ancak ayrıca bilmemiz gereken husus, bugün niçin böyle bir karmaşa içerisinde yaşadığımızdır. Türkiye dahil, tüm dünyadan söz ediyorum. İngiliz tarihi, bizim de tarihimizdir aynı zamanda.
Britanya toplumuna veya toplumlarına düşman da olmamalıyız, yâni ne Britanya’yı ne de Britanya halkını oluşturan unsurları yok etmeliyiz. Fakat İngiliz emperyal geleneklerini mağlub etmeyi ümid ediyoruz. Yine ümidimiz o ki, inşallah geleneklerin, inançların ve dinlerin hep birlikte saygı göreceği ve İslâm’ın bunda esasî rehber rolü oynayacağı daha iyi bir dünyaya sahib oluruz.
(Av. Güven Yılmaz, Dışişleri Bakanı Ahmed Davudoğlu ile Suriyeli General Menaf Tlas’ın “dün” Ankara’da bir görüşme gerçekleştirdiğini söylüyor Carlos’a.)
Menaf’ı tanıyorum. Çok hoş bir arkadaştır. Çok nâzik ve kibar bir çocuktur. Kötü bir insan değildir. Çok yakışıklı ve atletiktir; kadınlar hayrandır ona. Düzgün, terbiyeli biridir.
Ailesi de iyi insanlardan müteşekkildir. Annesini de, Suriye ordusundaki en eski, hattâ Hafız el-Esad’tan bile daha önce Baasçı olan babasını da tanırım. Sünnîdirler. Aile isimleri “Tlas” değil de “Tleys” diye telaffuz edilir aslında. Baalbek’in güneyinden gelirler. Mustafa Tlas’ın dedesi, bu Şiî insan, Rastan’a gelir ve bir kızla evlenip Sünnî olur, böylece bu aileyi kurar. Zengin değildirler ama namuslu ve milliyetçi insanlardır. Giderek güçlenirler. Ailenin çoğu Hums’ta yaşamaktadır. Mustafa Tlas da elbette Şam’a gider sonra. Ki bu yeri de iyi bilirim, bana evlerini, yaşadıkları daireyi açmışlardır.
Kendisinden ilk bahsettiğim demde Menaf hakkında konuşmak istememiş ve bilâhare konuşacağımı söylemiştim. Şundan eminim ki, Menaf Tlas bir hain değildir. “Bir yerlerde” bir mutabakat sözkonusu olmaksızın bu şekilde hareket edeceğine de inanamam. Anlamalısınız, bu insanlar Sünnîdir, kuşku duyulamayacak biçimde milliyetçidir ve yabancıların ajanı da değillerdir.
Bugün bile hatırlarım. Kuveyt’i kurtarmak üzere Amerikan ordusu dışında Suriye ordusu da 1991’da Suudî Arabistan’a geldiğinde, Başkan Hafız el-Esad –Allah rahmet eylesin- sağdı ve Irak’la Suriye savaşta olmasına rağmen Saddam’a iki özel mesaj göndererek Kuveyt’ten çıkmak zorunda olduğunu söylemişti. Saddam gururluydu ve reddetti. Hafız el-Esad’ın başka alternatifi yoktu ve Suriye ordusu da Kuveyt’in kurtarılması operasyonuna katılmak zorunda kaldı.
Buna rağmen, Irak’tan gönderilen her bir füze Telaviv’e düştüğünde, subayına ve generaline kadar Suriye ordusundaki binlerce asker açık havada “Allahü Ekber, Allahü Ekber!” diye bağırıyor, Saddam’ı alkışlıyorlardı. Onlar Saddam yanlısı değil ama İsrail karşıtıydılar çünkü, Amerikan ajanı değillerdi.
Nihâyetinde, Amerikalılar onları cebhenin önüne sürdüler. Arkalarında Amerikalılar, onların da arkalarında Suudîler vardı. (Carlos gülüyor.) Neyse, hepsi hac veya umrelerini yaptılar. Oysa aralarında birçok Hıristiyan, Alevî, İsmailî falan vardı. (Carlos gülüyor.) Aslına bakılırsa, mesele Kuveyt’i kurtarmaktan ziyâde, aldıkları yüksek maaşlardı; bu yüzden hepsi “Kuveyt’i kurtarmaya” gitmek istiyordu. Sanıyorum ABD tarafından ödenen ve o sıralar Suriyeli bir bakanın aldığından fazla bir meblağ olarak bin dolardan fazla maaş alıyorlardı.
Bu demde, Tlas hanımdan bir telefon aldım: “Mişel –bana ilk isim olarak böyle hitab ederdi-, tek başına beni görmeye gelebilir misin?”. Birşeyler olduğu açıktı. Anladım tabiî. Ben de yanıma şöför falan almadan tek başıma evlerine gittim. Bir anne gibi beni kucakladı. Zaten hepimizi çok sevdiği gibi bana karşı da her zaman çok sevecendi. Feodal bir aileden gelen gerçek bir hanımefendi, hakiki bir milliyetçiydi.
General Mustafa Tlas da oradaydı. Normalde evde bulunmazdı ama o ân evdeydi. Bir yandan da Amerikan CNN televizyonunda haberleri takib ediyor ve Irak’ın bombalanmasını izliyordu. O da beni kucakladı ancak eşi kadar değil tabiî. Bana karşı daima sıcak ve nâzik davranırdı fakat neticede devlet başkanından sonra ordudaki en yüksek rütbeli generaldi.
Evet, general beni kucakladı, yerine oturdu, beni de yanına oturttu ve ağlamaya başladı. Böylesine yiğit, İsraillilerle birçok kez savaşmış bu kahraman insan o kadar üzgündü ki, bir çocuk gibi ağlamaya ve Suriye lehçesiyle Amerikalılara lânet okumaya başladı. Karısı da benzer şekilde gözyaşlarına boğulmuş, televizyonda bu haberleri seyrediyordu. Ben de çok etkilenmiştim bu manzaradan. Sanıyorum bu hâlini başka kimseciklerin görmesini istemiyordu. Ben de yakın zamanlara, bundan birkaç yıl öncesine kadar kimseye bundan bahsetmedim ve bu hâdiseyi bir sır olarak hep muhafaza ettim.
Bu insan, bu insanlar, iyidir ve hain değildir. Esad ailesiyle de kardeş gibilerdir. Orada bir problem, rejim içerisinde mezhebî bir problem var. Unutmayınız ki, Alevî feodal ve dinî liderlerin talebi üzerine, 1930’larda Fransızlarca kurulan bir Alevî cumhuriyet var ortada. Amerikalıların da istediği buydu zaten. Ki daha önce de bu mevzudan bahsettim. Sanıyorum, devam eden bir “geçiş süreci” sözkonusu Suriye rejimi içerisinde. Bu geçiş, Beşar el-Esad’ın herşeyi bırakıp terketmesi anlamına gelmiyor. Bu insanların, Suriye’yi daha iyi bir noktaya, daha demokratik yahud gerçekten demokratik bir rejime götürmek, üstelik bunu ülkenin bağımsızlığını ve bütünlüğünü garanti altına alarak ve hernekadar İngiliz emperyalistlerden miras kalmış da olsa mevcud sınırları koruyarak yürütmek gibi bir mesuliyetleri var.
Bir diğer ifâdeyle, Menaf şimdi orada ama Türkiye’nin Suriye’ye saldırması gibi bir fikre iştirak ettiğini sanmıyorum. Zira ABD ordusunun, Türk ordusunun yiğit askerlerine ihtiyacı var. Çünkü Türk ordusundaki askerler onlar gibi homoseksüel değil, biliyorsunuz. Bu yüzden, ilk saldırı sırasında Amerikan ordusunun önünde, en ön safta savaşacak başka insanlara ihtiyaç duyuyorlar. Menaf Tlas’ın da ülkesine ihanet etmek üzere ve ülkesi tahrib edilsin diye oraya gittiğini düşünmüyor, aksine Suriye halkının menfaatlerini savunmak ve geçiş sürecini götürmek için orada bulunduğunu zannediyorum. Unutmayınız ki, çoğu Şam’da üslenmiş bir kısım muhalefet, şiddete ve işgale karşıdır.
Yine bir şeyi daha unutmayın: Mustafa Tlas’ın hem Fransız, hem Suudî, hem de elbette Suriye tâbiiyeti olan büyük kızı Nahid’e -ki kendisiyle hiç karşılaşmadım, o Şam’dayken ben şans eseri hep seyahatteydim, yoksa mutlaka tanışırdım, ailenin tanışmadığım yegâne mensubudur-, yoldaşlarımızdan birinin uzun yıllar önce yakın arkadaşı olan zengin bir adamdan bir milyar Frank miras kalmıştır. Yine Fransız Rivierası’nda zamanın parasıyla yüz milyon Franklık çok güzel de bir ev ve ayrıca sanat koleksiyonu. Tabiî bir ölümle vefat eden ve kendisinden epey yaşlı olan kocasından meşrû biçimde kendisine ve küçük oğluna kalan bir mirastır bu. Her neyse, işte bu hanımın, Fransız politik ve sosyal çevreleriyle iyi ilişkileri vardır. Son birkaç yıldır da siyasî şahsiyetlere yaptığı yardımlardan dolayı ismi her yerde görünen bir hanım. İsim vermek istemiyorum ancak diyeceğim o ki, Tlas ailesinin kızının, sadece askerî değil, sağ veya sol birçok politik çevrede de nüfûzu mevcud.
Bu sebeble, sadece Menaf değil, General Mustafa Tlas’ın da burada, Fransa’da olduğunu zannediyorum. Cezaevinde olduğum için bunu delillendirebilecek durumda değilim ama böyle düşünüyorum.
Tlas’ın büyük oğlu da bir işadamıdır. O da çok nâzik bir insan. Eğer Suriye gibi bir yerde böylesi bağlantılarınız varsa, kolayca para kazanabilirsiniz. Dubai’de yaşar ve iş yapar.
Sonuç olarak size söyleyeceğim şey, Tlas ailesinin hain olmadığıdır.
Aynı şekilde, çoğunluğu müslüman olan ama son elli yıldır da siyonist sapkınlara yardım edegelen Türk ordusu şayet Suriye’ye saldırırsa, bunun Filistin’in kurtuluşuyla en ufak alâkası olmaması bir yana, bu tam bir ihanet ve suç ortaklığı olacaktır. Türk hükümetinin böyle bir teşebbüste bulunacağını sanmıyorum. Ancak Türk ordusunun en üst komuta kademelerinde hâlâ hainler var ki, siyonistlerin sözkonusu Sabetayist müttefikleri böyle bir saldırıyı gerçekleştirmekten ve siyonist İsrail varlığına karşı ön cebhenin bu son kalan devletini de tahrib etmekten son derece memnun kalacaktır.
Her neyse, Allah, Mustafa Tlas’ın, Menaf’ın, kız ve erkek kardeşlerinin, çocuklarının ve yine Esad ailesinin milliyetçi ferdlerinin yardımcısı olsun.
Evet, Tlas ailesi hain değil ve rejim içi durumlar da insanların düşündüğünden çok daha karmaşık. Suriye rejimi dahilinde Alevî aşırılar da mevcud ve bunların da mağlub edilmesi gerekiyor. Bu tipler, ülke dışından gelip de insanları öldüren, tecavüz eden, yağmalayan ve sivilleri katledenlere eş.
Türkiye’nin müslüman kardeşimiz diyebileceğimiz hükümetinin, askerî bir yanlış yapmayacak kadar akıllı olacağına güvenelim. Çünkü Suriye’nin, “özel silâhlar”ı olduğunu ve bunları iç isyana karşı değil de yabancı müdahalesine karşı kullanacağını açıklaması bir şaka değildir. Açık bir uyarıdır bu.
Suriye’ye saldırmak için İsraillileri kullanmazlar. Suriye, karşı bir saldırıda bulunur çünkü. Ne var ki Amerikalılar ve siyonistler, onbinlerce Suriyeli askeri ve sınır bölgelerindeki sivili, Suriye’ye kardeş bir halkın saldırısıyla katledip bertaraf etmeye ve böylece Suriye rejimini devirmeye çalışmaya dünden hazırdırlar.
Biz herşeyin en iyisi olsun diye dua edelim.
En iyi dileklerim Kumandan Mirzabeyoğlu’na.
Allahü Ekber.
28 Temmuz 2012



Baran Dergisi 292. Sayı