Günümüzde Müslüman toplumların karşı karşıya kaldığı en büyük imtihanlardan biri, inançlarını muhafaza etme meselesidir. Modern hayatın baskıları, dünyevî cazibeler ve fikrî yozlaşmalar, iman hakikatini ayakta tutmayı her zamankinden daha zor hâle getirmiştir. Oysa İslam, sadece kalpte taşınan bir inanç olmamalı, hayatın her safhasını düzenleyen köklü bir nizam da olamlıdır. Bu çerçevede iman ve ahlak ilişkisi, Müslüman kimliğin en belirleyici unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Prof. Dr. Sami Şener, aşağıdaki yazısında, imanın mahiyeti ve onun ahlakla kurduğu güçlü bağı etraflıca ele alıyor:
İman, İslam dinin en önemli kuralı ve özüdür. Peygamberimizin bu konudaki hadisi günümüzdeki bozulma ve kimliği muhafaza etme konusundaki mucizevi hakikati çarpıcı bir şekilde hatırlatıyor: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” (Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davud, Melahim,17)
Önce, imanın ne olduğunu anlamak gerekiyor. İman, köklü ve kapsamlı bir inanç. Bu inanç, İslam inanç sisteminde bir yaratıcıya inanmak oluyor. Aynı zamanda, yaratıcının koyduğu kurallar sistemine inanmak ve onu gerçekleştirmeyi içine almaktadır. Çünkü salt bir inanç, hiçbir zaman hayata bir yön veremez. Yaratıcının Müslüman insanı koruyup kolladığına, onun iyiliğini düşündüğüne ve ona doğru ve hayırlı bir yol ve gelecek programı hazırladığına inanmaktır iman.
Bu inanç, başka her türlü otorite, yol ve anlayışın da terkedilmesi gerektiğine dair bir düşünce ve kabule de inanan insanı götüren bir mantığı da ortaya koyuyor. Çünkü inançta, ortaklık veya inanca ters ve onu geçersiz kılacak başka bir engelin olmaması gerekiyor ki, inancın hedeflediği bir insan tipi ve hayat tarzı ortaya konulabilsin...
İnsanın, hayatında verdiği birçok karar ve tutumları, bir inanç çerçevesinde gerçekleştiğini kabul etmemiz gerekiyor. Aksi halde, inanç ve davranışlar arasında bir zıtlık meydana gelecektir. Çünkü, inanca dayalı olmayan hiçbir şey, kıymetli olmuyor. Elbette, bu inancın şuurlu bir şekilde seçilmesi ve benimsenmesi gerekiyor ki, insanın hayatı ve çalışmaları/davranışları tutarlı olabilsin.
Peygamberimiz, sahip olduğu derin bilgi ve hikmet ile, toplumlarım bozulacağını ve en temel dayanak ve belirleyici ölçü olan imanın, muhafazasının ne derece zor olduğunu ümmetine bu kutsal sözleri ile hatırlatmak istemiştir.
Bugün Müslüman toplumların, kendi inanç ve değerlerini kaybetmelerinde en büyük faktör, iman denilen inanç gücünün etkisinin kaybolmakta oluşudur. Bu kayıp, aslında kimliğin, kişiliğin ve iradenin kayboluşuna yol açmaktadır. İktisadi, siyasi, ahlaki sahalardaki aksaklıklar, yozlaşmalar ve çözümsüzlükkerin yegâne sebebi, imanın zayıflaması ve onun yetine başka ilgi, zevk ve düşüncelerin almasıdır.
İman ve Ahlak bağı
İman faktörümün hayatın her yönüyle ilişkisi sürerken, imanın sosyal hayattaki en güçlü göstergesi ahlak değeri olmaktadır.
Ahlak, aslında bütün hayatı kapsayan ve etkisini yaşayışın her alanında gösteren ve imanın da varlığına en açık delil olan davranış sistemidir. Çünkü; Ahlak, iman ve fikrin en güçlü belirtisi olup; insan ve toplumların kişilik ve kimliğini ortaya koymaktadır. Ahlak; başkalarıyla ilişkimizi, iman duygu temelinde gerçekleştirmeyi sağlamaktadır. Ahlak, iktisadi ve ticari hayatımızda işin doğru ve güzel yapılmasında Allah’ın gözetiminde olmasının habercisidir.
Ahlak, ilmi ve fikri hayatta, iyinin ve faydalı olanın yapılmasına yönelik dinin görünen bir emridir.
Davranış ve yaşayışla ilgili olaylarda görüldüğü gibi, “imanın göstergesi” ahlak olmaktadır. İbadet de, imanın bir göstergesi olurken, aslında ibadetin gerçekliği, ahlak ile ortaya çıkmaktadır. Çünkü bazı ibadet sahibi kişilerin ahlak ve hukuk dışı davranışlarını gördüğümüzde, ibadetin onlarda ahlaki bir olgunluk ortaya çıkarmadığına şahit oluyoruz.
İslam, çoğu insanın anladığı gibi, ibadethanelerde veya sadece üzüntü ve kriz anlarında başvurulan bir inanç ve yaşama tarzı değildir. Çünkü İslam, Kur’anda belirtildiği gibi, inanış, düşünüş ve yaşayış sistemi olarak kendini insanlığa deklare etmiştir. İslamın kişi veya toplumlar tarafından eksik bilinmesi veya yaşanması, onun orijinal misyonunun terkedilmesine sebep olamaz. Özellikle de, insanın varoluş sistemine getirdiği derin ve kapsamlı açıklamalar ile, çağları aşan bir nitelik taşıyarak, peşin veya keyfi değerlendirmelerin dışında varlığını sürdürür. Tabi, onu anlamak isteyene...
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber





