Necip Fazıl bir şairdir, bir edip, bir sanatkâr, bir münevverdir, bir mütefekkirdir, kısaca "Üstad"dır. Bütün bu nitelemeleri onun eserlerinde, şiirlerinde ve sanatında görmek mümkündür. İdeolocya Örgüsü isimli eserinde ise karşımıza bir düşünür ve hakîm (bilge kişi) olarak çıkar.
Prof. Dr. Süleyman Uludağ kimdir?
Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Türkiye’de İslam düşüncesi, tasavvuf tarihi ve İlahiyat alanlarında derinlemesine çalışmalarıyla tanınan, aynı zamanda felsefe, siyaset bilimi ve toplum bilimi gibi disiplinlerle kesişen düşünsel üretimleriyle öne çıkan bir akademisyendir. Uzun yıllar boyunca Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapmış olan Uludağ, Türkiye’deki akademik ilahiyat geleneğine özgün katkılarda bulunmuş, geniş bir öğrenci ve okuyucu kitlesine hitap eden çok sayıda telif ve tercüme esere imza atmıştır.
Uludağ’ın çalışmaları, yalnızca klasik İslamî metinlerin tahliline dayanmaz; aynı zamanda bu metinlerin günümüz meseleleriyle kurabileceği ilişkiler üzerine yoğunlaşır. Tasavvuf tarihi başta olmak üzere kelam, İslam felsefesi ve siyasi düşünce alanlarında yürüttüğü araştırmalar, tarihsel bağlamın ötesine geçerek çağdaş İslam düşüncesinin imkânlarını sorgulayan bir içerik sunar. Bu bağlamda, Mevlânâ, İmam Gazâlî, İbn Sînâ, Fârâbî ve İbn Arabî gibi klasik düşünürlerin görüşlerini modern tartışmalar ışığında değerlendirmekte; İslam düşünce geleneğinin sürekliliğini ve eleştirel kapasitesini gözler önüne sermektedir.
Üstad Necip Fazıl’ı nerede, ne zaman ve nasıl tanıdınız?
Üstad Necip Fazıl 1904 doğumludur. 78 senelik hayatına çok şey sığdırmış, verimli bir şair, edip, sanatkâr ve tiyatro yazarıdır. İmam Hatip lisesinde iken onun şiirleri ve bazı gazetelerde çıkan yazılarıyla tanışmıştım. 1963’te İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne geldiğimde burada görüşmek nasip oldu. O sıralarda Üstad bazı derneklerin düzenlediği toplantılarda konuşuyordu. İzleyicilerinin çoğu üniversite öğrencisiydi. Ben de arkadaşlarımla birlikte konuşmalarını dinlemek için bu tür toplantılara giderdim.
Birkaç kere de Beyazıt’taki Beyaz Saray’da yaptığı 5-10 kişilik sohbetinde bulunmuştum. Kastamonu İmam Hatip lisesinde öğretmen iken kendisini buraya davet etmiş, yaptığı konuşmayı dinlemiştim. Daha evvel onu Amasya’ya da davet etmiş, davetimizi kabul etmiş ama bir mazereti sebebiyle gelememişti. Daha sonra Amasya’ya gelmiş konuşmasını yapmış, bir gazetede Amasya ile ilgili izlenimlerini bir makalede anlatmıştı.
Üstad şairliği yanında büyük bir fikir adamıdır. Onun "baş eserim" dediği “İdeolocya Örgüsü” isimli eseri ve mütefekkirliği hakkında neler söylemek istersiniz?
Necip Fazıl bir şairdir, bir edip, bir sanatkâr, bir münevverdir, bir mütefekkirdir, kısaca "Üstad"dır. Bütün bu nitelemeleri onun eserlerinde, şiirlerinde ve sanatında görmek mümkündür. İdeolocya Örgüsü isimli eserinde ise karşımıza bir düşünür ve hakîm (bilge kişi) olarak çıkar. 19. asır Avrupası birçok ideolojinin ortaya çıktığı, rağbet gördüğü ve yayıldığı bir Avrupa’dır ve ideolojik doktrinler ve akımlar 20. asırda da devam etmiştir. Başta Osmanlı coğrafyası ve Türkiye olmak üzere bu akımların ve ideolojilerin etkileri bütün Müslüman halkları ve toplumları etkilemiştir. Kapitalizm, Komünizm, Liberalizm, Sosyalizm, Pozitivizm, Laisizm, Sekülerizm ve Materyalizm gibi Avrupa kökenli ideolojilerin hepsinin İslâm âlemine yansımaları ve bu âlemde temsilcileri vardır. Bu ideolojilerin her biri salgın hastalığa benzer, bulaştığı toplumları hasta eder, zayıflatır, çürütür, mahveder. Üstad’ın “İdeolocya Örgüsü” isimli eseri sözü edilen sapkın ideolojilere karşı kullanılan, muafiyet kazandıran ve koruma sağlayan bir aşı ve bir ilaçtır. Üstad inkılaptan, değişimden ve gelişimden yanaydı ama tarihe, geleneklere ve göreneklere bağlı kalınarak ve yerli değerlere dayandırılarak yapılması gerektiğine inanıyor, Batı taklitçilerine ve hayranlarına da; körü körüne ve katı bir şekilde geçmişten gelen örf ve adetlere şuursuzca bağlı olanlarda da karşı çıkıyor, her ikisini de yobaz olarak görüyordu ve bu doğru bir teşhis, isabetli bir tespit idi. Bu bakımdan onun “İdeolocya Örgüsü” de şiirleri ve diğer eserleri de zararlı akımlara karşı epey koruma sağlamıştır ve hala da sağlamaktadır, söz konusu aşı tuttu.
Necip Fazıl Kısakürek’in yaptığı, aşı yaparak toplumu koruma ve toplumun sağlığını sağlama işi ilk değildir. Son iki asır içinde gerek Osmanlı ve Türkiye dönemlerinde gerekse diğer Müslüman toplumlarda ve devletlerde bu iş defalarca yapılmış ve faydalı da olmuştur. Bununla ilgili iki örneğe sadece işaret etmekle yetiniyorum.
Bunlardan biri Mehmet Akif’in “Âsım’ın Nesli”, diğeri Sezai Karakoç’un “Diriliş”idir. Biri Büyük Doğu’dan evvel öbürü sonradır. Bunlara Nurettin Topçu’yu da eklemek lazım, bunların hepsi hayırlı ve faydalı hareketlerdir, hepsi de saygı ve rahmetle anılmaya layıktırlar.
Zikredilen şahsiyetler ümmete ve millete yol gösteren örnek şahsiyetlerdir. Müslüman toplumlar bundan sonra da böyle rehberler yetiştirecektir. Buna inanıyorum. Bol olan Allah’ın rahmeti onlar sayesinde ümmetin fertlerine ulaşmakta, koruma sağlamakta ve güç kazandırmaktadır.
Necip Fazıl saygı ödülüne layık görüldünüz, neler hissettiniz?
Adımın, Üstad Necip Fazıl’ın adıyla birlikte zikredilmesi beni bahtiyar etti. Demek ki manevî bir birlikteliğimiz var. Biz de aynı yolun yolcularıyız. İnşallah Mehmet Akif’lerin, Necip Fazıl’ların, Sezai Karakooç’ların ve Nurettin Topçu’ların sayıları artarak bundan sonra da devam eder.
Tasavvuf alanında eserler vermiş bir ilim adamısınız. Üstad Necip Fazıl, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerine bağlanmış kimsedir bildiğiniz üzere. Tasavvuf ile alakalı eserler yazmış, bazı meşhur tasavvufî kaynakları sadeleştirmiştir. “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” isimli müstakil bir eser de kaleme almıştır. Konunun uzmanı olarak neler söylemek istersiniz?
Üstad Necip Fazıl’ın Nakşibendiyye meşayıhınden Abdülhakîm Arvâsi’ye mensup olduğu, Nakşibendi tarikatiyle bazı kitaplarını sadeleştirdiği bilinen bir husustur. Güzel ve düzgün Türkçesiyle yaptığı bu sadeleştirmeler ve latinize etmeler kolaylıkla ve zevkle okunur hale geldiğinden özellikle tarikat ehli için faydalı ve tesirli olmuştur. Bu tür çalışmalar son dönemlerde epey artmıştır. İlahiyat ve Edebiyat fakültelerinde Yüksek Lisans çalışması yapanlar da aynı işi yapıyorlar. Bu çeşit eserler genellikle Osmanlı alfabesiyle yazıldığından, pek çoğu da yazma halinde bulunduğundan ulaşmak ve sahip olmak zordu. Şimdi işler kolaylaşmış oldu. “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” iki farklı kültürün farklılıklarını göstermesi bakımından önemli.
Bildiğiniz üzere arefe, aleme’den üstündür. Yani irfan ve hikmet, ilmin üstündedir. Necip Fazıl’ın mütefekkirlik yönünün irfan ve hikmet merkezli olduğunu düşünürsek, onun eserlerinin ilim camiasına hitap eden yönü nasıl anlaşılmalıdır?
Bu sorunuz geniş açıklamalara ihtiyaç gösterir. Burada üç kavram var; İlim-irfan-hikmet. Neye ilim, neye irfan, neye hikmet diyorsunuz? Bunların Kur’an’dan ve sahih hadislerden delilleriniz var mı? Varsa bunlar nelerdir? Önce bu hususları açıklığa kavuşturmak icap eder. Diğer bir deyimle âlim kim, arif kim, hekim kim?
Evvela şu cümleye bakalım: “İrfan ve hikmet ilmin üstündedir.”
İlim Allah’ın sıfatıdır, irfan ise kulun sıfatıdır. Allah, âlim denir ama ârif denmez. Aynı şekilde hikmet de Allah’ın isimlerindendir. Bununla birlikte Peygamberler ve Allah’ın takva sahibi salih kulları da âlim ve hakîmdirler. İrfan, marifet ve ârif ise isim olarak ne Kur’an’da geçer ne de sahih hadislerde. Sadece örf, marûf ve arefe şeklinde sözlük anlamda ve iyilik manasında geçer. Doğrudan tasavvufî bir manası yoktur. Zariyat Suresindeki 56. ayetin anlamı: “Ben cinleri ve insanları bana ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım.” şeklindeyken, beni tanısınlar şeklinde yorumlayanlar olmuştur. Bu yorum İbn Abbas’a nispet edilir. Fakat böyle bile olsa bundan irfanın ilimden üstün olduğu manası çıkmaz. Sufilerin “Nefsini tanıyan Rabbini tanımış olur.” anlamına gelen hadis Hazreti Peygamberin sözü değildir. Bu söz anlam itibariyle doğrudur, İslâm’a aykırı bir tarafı da yoktur. Doğru da olsa Peygamberin söylemediği bir sözü ona isnad etmenin vebali vardır.
Peki “İslâm’da marifet, irfan ve arif yok mudur” sorusunun cevabı şudur: Elbette ki vardır. Bütün tasavvuf kitapları bu kavramlara özel bir yer ayırır ve üzerinde ehemmiyetle durular. Peki Kur’an ve hadislerde mana olarak marifet, irfan ve arif yok mudur? Anlam olarak vardır ama lafız ve terim olarak yoktur. Mana olarak ilim, hikmet, takva, İslâm, ihsan, yakîn ve iykan gibi kelimelerin içinde ve özünde marifet, irfan ve arif anlamları mevcuttur. Bu da ayet ve sahih hadislerin doğru uygulamaları, dini hayatın samimi surette yaşanması ve yorumlanmasıyla ortaya çıkar. Yine de asıl olan ilimdir, hikmettir.
Sorunuun ikinci kısmı olan “Necip Fazıl’ın eserlerinin ilim camiasına hitap eden yönü" önemlidir. Ama ilim camiasının onun eserlerine bakış tarzı daha önemlidir. Ölçü Kur’an ve Sünnettir. Yüce Allah Kur’an’da insanları tefekküre ve akletmeye davet ediyor. Bu davete uyup Allah’ın yarattığı nesneler üzerinde düşünenler, akıllarına, muhakeme ve muhayyile güçlerine dayanarak yeni fikirler, bilgiler üretiyorlar. Bu da İslâm’daki ilim ve fikir hayatı için bir zenginliktir. Bu tür bilgilere marifet, maarif, irfan dendiği de oluyor.
Şiire gelince şiirin malzemesi genellikle beşerî hisler ve hayaldir, hayal gücü şiirde önemlidir. Hikmet içeren didaktik ve ahlâkî şiirler de vardır. Nihayet şiir şiirdir, ilim değildir. Bunu böyle anlamak şiirin önemini azaltmaz, değerini düşürmez. Fikir önemlidir ama ilmi olanın fikri daha da önemlidir.
"Necip Fazıl şairdir, eserleri ilmî değildir” şeklinde bir karşı duruş var, katılır mısınız?
Necip Fazıl’ın eserlerinde bilgi, fikir, hikmet, irfan ve sanat vardır. Ama teknik anlamda ilim (bilim) yoktur, bu da tabiidir, bir kusur da sayılmaz. Üstad âlimdir derseniz o zaman sorarlar: Ne âlimidir? Tefsir ve kıraat âlimi midir yoksa hadis ve fıkıh âlimi mi? Zaten Üstad’ın âlim olma gibi bir iddiası da yoktur. Üstad genel anlamda tefsir, hadis, fıkıh, kelam, siyer ve tarih gibi İslâmî ilimlere yabancı değildir, bu ilimler hakkında genel olarak malumat sahibidir. Bundan dolayıdır ki gerek şiirlerinde gerekse nesir yazılarında İslâm dinine aykırı düşen bir şeyine rastlanmaz.
Üstadın “mücadeleci” şahsiyeti hakkında ne düşünüyorsunuz?
Necip Fazıl’ın en önemli özelliklerinden biri şair, edip, sanatkâr ve mütefekkir olmanın yanında cesur, fedakâr, hamleci, faal ve mücadeleci olmasıdır. Üstad şiir söylemek ve eser yazmakla kalmamış, inancını ve düşüncesini hayata geçirmek için fiilen mücadeleye girişmiş, bu yolda yürürken takibata uğramış, savcılar peşine düşmüş, mahkemeden mahkemeye gitmiş, cezaevine girmiş vs. Her şeye rağmen yılmamış inandığı yolda cesaretle ve sabırla yürümüştür. Davası uğrunda onun kadar meşakkat çeken, zorluklara katlanan ve çile çeken şairlerin, ilim ve fikir adamlarının sayısı çok azdır. Necip Fazıl’ı Necip Fazıl yapan da budur. Çok şair, âlim, münevver ve sanatkâr vardır ki şiiri güzel ve bilgisi sağlamdır ama iş inancını ve fikrini savunma noktasına gelince çeşitli bahaneler üretir ve yan çizer. Necip Fazıl ise davasından hiç ödün vermez, mücadele meydanına atılır. Büyük Doğu Dergisi’nin 1950 öncesi sayılarına baktığınız zaman Üstad’ın davası için nasıl var gücüyle mücadele ettiğini görürsünüz. 1950 öncesi dini hayata ağır baskıların uygulandığı ve dindar müminlerin canlarının yandığı bir dönemdir. Bu insanların Büyük Doğu Dergisi’ni okuyarak yanan yüreklerine nasıl su serptiklerini ve rahatladıklarını gördüm. Üstad yazılarıyla onların hislerine tercüman oluyor, onlara ümit veriyordu, cezaevine girme pahasına da olsa, birçok ilim, fikir adamı ve şair dillerini yutmuş ve suspus olmuş iken onun gür ses, yükseliyor ve dindar kesimi canlandırıyor ve harekete geçiriyordu.
Fani Necip Fazıl ebedî âleme göçeli 42 yıl oldu. Ancak, Üstad eserleri ve tesiriyle hâlen yaşıyor ve okunuyor. Yolu, mücadelesi ve davası, yetiştirdiği Büyük Doğu gençliği tarafından devam ettiriliyor. Bu husustaki görüşlerinizi öğrenmek isteriz.
Evet Necip Fazıl (1904-1983) hayatını hayırlı hizmetlerle doldurduktan sonra yüzünün akıyla fena aleminden beka alemine göçtü ve hakkın rahmetine kavuştu. Bize de şiirlerini, eserlerini ve Büyük Doğu ekolünün talebelerini miras olarak bıraktı. Bu mirasın devam ettiğini ve özenle korunduğunu görmek beni bahtiyar ediyor. Bu vesileyle Necip Fazıl’ı anma töreni düzenleyen Star Gazetesi’ne teşekkür ediyorum. Merhum Necip Fazıl şiirleri, eserleri ve takipçileriyle yaşıyor. Bu şekilde yaşamasından daha güzel ne olabilir? Nice kişiler var ki onların yanında vefat ettikten sonra yaşayan, hayır dua ile anılan hak dostları da var. Bu vesileyle Baran Dergisi’ni tebrik ediyor ve bu yolda başarılı olmalarını Hakk Teala’dan niyaz ediyoruz.
Aylık Baran Dergisi 38. sayı, Nisan 2025