Kırgızistan TAZA DİN Hareketi lideri Albay Cumay Suyunaliyev’e gönderdiğim vekâletnamenin içinde bulunduğu mektubu aldınız mı? Aldıysanız, bir kopyasını kendinize ayırıp, orijinalini oraya gönderirsiniz. (Av. Güven Yılmaz, sözkonusu mektubu aldığını ancak Kırgızistan’la irtibat kuramadığı için henüz gönderemediğini söylüyor ve yanında Hayreddin Soykan’ın bulunduğunu belirtip, telefonu kendisine veriyor. Hayreddin Soykan, Kumandan Carlos’a “kitabınızın İngilizce versiyonu için şu ânda Tahkim Yayınevi adına Hasan Kapar gönüldaş birtakım temaslar yürütüyor. Yaklaşık 4000 dakikalık bir konuşma yekûnu sözkonusu olduğu ve benim de bir buçuk senelik bir hapis maceram muhtemel olduğu için, bu kadar kapsamlı bir işin kısa sürede altından kalkmam mümkün olmayacak. Hasan Kapar, tavsiyem üzerine, bu İngilizce telefon kayıtlarının bir telif hakları ajansıyla anlaşıp bant çözümlerini bir başkasına yaptırtmayı, kağıda dökülmüş bant çözümlerini bilâhare –arzunuz veçhile- mektubla önce Isabelle hanıma, o yolla da size ulaştırıp kontrol ettirmeyi, sizden geleceklerle burada son şeklini verdirtmeyi planlıyor.” diyor. Bunun üzerine Carlos, “hapse girme ihtimaliniz felâket, fakat bahsettiğiniz teşebbüs mümkün olabilir. Yalnız, güvenilir insanlar olsunlar ve son söz de sizde olsun, son şeklini siz verin.” şeklinde cevablıyor. Soykan, “bant çözümlerini e-posta yoluyla Isabelle hanıma göndermemiz daha pratik olmaz mı?” tarzında bir soru sorunca, “normal şartlarda elbette çok daha iyi olur, fakat burada herşey inanılmaz derecede anormal seyrediyor, tahmin edemeyeceğiniz kadar zor şartlardayız, bu yüzden e-posta yerine hem taahhüdlü hem de uçak postasıyla gönderirsiniz.” diye cevablıyor ve sormak istedikleri birşey olup olmadığını belirtiyor. Hayreddin Soykan da bunun üzerine, “dün akşam BARAN’dan gönüldaşlar telefon etti. Kitabınızı okumuşlar ve çok beğenmişler. Ancak, Kürt meselesinin bugün Türkiye’de ulaştığı safha bakımından, gerek sivil itaatsizlik gerekse bu çerçevedeki sivil cuma namazı gibi faaliyetleri merkezinde, özellikle Tunus ve Mısır’daki gibi bir isyan yahud devrim tezgâhlama hazırlıklarının öncesinde, sizin bu konudaki aktüel değerlendirmelerinizi öğrenmeyi arzu ediyorlar.” diyor. Tam sorusunu bitirmişken, Hayreddin Soykan’ın Carlos’la bundan birkaç ay önceki son konuşmasında aynen gerçekleştiği ve Fransız yetkililerin resmî sansür müdahalesi olduğu sonradan anlaşıldığı gibi, telefondan mekanik bir ses geliyor ve hat âniden kesiliyor. Kumandan Carlos bir müddet sonra yeniden arıyor ve Av. Güven Yılmaz telefonu tekrar Hayreddin Soykan’a veriyor ve Carlos, konuşmasına kaldığı yerden devam ediyor, soruyu cevablıyor.)
Öncelikle, Kürt etnik topluluğu, bölgedeki en eski kavimlerdendir ve büyük tarihî adaletsizliklere maruz bırakılmışlardır. Çok eskiden, şimdi İran veya Pers ülkesi olarak adlandırılan bölgede büyük bir Med İmparatorluğu vardı. Kürtler de Medlere dayandıklarını söylerler. Bu Medler, Hindistan tarafından gelen Aryan Persler tarafından mağlub edildi. Ne var ki Kürtler, Hindistan istikametinden gelen Perslerden kültürel olarak daha az gelişmişti. Diğerleri okuyup yazabilirken, onların okuyup yazması yoktu ve bu durum yüzyıllarca böyle devam etti. Çok sonra Arab alfabesini, aynı şekilde Arab harfleriyle yazılan Türkçe alfabeyi, yine Arab harfleriyle yazılan Farsça alfabeyi, yakın zamanlarda Rus alfabesini, şimdilerde Latin alfabesini falan öğrendiler ve Kürtçeye tatbik ettiler ama, bunlar oldukça geç bir dönemin hâdiseleridir. Oysa teknik olarak mesele şudur: Şayet bir alfabeniz yoksa, bir bakıma tarih öncesi topluluklara âit sayılırsınız. Tarih, yazıyla başlar. Kürtlerin ve Kürtçenin maalesef böyle bir handikapı olmuştur. Kürtçe bilmesine rağmen başka dillerde yazmak da yine benzer bir çerçevededir. Kendi kültürünün gelişmesi sayılmaz.
Evet, işte şimdiki Kürtler, sözünü ettiğimiz Medlerdendir. Medler, imparatorlukları yıkıldıktan sonra bellibaşlı grublar hâlinde muhtelif bölgelere dağıldılar. Bir kısım Kürt doğuya, Bağdad tarafına, özellikle Bağdad’ın kuzeyine gelmiştir. Onlardan önce Keldanîler vardı orada. Kürtlerin büyük çoğunluğu ise, batıya, Mezopotamya’nın kuzeyine, Irak’taki en eski topluluklardan Asurî Keldanîlerin olduğu bölgeye yerleşti ve onlarla kaynaştı. Yine bir kısmı şimdiki İran’ın kuzeyine gitti ki, Med orijinli olmalarına rağmen, aynı şekilde dil ve kültür bakımından bugünkü Kürtler ve Kürtçeyle ortaklıkları olsa da, artık Kürt olarak adlandırılmıyorlar. Kendi mahallî Kürtçe lehçeleri var. Ve dağılan Medler arasında bir de Belucîler bulunuyor. Bunlar da şimdiki İran’ın orta kısımlarından güneydoğuya doğru kaçtı ve şimdi Belucistan denilen bölgeye yerleşti uzun zaman önce. Böyle olunca, tüm bu dağılmalardan ve gittikleri yerlerdeki insanlarla karışmalarından dolayı, görünüşleri bile değişti. Şimdiki Kürtler çoğunlukla beyaz, hattâ bir kısmı sarışın olmasına karşılık, Belucîler oldukça esmerdir. Hintliler veya Pakistanlılar gibidir görünüşleri. Şu ânki Kürdistan’da Kürtler, yok biz Medlerdeniz deseler de, Aryanlar gibi beyazdır.
Med İmparatorluğu dağıldıktan sonra, bu insanlar bir daha kendi kavimlerine âit bir devlet kuramadılar. Yaklaşık 2600 yıl öncesinden bahsediyorum. O zamanlar kendi devletleri olan Kürtlerin, şimdi böyle bir ortak devletleri yoktur.
Kürtlerin kendi devletlerini kurmaları önündeki en büyük engel, bugün başka başka devletlerin topraklarında yaşamalarıdır. Kimisi Türkiye’de, kimisi Suriye’de, kimisi Irak’ın kuzeyindeki özerk bölgede, yine İran’da, hattâ Azerbaycan’da bulunmaktadır.
Başka bir engel hâlinde vurgulamak gerekirse, ezici çoğunluk Sünnî Müslüman olsa da, din olarak Kürtler arasında Zerdüştler falan olduğu gibi, mezheb olarak da Şiîlere, Alevîlere falan rastlanır. Bir din uzmanı değilim ama bu son saydıklarımın sahih İslâmî çizgiden uzak olduğunu biliyorsunuz.
Aynı şekilde çok mühim bir engel olarak, Kürtlerin kendi aralarında müthiş bir aşiret rekabeti hâlinde bulunmaları gösterilebilir. Biliyorsunuz, aşiretlere dayanan bir topluluktur Kürtler. Buysa, hepsinin bir araya gelmesine çoğu zaman mâni olmaktadır. Rekabet bir yana, bir kısmı birbirine düşmandır bu aşiretlerin. Hem de uzun yıllara dayanan bir düşmanlık.
Kürtlerin kendi devletlerini kurmak üzere bir araya gelmelerini engelleyen bir diğer husus da, konuştukları dilin çeşitliliğidir. Öyle Kürt lehçeleri vardır ki, bir Kürt diğer bir Kürdü neredeyse hiç anlamaz bazen. Öyle olur ki, birbirleriyle anlaşmak için, bulundukları bölgeye göre, bazen Türkçe, bazen Arabça konuşmak zorunda kalırlar. Çok tuhaf tabiî.
Kürtlerin, şimdiki bölge ve dünya şartlarında, bulundukları topraklarda bağımsız bir devlet kurmaya kalkmalarını şu safhada doğru bulmuyorum, çünkü “bağımsız” olabileceklerine inanmıyorum. Bağımsızlık kazanmak isterken, emperyalist ve siyonistlerin kucağına düşmelerinden korkarım. Örnekleri ortada.
Kürtler için ideal çözüm, inancım o ki, ancak kendi büyük İslâm devletimizi kurduktan sonra mümkün olabilecektir. O hâlde, tüm Kürtlere “şu safhada” düşen, dil ve kültürlerini korumaları, tabiî ve millî haklarını almak için elbette mücadele etmeleri, bu haklarını anayasayla sağlama almaya bakmaları, o köklü tarihlerinden gelen Kürt sancaklarını da kendi bulundukları ülkenin bayrağı altında dalgalandırmaları veya bunu taleb etmeleri, ancak bunu bağımsız bir devlet kurma noktasına vardırmamalarıdır. Çözüm, bugünkü dünya konjonktüründe veya bugünkü gibi devletçikler kurmakta değil, bizim inşallah yakın gelecekteki İslâmî devlet çerçevemizdedir.
Allahü Ekber.
30 Nisan 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan