Hava saldırıları, yerdeki savaşın yarattığı yüz yüze şiddetten farklı olarak, saldırganı kurbanından uzaklaştırıyor; yani hem fizikî mesafe hem de psikolojik kopukluk söz konusu oluyor. Hedeflerinden çok daha uzakta kalan hava gücü, hâlâ “modernliğin zirvesi” olarak görülüyor. Oysa keşiş Thomas Merton, bir Nazi komutanının ağzından yazdığı şiirde şunu söylemişti: “Uzaktan füze gönderip dostlarını ve düşmanlarını yakarken, yaptığını görmediğin için kendini daha üstün sanma.”
Havacılıkta teknoloji, 1930’larda ilk kez savaşların merkezine girmeye başladı. Mussolini, Etiyopya işgalinde İtalyan uçaklarını kullandı, hastaneleri bile bombaladı. Ardından, Nisan 1937’de Almanya ve İtalya’nın faşist orduları, İspanya’nın Guernica kasabasını bombalayarak sivilleri katletti.
Guernica kısa sürede, sivillere yönelik toplu kıyımın sembolü haline geldi. Pablo Picasso’nun meşhur tablosu da bu vahşete tepki olarak dünyada tanındı.

Oysa II. Dünya Savaşı başlarken “sivillerin bombalanması yasak olmalı” görüşü hâkimdi. Ama birkaç yıl içinde bu, havadan bombardıman “standart” bir savaş yöntemine dönüştü.
Alman Luftwaffe’nin İngiltere’ye yaptığı Blitz saldırılarında 43 bin 500’den fazla sivil öldü. Sonraki yıllarda ise tarihe korkunç alev fırtınaları ve atom felaketleriyle geçen şehirler eklendi:
-Almanya’da Hamburg, Köln, Dresden
-Japonya’da Tokyo, Hiroşima, Nagazaki
Tarihçi Alex J. Bellamy’ye göre, “300 ila 600 bin Alman sivil ve 200 binden fazla Japon sivil, Müttefiklerin doğrudan sivilleri hedef alan bombardımanlarında öldü.” Ancak İngiliz ve Amerikan hükümetleri bu gerçeği reddetti, “biz sivilleri hedef almıyoruz” diyerek çeşitli bahaneler üretti.
“Geçmişte Yapıldı, Biz de Yapabiliriz” Mantığı
Ekim 2023’te, Gazze’de savaşın başlamasından üç hafta sonra New York Times şunu yazdı: ABD’li yetkililer, İsrail liderlerinin “çok sayıda sivil ölmesinin kabul edilebilir” olduğuna inandığını gördü. İsrailli yetkililer, ABD’nin II. Dünya Savaşı’nda Almanya ve Japonya’yı bombalamasını örnek gösteriyordu.
Netanyahu da Biden’a aynı şeyi söyleyerek kendini savunmaya çalıştı:
“Almanya’yı halı bombardımanına tuttunuz. Atom bombası attınız. Binlerce sivil öldü.”
İsrail’in Gazze’deki katliamını savunanlar hâlâ aynı gerekçeyi yineliyor. Örneğin ABD’nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee, İngiltere Başbakanı Starmer’ın “Gazze saldırıları yanlış” açıklamasına şöyle cevab verdi:
“Dresden’i duydunuz mu? İngilizler 1945’te orada 25 binden fazla sivili öldürmüştü.”
Bugün Birleşmiş Milletler verilerine göre, Gazze’de öldürülenlerin yaklaşık yüzde 70’i kadın ve çocuk. Bu katliamın mimarı ise ABD’nin silah desteğiyle hareket eden İsrail Hava Kuvvetleri.
“Vazgeçilmez Ulus”un Ölümcül Mirası
İsrail’in katliam gücü arkasında, aslında ABD’nin de kendi karanlık sicili yatıyor. 2003’te Irak işgalinde ABD’nin “şok ve dehşet” bombardımanı, televizyonlarda bir “ışık gösterisi” gibi sunuldu. NBC’den Tom Brokaw saldırıları “nefes kesici bir güç gösterisi” diye yorumladı.
New York Times muhabiri Dexter Filkins, Black Hawk ve Apache helikopterlerini “zarafet ve ihtişamla uçuyor” diye övdü.
2014’te West Point’te konuşan Obama ise ABD’yi “tek vazgeçilmez ulus” olarak tanımlıyordu.
Ama aynı ABD, Irak ve Afganistan’ı işgal ettikten sonra, 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı bombalamasını kınadı. Putin ise nükleer tehditlerini savunurken “Japonya’ya atom bombası atılması bir emsal oluşturdu” dedi.
Sayılmayan Ölüler
Gazeteci Anand Gopal, Afganistan’da yıllarca köy köy dolaşıp sivillerin nasıl öldüğünü araştırdı. Bir kadın, Shakira, 20 yılda 16 aile ferdini farklı ABD bombardımanlarında kaybetmişti.
Gopal, bunun tekil bir hikâye olmadığını, onlarca aileden benzer bilgiler aldığını söyledi: “Bu ölümlerin çoğu hiçbir zaman kayıtlara geçmedi. Küçük köylerdeki ‘birer ikişer ölümler’ medyaya hiç yansımadı.”
Birleşmiş Milletler’in 2019 raporuna göre, yılın ilk yarısında 717 sivili ABD ve Afgan güçleri öldürdü. Yani “terörle savaş” bahanesiyle sivillerin büyük kısmı aslında ABD bombardımanında can verdi.
Ben de 2010’da Kabil’deki bir mülteci kampında, bir kolunu kaybetmiş 7 yaşındaki Gulcumma ile tanışmıştım. Ailesi ABD bombardımanında ölmüştü. Babası “ABD’den bize gelen tek şey bombaydı” demişti.
Brown Üniversitesi’nin “Savaşın Maliyeti” projesine göre, 11 Eylül sonrası savaşlarda (Afganistan, Irak, Pakistan, Yemen, Suriye, Somali vs.) en az 905 bin kişi öldü. Bunun yüzde 45’i sivildi. Dolaylı etkilerle (hastalık, açlık, altyapı çöküşü) bu sayı katlanarak artıyor.
“Savaş Değil, Çünkü Amerikalılar Ölmüyor” Mantığı
2011’de ABD, Libya’yı bombaladığında Obama yönetimi Kongre onayı almadı. Gerekçe şuydu: “Amerikan askerleri ölmediği için bu ‘savaş’ sayılmaz.”
Yale’den hukukçu Harold Koh Senato’da şunu savundu: “ABD’nin kara birliği yok, ölen Amerikalı yok, bu yüzden bu ‘düşmanlık’ sayılmaz.”
2021’de Biden BM’de, “20 yıl sonra ilk kez ABD savaşta değil” dedi. Yani Amerikalılar ölmediği sürece, dünyanın dört bir yanında bombalar yağdırmak “savaş” sayılmıyordu.
Bugün ABD hâlâ 80’den fazla ülkede askeri operasyon yürütüyor. “Ufuk ötesi saldırı kabiliyeti” adı altında, Yemen’den Suriye’ye, Somali’den Irak’a kadar bombalar yağdırıyor.
Guernica’dan Gazze’ye
ABD’nin askeri yardımlarıyla İsrail, Gazze’de çocukları, kadınları, erkekleri endüstriyel bir düzenle öldürüyor. Bu, 1930’lardaki faşistlerin hayalini kurduğu türden bir “sistematik hava katliamı.”
Guernica’da atılan bombaların yankısı hâlâ sürüyor. Ama Gazze’deki felaket, çok daha büyük, sürekli ve acımasız bir boyutta yaşanıyor. Dünya ise seyretmekle yetiniyor.
***
Yazının müellifi Norman Solomon’dur. Gazeteci Solomon’un son kitabı “Savaş Görünmez Hale Geldi” adıyla Amerika’da yayınlandı. Yazar, Amerika’da kamu sektörü haklarını savunan Roots Action’un direktörlüğünü de yapmaktadır.




