Ramazan geldi, geçiyor. Her yıl olduğu üzere bu yılda en çok duyduğumuz laflardan biri, “nerede o eski ramazanlar?” Medyamız çok ilginç, bütün yıl boyunca her türlü abuk sabukluğu yapar, o mübarek ay gelince de yine boş durmaz, Ramazan ayını layıkıyla yaşamak isteyenlere, Mevlevî müzik eşliğinde o ayı yaşatmak istiyor gibi programlar hazırlayıp,  bu ayı yaşatmamak için de elinden geleni yapar.
Muhabirin elinde mikrofon, “amca eski ramazanları özlüyor musunuz?” Ah evladım nerede o eski ramazanlar, özlüyoruz tabii. “Eee ne vardı o ramazanlarda?” Evladım bir defa Hacivat-Karagöz oynatılırdı. Geceleri musiki olurdu, macun gibi çeşit çeşit envai türde yiyecek ve şerbetler olurdu. Ee başka, eh daha ne olsun, evladım. Geceleri mahallemizde şenlikler olurdu.
Sanırsınız, ibadetle geçirilmesi ve işlenen günahlar için tövbe edilmesi gereken rahmet,bereket, mağfiret ayı değil de, memleketin  eksik olan eğlence ihtiyacını, şenlik ihtiyacını karşılama ayı gelmiş.
Amcam televizyondan böyle söylemiş durur mu bizim belediyelerimiz, hemen baldır bacak açık, insanı yoldan çıkaracak şarkılar söyleyen güya sanatçılara tonlarca para verilir, bilmem kaçıncı geleneksel (kelime eski ya herhal o yüzden adı muhakkak geleneksel olur) ramazan şenlikleri tertip edilir. Halk istiyorsa siyasî irade yapar, görevini yapan değerli başkanlarda huzur içinde mutlu ve mesut olarak görevini yapmanın verdiği hazzı duyar. Aksini yapanlarda olmuyor değil mesela bazı gerici belediye başkanları şenlik falanda neymiş deyip dünyaca tanınan hafızları getirterek Kur’an okutur. Eh en azından bunu yapanlara da bir teşekkür edip, geçelim.
Her yıl  geleneksel hale gelen ramazan şenliklerini ve bu tiyatroyu görünce insanın ”Ben hangi milletten miras kaldım” deyiveresi geliyor. Sanırsınız, ecdadımız Rûmî’ler (Türkiye’ye komşu ülkelerde yaşayanlar Anadolu ve Rumeli coğrafyasında yaşayanlara Rûmî der, hatırlatalım kötü bir manası yok yani) mübarek ramazan ayını idrak edememişte, bu mübarek ay gelince ibadeti, tevbe etmeyi, fakire fukaraya yardımı, zekatı, sadakayı vermeyi bırakmışlar varsa yoksa Hacivat-Karagöz’le iştigal etmişler. İnsan ecdadına bu kadar mı hakaret eder, anlamıyorum.
 Adam mutsuz, geçmişiyle irtibatı yok, olmadığı gibi öğrenme hevesi de yok; oruç tutmanın, ramazan ayının faziletlerinden ve bereketinden de haberdar değil. Günahına girmeyelim, belki doğru dürüst oruç bile tutmuyor. Mübarek ramazan ayını da sadece Hacivat-Karagöz oynatılan ay zannediyor, zannettirmeye çalışıyor.
Sormak lazım “amca, kardeş, sen neyini kaybettin de geçmişte arıyorsun? Senin geçmişte kaybettiğin Hacivat-Karagöz, orta oyunu, meddah falan değil. Sen, seni sen yapan değerleri kaybetmişsin! Bunları tekrar nasıl elde edeceksin onu düşün, onu ara, bulunca da sımsıkı tut bırakma, senin ihtiyacın olan şeyler onlar. Bırak macunu şekeri çocuklar yesin. Sen vermen gereken zekâtı, sadakayı, yapacağın ibadetleri, işlediğin günahları bu yüzden etmen gereken tevbeleri düşün.
Düşün, bugün  memleketinin ve çevrende yaşayan Müslümanların içine düştüğü ahvâli düşün! Senin o ahvalde ne kadar kabahatin var onu düşün! Kızını düşün, oğlunu düşün; onların içine düştükleri durumları düşün. Hazır önünde fırsat var. İşte o mübarek ayın içinde yaşıyorsun, bir daha görmenin nasip olup olamayacağını da bilerek düşün.
Bırak, her mübarek ay ve gün öncesi akıllarınca mantıklarınca “din budur!” Diye televizyona çıkıp martaval anlatanları. Kulak verme onları, işin gerçeğini öğrenmenin heveslisi ol ve öğren. Yoksa, çok ararsın bulmayı arzuladığın geçmişi. İşin samimiyetinde değilsen eğer, anla ki (anlarsan eğer)  bulacağın geçmiş bugün yaşadığın olur. Her şeyi Hacivat-Karagöz gibi görür ve öyle yaşamaya devam edersin ve bulursan eğer sonunda bayram edersin, bulamazsan da mutsuz ve neyini kaybettiğini anlamayarak yaşamaya devam edersin. Bu vesileyle de gelmekte olan Ramazan bayramlarınızı tebrik ederim.


Baran Dergisi, 241. Sayı