Her gün İsrail hakkında yeni suçlamalar gündeme geliyor. Güney Afrika’nın erken dönemde dile getirdiği “soykırım” suçlaması, bugün uluslararası kurumlar ve devletler nezdinde hızla kabul gören bir hukuki tanıma dönüşmüş durumda. Son suçlama, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nden (BMİHK) geldi.

BMİHK’nin Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu’nun (COI) yayımladığı raporda şu net ifadeler yer aldı: “İsrail yetkilileri ve güvenlik güçleri, Gazze’deki Filistinlileri tamamen ya da kısmen yok etme yönünde soykırımsal bir niyete sahip olmuş ve hâlen de sahiptir.”

İsrail’in Gazze’deki soykırımını canlı izleyenler için bu tespit şaşırtıcı olmayabilir. Ancak bu adım tarihi bir dönüm noktası. Uluslararası hukuk uzmanı ve Gazze kurbanlarını Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) temsil eden hukuk ekibinin üyesi Prof. Triestino Mariniello’ya göre rapor, “tarihi önemde” ve “emsalsiz.” Daha önceki BM raporları İsrail’i birçok kez savaş suçu işlemekle itham etmişti, fakat ilk kez “uluslararası düzeydeki en ağır suç, yani soykırım” açıkça dile getirildi.

Bugün birçok vicdan sahibi insan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve aşırı sağcı hükümetini Filistinlilerin kitlesel yok edilişine son vermeye zorlayacak uluslararası baskının oluşmasını umut ediyor. Ancak bu raporların İsrail’i gerçekten hesap vermeye sürükleyip sürüklemeyeceği hâlâ tartışmalı. 1994 Ruanda Soykırımı Uluslararası Mahkemesi’ne başkanlık etmiş Güney Afrikalı yargıç Navi Pillay, adaletin “yavaş işlediğini” kabul etse de, gelecekte “tutuklamalar ve yargılamaların” mümkün olduğunu söylüyor. Kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere binlerce masumun katledilişine tanık olanlar için bu ihtimal bile bir nebze teselli sunuyor.

Rapor ayrıca, UCM’nin Netanyahu ve eski savunma bakanı Yoav Gallant’a yönelik sürdürdüğü savaş suçu soruşturmalarıyla doğrudan bağlantılı. Bağlayıcı olmasa da, Sudan’daki savaş suçları soruşturmalarında olduğu gibi, bu rapor UCM ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) için güçlü bir hukuki temel oluşturuyor. BMİHK ve COI’nin saygınlığı, bağımsız yargıçlarının itibarı bu sürece ayrı bir ağırlık katıyor.

Üstelik bu rapor tek başına bir sonuç değil; iki yıllık kapsamlı araştırmanın ürünü. Aynı zamanda, Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) gibi kuruluşların ulaştığı bulgularla da örtüşüyor.

Buna ek olarak, 31 Ağustos’ta Soykırım Çalışmaları Uluslararası Derneği (IAGS) tarafından kabul edilen karar, İsrail’in Gazze’deki “politika ve eylemlerinin soykırımın hukuki tanımına uyduğunu” ilan etti. Akademik dünyada büyük saygınlığa sahip bu örgütün mutlak çoğunlukla aldığı karar, raporun önemini daha da pekiştiriyor.

Bütün bu raporlar, kararlar ve uluslararası açıklamalar, UAD’nin İsrail’e ilişkin soruşturmasını hızlandırması için baskı oluşturuyor. Ancak mahkemenin ABD ve Avrupa’daki İsrail müttefiklerinin etkisiyle süreci ağırdan alması ihtimali güçlü. Buna rağmen rapor hâlâ büyük değer taşıyor. Çünkü artık tek tek hükümetler ve sivil toplum kuruluşları, raporun bulgularını bağımsız eylemler için kullanabiliyor.

Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in başı belada

Nitekim süreç başladı bile. 19 Eylül’de bir grup avukat, Almanya Başbakanı Friedrich Merz ve bazı üst düzey yetkililer ile silah ticareti yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulundu. Avukatlar, İsrail’e “şartsız ve sınırsız desteklerini alenen ilan etmeleri” nedeniyle, “bu desteğin inkâr edilemez soykırımsal sonuçlarından” sorumlu tutulmaları gerektiğini savundu.

Geri dönüş yok: Gazze soykırımı “Batı ahlâkı”nın mitini nasıl parçaladı?
Geri dönüş yok: Gazze soykırımı “Batı ahlâkı”nın mitini nasıl parçaladı?
İçeriği Görüntüle

İtalyan hükümeti de köşeye sıkışabilir

Benzer girişimler İtalya’da da yürürlükte. İtalyan Alleanza Verdi-Sinistra (AVS) hareketi, kendi hükümeti aleyhine Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurdu. Talep, İtalya’nın İsrail’in Gazze’deki soykırımına olası suç ortaklığının soruşturulması yönünde. Aynı dönemde İspanya’da Başsavcı, Gazze’deki savaş suçlarına ilişkin resmi soruşturma başlattı. Bu adım, İnsan Hakları ve Demokratik Hafıza Başsavcısı Dolores Delgado’nun talebiyle atıldı.

Tüm bu gelişmeler, BM bağlantılı veya bağımsız kurumların İsrail’i soykırımla itham etmesinin, doğrudan hukukî ve siyasî adımlar için nasıl itici güç olabileceğini gözler önüne seriyor.

İsrail hükümeti ve ordusu uluslararası hukukun üzerinde olduğunu düşünüyor. Masum kanının dökülmesi söz konusu olduğunda, hiçbir fert, hiçbir kurum ve hiçbir devlet hesap vermekten muaf değildir.

Bu mücadele yalnızca Gazze için değil, insanlığın ruhu için veriliyor. Netanyahu’nun 21. yüzyılda soykırımı normalleştirme girişimi başarıya ulaşırsa, bu korkunç suç, dünya çapında despotlar ve baskıcı rejimler için meşru bir siyasi stratejiye dönüşebilir. İnsanlık bunun bedelini ödeyemez. Küresel adaletin geleceği tam da bu kavşakta belirleniyor.

Tercüme: https://www.barandergisi.net/