İslam Tefekkürü "zıtlar arası denge" üzerine kuruluyken, Batı Tefekkürü "zıtlar arası çatışma" üzerine kuruludur. Bu yüzdendir ki Batı artık yeni bir şey söyleyemiyor. Batının söylediği belki de "en son" yeni şey Nietzsche tarafından söylendi:

"Batılılar olarak dünyaya söyleyebileceğimiz tek yeni şey, yeni bir şey söylemeyeceğimiz gerçeğidir."

Batının yaşadığı bu buhran her sahada geçerlidir. Siyaset, sanat, sosyoloji, psikoloji, felsefe, mimarlık... Burada mimarlık ve felsefe üzerinde duracağız.

İslâm mimarisinin faydalandığı teknik ve maddi unsurlar benzer özelliklere sahiptir. Mimarın kullanımı ve tutumu ile ortaya çıkan biçim ilişkisi, psikolojik olarak varlık düzeyinin de ifadesidir.

Şu iki ifade İslami tutumun temelini oluşturmaktadır.

Birincisi "Mescidleri yalnızca Müslümanların imar edebileceği" ayeti, ikincisi ise Müslümanların İslam dışı eğilimlere yöneldiklerinde sahip olduğu aşk ve vecdi kaybedeceğini mealen bildiren hadisi şerif. İslam bilinç ve şuur dinidir.

İslam Mimarîsi'ndeki her uygulamada Müslüman’ın temsil ettiği şuur, tutum ve gerçeklik; Orta çağlardan ta bugüne kadar Hristiyan Batı mimarisiyle taban tabana zıttır. Gotik, Barok ve Rokoko temelde dinamik, sınırlı insan yapısı eserlerinin teknik başarılarını empoze etmek suretiyle hakim olan biçim ifadeleriyle insanı etkisi altına almayı gaye edinmiştir.  19. yy'ın eklektisizmi ve 20. ve 21. yy'ın teknoloji fetişizmi Batılı Hristiyan anlayışın devamı halindedir. Bu yaklaşım günahkâr oluşun, ruhban sınıfın, güçlü olanın haklı olduğu anlayışını sunmakta ve bu anlayış ile mimari eserlerini vermektedirler.

Hartmann felsefedeki problemlerin çözümünde mantık temelli yapılan izahların ve çözüm arayışlarının hatalı olduğunu savunur. Mantıken doğru olan şeyin hakikatle uyuşmayabileceğini söyler. Aristoteles'den yeni Kantçılara kadar mantık temelli söylemlerini tenkit eder. Sistematik ve kategorize edilmiş ontolojiye ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Diğer varlık anlayışlarına göre Hartmann’ın yöntemi genel olarak ontolojiye indirgenmiş bir epistemolojiyle kurgulanmıştır. Varlıklar arasında temel olarak 4 katman olduğunu belirtir. Tinsel katman (tin kavramını her ne kadar kullanmak istemesem de çevirilerin çoğunda bu kavram kullanılmıştır), ruhsal katman, organik katman, inorganik katman.

Her katman birbiri üzerine inşa edilmiştir ve birbirlerini kaynak olarak beslerler. Muhiddin-i İbn Arabî Hazretleri'nin "emr alemi, halk alemi, zat alemi" olarak belirttiği katmanların, katman özelliklerinin değiştirilip kullanılması gibi.

20. yy ontolojisine göre Hartmann'ın belirttiği varlık düzeylerini şu şekilde ifade edebiliriz:

Maddî düzey, biyo-sosyal düzey, psikolojik düzey ve ruhî-aklî düzey. İşlev ve ilgi alanı bakımından daha açıklayıcı bir tasnif oluşturmaktadır.

Mimarî tüm varlık düzeyleriyle ilişkilidir ve her düzeyde bulunur.

Maddi düzeyde mimari yapıların birbirlerine göre konumları ve yerleşimleri (şehir planlamacılığı), yatay ve dikey yükselişi...

Biyo-sosyal düzey, maddi düzeyi barındırır ve mimari yapıların biyolojik ve sosyal olarak insanlara ve tabiata etkileriyle ilgilenir. Günümüzde dev apartmanlarda oturan insanların komşuluk ilişkileri kalmamıştır ve netice olarak insanları sosyal açıdan zayıflatmıştır.

Psikolojik düzeyde ise mimari yapıların insan psikolojisine etkisiyle ilgilidir. Geniş ve ferah bir evde oturan insanın psikolojisiyle; dar ve güneş almayan bir evde oturan insanın psikolojisi bir olamaz.

Ruhî-akli düzeyde ise mimarî yapılar insan üzerinden hayatının her anında etkilidir. Çalışma ofisinde aldığı kararlarda, oturduğu evde veya başka mekânlarda her şeyini etkileyebilir.

Felsefeyi şekillendiren iki ana kavram: "Zaman ve mekân". Mekân zamana bağlı bir değişken halindedir. Her asrın mekânı ve mekân özellikleri/yapısı farklı olmuştur. Mekânı mimari bir yapı olarak ele alıyoruz. Yoksa mekâna birçok anlam yükleyen filozoflar/mütefekkirler çıkmıştır.

Martin Heidegger mekân üzerine diğer felsefecilerden çok farklıdır. Heidegger'in uzam/mekân anlayışı tüm düşüncelerinin temelini oluşturur. Heidegger'e göre dünya bir ilişkiler sistemidir ve bunun da göbeğinde insan vardır. Her ne tecrübe elde edersek bir mekân içinde elde ederiz, der.

Heidegger’e göre binalar "Dörtlü"yü korurlar. Binalar kendilerine özgü bir şekilde Dörtlüyü sakınırlar. “Dörtlüyü sakınmak, yani yeryüzünü kurtarmak, gökyüzünü karşılamak, Tanrısal olanı beklemek, ölümlü olana eşlik etmek, bu dörtlü sakınma, ikametin sade özünü teşkil eder.”  Bu anlamda bina inşa etmek, ikamet edilmesini sağlamaktır. Heidegger bina inşa etmenin bir ikamet edilmesini sağlamak olarak anlaşıldığı takdirde, bunun bir vücuda getirmek, var etmek/yaratmak olduğunu söyler.

Felsefi tartışmalarda mimari/mimarlık söz konusu olduğunda tartışmacıların ilk başvurduğu isim Derrida oluyor. Oysaki Kojin Karatani'nin yaklaşımları/metinleri daha kuvvetlidir. "Metafor Olarak Mimari" kuvvetli metinlerinin ispatıdır.

Derrida, "mimarlığı bir metafora dönüştürüp, felsefeyi onun önüne ya da üstüne kurmak" amacını taşıdığını söyler. Mimarların birçoğu Derrida'yı de-konstrüksiyon akımından tanır. Derrida'nın ifade etmediği şekliyle "yapı-bozumculuk", ifade ettiği şekliyle ise "yapı-çözümcülük". Mimarî, bozumdan öte çözümdür. Mimariden kopuk çevirmenlerin hataları maalesef...

De-konstrüksiyon akımı, yapısalcılık sonrası kuramlara eleştirel bir okuma sistemidir. Heidegger'in bir yorumcusudur Derrida. Bu minvalde Derrida felsefeci değildir.

Derrida, Heidegger'in yapısalcılığını eleştirip, Saussure'nin yapısalcı yaklaşımı sonrasına bina etmiştir de-konstrüksiyon'u.

Toplu olarak ifade edecek olursak mimari hayatımızın her alanındadır ve mekânın insan üzerine tesiri vardır.

Aylık Baran Dergisi 3. Sayı