Terörist İsrail’in savaş uçakları bugün Şam'ı vururken, saldırının bahanesi olarak "Dürzileri korumak" yalanını öne sürdü. Bu saldırılar, Suriye'nin güneyindeki Süveyda'da, Dürzi milisler ile Suriye ordusu arasında başlayan çatışmaların hemen ardından geldi. Bu eş zamanlılık aslında bin yıllık bir ihanet ortaklığının ilanıydı. İsrail Savunma Bakanı Israel Katz'ın, "Dürzileri terk etmeyeceğiz" ve "Suriye rejiminin Dürzilere zarar vermesini önlemek üzere harekete geçiyoruz" şeklindeki açıklamaları, bu şer ittifakının ne denli köklü olduğunu ortaya koydu.
Bu kanlı tiyatronun en utanç verici sahnesi ise, Süveyda'daki bazı Dürzi unsurların ele geçirdikleri yerlere siyonist varlığın paçavrasını, göndere çekme cüretini göstermeleri oldu. Yapılan bu eylem, aslında Dürzî toplumu içindeki hain damarın, efendilerine şükranlarını sunduğu bir vefa gösterisiydi.
Bu bayrak, bin yıldır İslâm ümmetinin bağrında bir ur gibi yaşayan, Batınî sapkınlıklarını takiyye perdesi altında gizleyen ve her fırsatta Müslümanların düşmanlarıyla iş tutan bir fırkanın ihanet sancağı olarak kayıtlara geçti!
* * *

Dürzîler, tarih sahnesinde Batılı güçler veya siyonizm tarafından kullanılan masum piyonlar değil, kendi sapkın akideleri ve tarihsel karakterleri gereği ihanete ve Müslümanlara karşı düşmanla işbirliğine dünden razı, aktif ve iradî faillerdir. Onların kapalı, ezoterik (Bâtınî) cemiyet yapısı ise ihanetlerini gizlemek için kullandıkları bir zırhtır.
Takiyye, onlar için sadece bir korunma mekanizması değil, aynı zamanda siyasi bir silahtır. Bu ‘ilke’, onlara aynı anda birden fazla efendiye hizmet etme ahlaksızlığını meşrulaştırmak için de imkân tanır. Dolayısıyla, Dürzîlerin ihaneti konjonktürel bir tercih değil, teolojik ve tarihî bir karakterdedir.
Sapkınlığın kökleri: İslâm'dan kopuş ve Batınî akideler
Dürzîliğin temelinde, İslâm'ın Tevhid akidesine yapılmış en büyük ihanet yatar. Bu sapkın fırka, 11. yüzyılda Mısır'daki Fatımî Devleti içinde, VI. Halife el-Hâkim bi-Emrillâh'ın ilahlaştırılmasıyla neşet etti. Dürzîler, Allah'ın insan suretinde yeryüzüne tecelli ettiğine (hulûl) ve en son tecellisinin de el-Hâkim olduğu sapkınlığına inanırlar. Bu inanç, İslâm'ın Allah tasavvurunu temelden dinamitleyen düpedüz bir küfürdür.
Bu fırkanın İslâm'dan koptuğunun en net kanıtı, İslâm'ın şartlarını ve şeriat hükümlerini topyekûn reddetmeleridir. Onlara göre el-Hâkim'in zuhuruyla bütün dinlerin hükümleri ortadan kalktı. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi temel ibadetlerin Dürzîlikte hiçbir yeri yoktur. Dahası, kurucu liderleri Hamza bin Ali'ye göre, Hz. Âdem'den Allah Resulü’ne kadar bütün peygamberler, "gerçek inancı bozmuşlardır". Bu, İslâm'a ve peygamberlerine karşı duyulan derin bir düşmanlığın ifadesidir.
Dürzî inancının merkezinde, Hinduizm'den ödünç alınmış tekammus yani reenkarnasyon (ruh göçü) sapkınlığı yer alır. Bu inanç, İslâm'ın ahiret, hesap günü, cennet ve cehennem gibi temel direklerini tamamen yıkar. Bu sapkınlıklarını gizlemek için ise takiyye ilkesini, yani olduklarından farklı görünmeyi bir hayat tarzı olarak benimsediler. Bir Dürzî, bulunduğu ortama göre kendisini Sünnî, Şiî veya Hristiyan gibi gösterebilir. Bu ahlâksızlık, onların siyasî arenadaki güvenilmez ve bukalemunvâri karakterlerinin teolojik temelini oluşturur. Tüm bu bilgilerin ışığında, Dürzîliğin İslâm'a düşman bir küfür fırkası olduğu zaten apaçık ortadadır!
Siyonistlerle kurulan stratejik ihanet tezgâhı

Dürzîlerin siyonist varlıkla kurduğu ihanet ittifakı, kökleri bir asır öncesine dayanan, plânlı ve stratejik bir ortaklıktır. Asıl büyük ihanet, 1948'de İsrail'in gayrimeşru bağımsızlığını ilân etmesiyle yaşandı. Aklı başında olan tüm müslümanlar siyonist işgale karşı cephe almışken, Dürzîler, İsrail'in yanında saf tutarak Müslümanların sırtına hançeri sapladı. Bu, Dürzîlerin kendileriyle Yahudiler arasında bir "kan ahdi" olarak gördükleri, ideolojik temelleri olan derin bir bağlılıktı...
Bu "kan ahdi"nin en somut göstergesi, Dürzîlerin İsrail'de zorunlu askerlik hizmetine tabi tutulan tek Yahudi olmayan topluluk olmasıdır. Aslında İsrail içindeki Dürziler, toplam nüfusun %2’sini teşkil ediyor. Bu bir zorunluluktan öte, gönüllü bir bağlılıktır. İsrail ordusundaki Dürzi asker oranı, %83-85 gibi rakamlara ulaşarak Yahudi gençleri bile geride bırakıyor. Sadece er olarak değil, siyonist ordunun en üst rütbelerine kadar yükselmiş onlarca Dürzi general bulunuyor. Dahası, "Herev" (Kılıç) Taburu gibi özel Dürzi birlikleri, Filistinli Müslümanlara ve Lübnanlı direnişçilere karşı yürütülen katliam operasyonlarında aktif olarak kullanıldılar.
İsrail, bu sadık hizmetkârlarını bölgesel hedefleri için de bir maşa olarak kullanıyor. Özellikle Suriye'deki iç savaşla birlikte Tel Aviv, "azınlıkları koruma" stratejisi adı altında bölgeyi bölme plânlarını devreye soktu. Süveyda'daki son çatışmalar, bu plânın uygulama aşamasına geçtiğini gösteriyor. İsrail'in Dürzi milisleri koruma bahanesiyle Suriye ordusuna ait hedeflere 160'tan fazla hava saldırısı düzenlemesi ve Şam'daki Savunma Bakanlığı'nı bombalaması, bu ittifakın açık bir saldırı ortaklığına dönüştüğünü gösteriyor. İsrail'in öncelikli hedefi, Dürzîleri kullanarak Suriye'nin güneyinde, kendi kontrolünde bir tampon bölge oluşturmaktır.
Bölgesel aktör olarak Dürziler
Dürzîlerin Suriye devletine karşı tutumları, nankörlük ve ihanetle özetlenebilir. Suriye iç savaşı boyunca benimsedikleri sözde "tarafsız" politika, aslında Süveyda merkezli fiili bir özerklik inşa etme stratejisiydi. Bu süreçte, "Rical el-Kerame" gibi yerel silahlı gruplar kurdular. Beşar Esed rejiminin devrilmesinden sonra ise ruhani liderleri Şeyh Hikmet el-Hicri, yeni yönetimi "cihatçı" olarak yaftalayarak İsrail'i "misafirperver bir ev sahibi" olarak tanımladı ve halkı Suriye ordusuna karşı savaşmaya çağırdı. Bu tutum, asıl hedeflerinin İsrail himayesinde bir Dürzi beyliği kurmak olduğunu gösteriyor.
Dürzîlerin siyasi liderleri ilkesizliğin kitabını yazmıştır. Siyasî kariyerleri boyunca birbiriyle taban tabana zıt pozisyonları savunurlar. Bugün de bu kaypak karakterlerini sürdürüyorlar; bir yandan Hizbullah'a karşı çıkarken, diğer yandan onlarla diyalog kurarlar. Esed rejiminin devrilmesi sonrası hem Şam'daki yeni yönetimle temas kurar, hem de Ankara'ya gelerek Erdoğan ile görüşürler. Dürzî liderlerin bu tutumu, her rüzgâra göre yelken açan, daia güvenilmez bir oportünizm şeklinde cereyan eder.
Dürzîlerin Filistin meselesindeki ikiyüzlü tutumu, ahlakî sefaletlerini en berrak şekilde gösterir. Lübnan'daki lider, siyasî çıkarları gerektirdiğinde Filistin davasının en ateşli savunucusu kesilir. Hatta İsrail ordusunda savaşan Dürzi askerlere "çekilin" çağrısı yapar. Ancak bu, tamamen göstermelik bir şovdur. Zira bu çağrı yapılırken, İsrail'deki Dürzi "kardeşleri", terörist İsrail ordusunun üniformasını gururla giymeye devam ederler!..
Liderler ve gruplar
Dürzî toplumu, farklı coğrafyalarda farklı çıkarlar peşinde koşan, birbiriyle çelişen liderler ve gruplar tarafından yönetilen parçalı bir yapıdır. Bu durum, onların ihanet potansiyelini daha da tehlikeli hale getiriyor. Öte yandan kendi aralarında da anlaşmazlıklar var...
İsrail'deki ruhani lider Şeyh Muvaffak Tarif, terörist İsrail’e tam sadakat ve entegrasyonu savunur. İsrail'in Dürzi politikasının kilit ismi olan Tarif, ABD'ye giderek Suriyeli Dürziler için "koruma" talep etti ve İsrail'in müdahalesine zemin hazırladı. "Kan ahdi" söylemiyle Dürzileri İsrail'e bağlayan odur.
Suriye'deki ruhani lider Şeyh Hikmet el-Hicri ise oportünist, İsrail'e meyyal ve ayrılıkçı bir duruş sergiler. İsrail'i "misafirperver bir ev sahibi" olarak tanımladı ve yeni Şam yönetimini "aşırılıkçı" diyerek halkı devlete karşı kışkırttı. Eylemleri, Suriye'nin bütünlüğünü hedef alan İsrail planlarına hizmet ediyor.
Ateşkes anlaşmasını imzalayan Dürziler’den bir grup, Suriye’nin bütünlüğünden yana iken Hicri’nin başı çektiği silahlı milisler ise İsrail yanlısı ve yeni Cumhuriyet karşıtları olarak ön plâna çıkıyor.
Lübnan'da ise siyasi figür Velid Canbolat, pragmatik bir bukalemun ve ilkesiz bir oportünisttir. İsrail karşıtı söylemi iç siyaset malzemesi olarak kullanırken, çıkarları gerektirdiğinde her kapıyı çalar. Oğlu Teymur'a liderliği devrederek ailenin feodal gücünü korumaya çalışır. Türkiye ziyareti en son oportünist hamlesidir.
Suriye'deki Rical el-Kerame (Onurlu Adamlar) gibi silahlı gruplar ise yerelci ve rejim karşıtı bir çizgidedir. İsrail'den doğrudan koruma talep etmeyi reddetseler de, eylemleri Suriye'yi zayıflatarak İsrail'in işine yarar. Kurucusu Vahid el-Balus'un suikastı sonrası bölünen bu grup, Dürzi toplumu içindeki parçalanmışlığı ve gayri-milli yapıyı gözler önüne serer. Bu liderlerin ve grupların çelişkili pozisyonları, Dürzîlerin ne kadar güvenilmez ve tehlikeli bir unsur olduğunun en somut kanıtıdır.
İslâm Dünyası için tehditler
Dürzîler’in, siyonist projenin bölgeyi istikrarsızlaştırma ve İslâm dünyasını bölme planlarında nasıl kilit bir rol oynadığı, bugün yine hatırlandı. Onların "azınlık hakları" veya "korunma talebi" gibi sloganları, aslında İsrail destekli bir ayrılıkçılık projesinin ucuz bir bahanesidir. Sapkın Batınî akideleri onları İslâm ümmetinden kopardı; takiyyeleri siyasî riyakârlıklarını meşrulaştırdı; İsrail ile kurdukları "kan ahdi" ise onları siyonizmin bölgedeki en sadık hizmetkârları haline getirdi.
Dürzîlerin bu hain karakteri, sapkın akidelerinden ve ilkesiz liderlik yapılarından beslendiği sürece değişmeyecek. Gelecekte de aynı ikiyüzlü ve oportünist politikaları sürdürmeleri beklenmeli. İsrail, Suriye ve Lübnan'ı zayıflatmak için "Dürzi kartını" oynamaya devam edecek. Bu durum, Suriye'nin toprak bütünlüğü, Lübnan'ın kırılgan istikrarı ve Filistin davası için daimî bir tehdit oluşturmaya devam edecek.
Türkiye ve diğer Müslüman ülkeler, Ortadoğu'daki bu kadim ve tehlikeli fitneyi doğru okumak zorunda. Dürzîlere yönelik politikalarda, onların bin yıllık takiyye ve riyakârlık kabiliyetleri asla göz ardı edilmemeli. Onların "mazlum azınlık" söylemlerine kanılmamalı, İsrail ile olan köklü "kan ahdi" ve siyonist ordudaki rolleri unutulmamalı. Bu hain fitne odağını etkisiz hale getirecek ve bölgedeki Müslüman halkların birliğini koruyacak karşı hamleler basiretle plânlanmalı!..




