Biz Müslümanlar kendi aslî vazifelerimizi yapmaya muktedir iken bu vazifelere karşı hor yaklaştığımızdan sebep olacak ki, artık boyunduruk altında hayat sürmekteyiz. Kimliğimizden ırak hareket ediyoruz. İşin garibi de şu ki, bunun farkında bile değiliz. İsraf, özentilik ve kullanım hırsı bizi içten içe kemiriyor. Ne yapıyoruz? Cevabı basit; koca bir bilinmezlik... Davranışlarımızı düşünmekten bile aciz bir ümmet olduk artık. Sorgulamanın olmadığı yerde teslimiyet olur lakin böyle bir şey de söz konusu değil ki. Bir teslimiyetten söz edeceksek o da nefse teslimiyet... Ne teslimiyet hakikaten olması gerektiği gibi ne de sorgulamak aklı selimin gerektirdiği gibi.

Garp dünyası seneler evvel Çanakkale'den bedenleri ile giremediği vatan topraklarımıza, kurtuluş savaşında kurtardıklarımızın düşmanla birlik olması neticesinde girdi. Bir daha da çıkmadı. Cemiyetimizin idraki Kemalizm tarafından işgal edildi. Topraklar işgal edilmedi ama zihinler işgal edildi? Bu işgal her geçen gün genişledi be bugünkü manzara ortaya çıktı.

Son dönemlerde zihnimize bir şeyleri kodlamaya gayret ederek ve gözlerimizi reklamlara karşı alıştırıp tüketme ve harcama çılgınlığı ile girmiş bulunmaktalar. Biz buna müsaade etmeseydik kim cüret edebilirdi ki. Hırsıza kapı baca açıp, ardından sadece hırsızı suçlamak garabetten ibaret olacaktır. Sabah sekiz akşam beş çalışan ve hayatın zorluklarının kıskacından kurtulamayan kimseleri, belirlemiş oldukları çalışma sisteminde öğütüp akşam işten eve dönünce de rahatlamaları için ödül mahiyetinde her akşam farklı farklı dizi ve filmlerle TV başına kilitlemekteler. O dizilerde özendirilen süslü ve gösterişli hayat tarzı bir zaman sonra kişinin zihninde yer ediniyor ve hipnoz olmuş gibi kendini o harcamaları yaparken buluyor. İhtiyacı olmasa dahi sırf beğendiği ya da özendiği biri aldığı için alıp kullanmak gaye olmuş oluyor. Bu da israfın kapısını ardına değin açmak demek.

Reklam ve pazarlama artık öyle bir raddeye gelmiş durumda ki, “Nasıl daha çekici olur? İnsanları alışverişe alıştırmak için neler yapabiliriz?” diye kafa patlatan kimselerin mevcut olduğunu biliyoruz. Tek gaye harcama yaptırmak olduğu için düşünmeye fırsat dahi vermeden pazarlamayı çok iyi yapan temsilcilerce müşteriyi kıskaçta tutmak en büyük gaye olmuştur. Kredi kartları bunun en büyük sonuçlarından biridir. Biz şu; “ayağını yorganına göre uzat” kaidesini çok iyi biliriz. Buna binaen kredi kartı kullanmayı öğrenmek istemeyen büyüklerimiz bile mevcuttu bundan 5-10 yıl evveline kadar. Onlar ceplerinde olanı bilir ve ona göre harcama yaparlardı. Artık öyle bir durum söz konusu değil, çıkarılan kredi kartları her ne kadar kolaylık gibi görünse de cebimizde olmayan parayı harcıyoruz, sanki hiç geri ödemeyecek gibi bir tatlılıkla hem de. Amaç zaten buydu, cepte para olsa hesap edilip ona göre harcama yapılırdı ve kandırmak kolay olmazdı. Ancak kredi kartının albenili tavırları gösterilmeye çalışıldı. “Harcama yapmak mı istiyorsun? Elinde paran yok mu? Olsun sen al nakit paran yoksa kartın var sonra ödersin” denilip harcamaya itilen insanların kapitalist köle olduklarını söylemeden geçemeyiz. Kölelik bitmedi! Hâlâ devam ediyor. Eskiden bizatihi kölelik vardı esir düşülürdü de köle olunurdu. Artık işler böyle yürümüyor, gönüllü köleler mevcut. Hem de kapitalist sistemin biricik kölecikleri. Batıya hayran olmadığınız müddetçe aydın ya da zengin olamazsınız! Batıya hayran olduğunuzda da olmazsınız ama en azından olmadığınız gibi görünürsünüz! Varın bunun ne denli ebleh bir tavır olduğunu siz düşünün.

Baran Dergisi 711.Sayı