İran; Devleti Ali Osmaniye’nin tarih sahnesinden çekilmesi ve yedi düvel küfrün İslâm coğrafyasına musallat olması ile birlikte kendini ‘lider’ göstermeye ve siyasi ideolojisini ‘kurtuluş anahtarı’ gibi lanse etmeye gayret eden, Ortadoğu’da İsrail’den sonra en büyük çıbanbaşı güç.

İran; Petrol İhraç Eden Ülkeler örgütü’nde (OPEC) kilit role sahip ve dünyanın üçüncü en büyük petrol ve doğalgaz üreticisi ve rezerv sahibi. Hedefine hep Ehli Sünnet Ve’l Cemaat Müslümanlarını almış, düşmanlığını her daim bu zümreye yapmış, hiçbir zaman batıyla cephe savaşına yahut çatışma ortamına girmemiş, ortaya çıktığı günden bu yana Yahudi ve Batı ile işbirliği yaparak Müslümanları arkadan hançerlemiştir.

Genel ideolojisini ve anlayışını üzerine kurduğu “SAHABE GIYBETİ” ve “MECUSİ-ZERDÜŞTİ GELENEKSEL KÖKLERİ İLE HARMANLADIĞI ŞİİLİK” oluşturur. Bu ideolojik durum Safevileri yıkılma sürecine getiren Hz. Ömer’e kine, Batıyı darmadağın eden Ümeyye Oğullarını küfürle itham etmeye, Hz. Aişe validemize iftira atmaya, Hz. Ebubekir ve Hz. Osman’a korkunç şeyler söylemeye kadar varmıştır. Bilhassa Hz. Ömer’e kinleri öylesine fazladır ki “Ömer’e lanet”i dinlerinin bir akidesi ve hayatlarının bir parçası haline getirmişlerdir.

Ve İbni Sebe geleneğini sürdürerek sureti haktan görünüp Hz. Ali aleyhtarlığı yapmalar ve Hz. Ali muhabbeti arkasına sığınarak Hz. Ali’ye iftira atmalar, onun adına söz ve konuşma uydurmalar vs. Hadisenin ehemmiyeti bir dergi köşesine sığacak kadar basit değil. Yine araştırmacılar için ipucu olması bakımından birkaç mühim başlık.

Şianın en önemli dört kaynağından biri olan Küleyni’nin El-Kafi’sinde, Hz. Resulullah’a, Kur’an-ı Kerim’e ve Hz. Ali’ye iftira ederek onun adına uydurdukları sözlerle hakaretin çapı dehşet verici. Eserde aynen şöyle denmekte; 

“Bir adam Hz. Ali’ye “Bana velâyet meselesini anlatır mısın, acaba o niçin açığa çıkmıyor?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ali güldü ve şöyle dedi:

“Allah (Subhanehu ve Tealâ) inanıp-inanmadığına dair kimseye muttali kılmaz. Bu nedenle kendisine “Sana emredileni açıkça anlat ve müşriklerden yüz çevir” (15 Hicr/94) denildiği halde Rasûlullah’ın gizlediği nice ayetler vardır. Allah’a yemin ederim ki eğer O, bundan önce hakkı açıkça tebliğ etseydi, o zaman emin olurdu. Ancak O, itaat edilip-edilmeyeceğine baktı ve itaat edilmeyeceğinden korkarak kendisine indirilen ayetleri tebliğ etmekten vazgeçti.” (El Kâfi 1 cilt, s. 243)

Ve hâla şu yazıyı okuduğunuz anda bile Şia ve İran Şii Devleti nezdinde oldukça kıymetli olan Humeyni’nin Vasiyetnamesinde aynen şunlar yazılıdır; 

“Ben tüm cesaretimle iddia ediyorum ki, şu an sayısı milyonlara varan İran halkı Hz. Peygamber döneminde yaşayan Hicaz halkından daha faziletlidir.” Ashabı Kirama hakaretin çapını görebiliyor musunuz? Bunun içinde Hz. Ali de var, Hz. Hüseyin de, Hz. Hasan da ve binlerce güzide sahabe…

 Elbette Şiilik sadece söylediklerimizden ibaret değildir. Ancak bedahet ifade eden hakikattir ki, ŞİİLİK 14 ASIRDIR SAHABE GIYBETİ YAPMAKTAN VE BU GIYBET ÜZERİNDEN MÜSLÜMANLARA SALDIRMAKTAN BAŞKA BİR ŞEY YAPMAMAKTADIR. Dini de ideolojisi de, ahlâkı da, inancı da, siyaseti de bu anlayış ve bu gıybet üzerine kuruludur. Şii lobilerini keşfetmede en kolay usul Ehli Sünnet Âlimlerine ve Sahabe-i Kirama bakışlarıdır. Bu zevatlarda takiyye binbir çeşidi ile ibadet hükmünde olduğundan dolayı bazen ‘iş içinde’ görünmesini isteyerek deşifre edilebilir.

Son yüzyılda mezhepsizlik cereyanının artması, selefilik adı altında Sünni akideyi içten tahrip eden akımların yaygınlaşması ile birlikte Şiilik Ehli Sünnet Âlimlerinin Gıybetini adı geçen güruhla birlikte yapmaya hız ve destek vermiştir. Nihayetinde karşısında paramparça olmuş Ehli Sünnet Ve’l Cemaat kendi güvenliği ve geleceği için zaruridir ve elzemdir. Hâl böyle olunca içte ve dışta sayısız örgüt, dernek, yayın organı kurarak ‘dava’sının gereğini yerine getirecek Şii lobilerini ve Şii terör örgütlerini kurmuş, sürekliliğini sağlamış ve davasına taban oluşturma gayretinden bir an bile gafil olmamış, vazgeçmemiştir. Ülkemizde yaşanan ‘dini hercü mercin’ ve yine ‘Müslümanlar arası ittifak ve ittihad’ gerçekleşmeyişinin Batı ve Yahudilerden sonra en büyük sebebi İran’dır ve onun Şii lobileridir. Açık konuşalım; "İslâmoğlu taifesi" İran etiketli Şii Lobiciliğinden başka ne yapıyor, Ehli Sünnet Âlimlerine sövmekten, onların gıybetini etmekten başka ne yapıyor? 

İhsan Eliaçık ve Haydar Baş gibi tipler hangi lobi faaliyetleri ve nasıl bir çıkar ilişkisi neticesi bu noktaya geldiler. Mehdi Aksu, Mihraç Ural, Kenan Çamurcu, Faik Bulut ve Selahattin Özgündüz gibi insanların haber değerlendirmelerinde neden Ehl Sünnet Ve’l Cemaate bu Şii terör örgütlerinin zulümleri ve işkenceleri yok. Ve neden bu terör örgütlerinin tecavüzleri, yağmaları, katliamları gözden uzak tutulmaya çalışılır.

Diğer taraftan her fırsatta Kemalist ve Laik olduklarını canhıraş bağıran ve İslâm'a hakaretler yağdıran sahte antiemperyalist TGB’liler niye birden İrancı kesildiler? Yeni rolleri nedir? Ve son bir ek; sözde Ehli Sünnet olduğunu söyleyen ama arka planda İrancı olan oldukça kalabalık bir kitle, sızdıkları dernek, cemaat, yayın organı vb. yerlerde hangi vazife ile bulunuyorlar. Ümmeti birbirine düşürmek, onları İran sempatisi üzerine propagandaya tabi tutmak ve Ehli Sünnete karşı zihinlerde şüphe oluşturmak bu sapıkların işleri ve özellikleri değil midir?


DÜNDEN BUGÜNE İHANET

Siyasal ve askeri bir güç olarak iktidara gelen Büveyhiler, Fatımiler, Karmatiler, Hamdaniler, Safeviler ve en son İran Şia Cumhuriyetinde olduğu gibi Şii mezhebin hâkim olduğu dönemlerde dinî, mezhebî, etnik ve kültürel olarak ciddi şekilde ayrımcı, ayrıştırıcı ve tasfiye edici bir politika yürütülmüştür. Bunu görmek için uzağa gitmeye gerek yok. Bugün mevcut İran’a bakmak yeterlidir. “Niye hapishane ve işkencehaneler Sünni âlimlerle dolu?” Ki, İran’daki Sünni Müslümanların ekseriyetini de Kürtler oluşturuyor. İran Şia Cumhuriyeti her gün keyfi Kürt gençlerini öldürüyor. Müslüman Kürtlerin kendi camilerinde ibadetlerini kısıtlıyor. Bugün İran’da yüzlerce çoğunluğu Kürt Sünni âlim hapishanelerdedir. Diğer taraftan İran Şia rejimi ve Lübnan’da, Suriye’de ve Irak'ta nüfuz etmiş Şii terör örgütleri Sünnileri sadece mahkûm etmekle kalmıyorlar, inanılmaz işkence, tecavüz, yağma ve soykırıma da tâbi tutuyorlar. Uluslar arası arena da “siyahı beyaz beyazı siyah” göstermeye pek meraklı -Yahudi’den ders almışçasına- Şii Lobiler zihinleri korkunç bir yalan haber bombardımanına tâbi tutarak bilgileri dezenforme ettiklerinden kamuoyu meselenin aslından habersizdir. ABD’nin Guantanamo’da Müslümanlara yaptığından daha fazlasını bugün İran, Ehli Sünnete yapmaktadır. Ve olan biten bütün dünyaya kapalıdır. 

Irak meselesi en acıklı olanıdır ve İslâm Dünyası açısından Müslümanların başlarını avuçlarının arasına alıp ‘acil vaka’ sadedinde derin derin düşünmesini gerektirmektedir. İhanet, işkence, tecavüz, katliam, yağma hâsılı zulmün her çeşidi mevcuttur.

ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’den sonra en önemli müttefiği İran'dır. Malum olduğu üzere İran, Irak İşgali’nde ABD’den hiç bir yardımı esirgememişti. ABD’nin Irak’ı işgalinde ABD askerlerine erketelik yapan Şii askerler Saddam’ın devrilmesi için öncü kuvvet olmuştu. ABD de Irak’tan çekilirken Irak Hükümeti ve bürokrasisini İran’a teslim etmiş ve Irak’ta kurduğu terör örgütleri aracılığıyla direniş görüntüsü adı altında Sünnileri tasfiye etmesine ses etmemişti. Elbette bu dostluk ve işbirliği birkaç aylık ve yıllık birlikteliğin sonucu değil. Basına yansıdığı kadarı bile hadisenin iç yüzünü ifşa etmekte ve ihanetin çapını göstermeye fazlasıyla yetmektedir. Şöyle ki; 

“Neo-con kanadın şahinlerinden George W. Bush döneminde ABD Savunma Bakanlığı görevini yürüten Donald Rumsfeld, anılarının yer aldığı kitabında özellikle Irak Şiilerinin lideri Ayetullah Sistani’ye 1987 yılından bu yana milyonlarca dolar para yardımı yaptıklarını açıklıyor. Rumsfeld, Sistani’ye yaptıkları milyon dolarlık yardımların karşılığını Irak işgalinde fazlasıyla aldıklarını da belirtiyor.

Amerika’nın 2003 Irak İşgali öncesinde, esnasında ve sonrasında Sistani ve Şii dini merciiler ile ilişkilere dair bilgilerin yer aldığı kitapta Rumsfeld, Irak’ta Amerikan işgal güçlerine karşı savaşılmaması için Sistani’nin kendi istekleri doğrultusunda fetva yayınladığını belirtiyor.

ABD’nin hiçbir direniş görmeden Irak’a girmesinin arkasında, Sistani’nin fetvasıyla Şiilerin Amerikan ordusuna destek olması yatmaktadır. Unutmamak gerekir ki, Saddam Hüseyin zamanında Şiilere de belli düzeyde yetki veriliyordu. Elinde yetki olan Şiiler yetkilerini kullanarak, yetkisi olmayan Şiiler de işgale direnmeyerek Amerikan ordusuna destek verdi.” 

Ve Maliki, ‘Irak’ta ABD-İsrail ve İran ittifakı ile kurulup yaşatılmaya çalışılan devlet-hükümetin İslâm düşmanı lideri

Kendi ülkesinin askerlerine bile kurşun sıkacak kadar canileşmiş koyu bir Şii militanı. İran-Irak savaşında, İran desteğinde 700-800 militanı ile birlikte dönemin meşru Irak hükümetine karşı savaşmış sonra kaçarak İran’a sığınmış bir korkak. ABD işgali ile birlikte yeniden yıldızı parlamış ve kendisine hükümet kurma yetkisi verilmiş bir kukla. Bu yetki ile birlikte Irak’ta işgalcilerle ortaklaşa Sünnileri, Arapları, Keldanileri ve sair muhalif aşiretleri sistematik bir şekilde yok etmeye kalkışmış ve Baasçıları tasfiye görüntüsü altında üst düzey devlet makamlarındaki Sünnileri ihraç ederek Irak’ı Şiileştirme faaliyetlerine hız vermişti. O’nun zamanında Şii militan grupları, binlerce Sünni ulema ve medrese/ üniversite hocaları ve kanaat önderlerini sistematik olarak katletti. Ve yine o’nun Başbakanlığı sırasında kendi akrabalarına rütbeler vererek ordunun başına geçirdi. Irak bu dönemde idari ve mali yolsuzluklarda zirve yaparak dünya sıralamasında 175. konuma yerleşti. Öyle ki Maliki döneminde on binlerce Şii, lise, yüksek lisans, doktora, uzmanlık gibi alanlarda sahte diplomalar, sertifikalar alarak kritik yerlere yerleştirildi ve yargıyı ele geçirdi. Birçok Sünni aşiret önderleri terörist suçlamasıyla ülkeyi terk etmek zorunda kaldı veya tutuklandı. Bedir Tugayları gibi terör ve çete faaliyetleri ile meşhur olmuş yasadışı Şii örgütü bizzat İşgal Ordusunun bilgisi dâhilinde, milislerini Savunma Bakanlığı, İçişlerine bağlı özel birlikler, komandolar, askerler ve polisler olarak devlet bünyesine yerleştirdi.

Irak'ın merkez bankası dâhil dört önemli bankasının İran'ın kontrolü altında olduğu önceki yıllarda New York Times gazetesinde yazılmıştı. Gazete, "Özelilkle Başbakan Nuri el Maliki'ye bağlı Merkez Bankası başta olmak üzere diğer dört banka ortaklıklar ve ticari faaliyetler yoluyla Tahran'ın denetimine girmiş durumda" diye yazmıştı. İşgalin çapını, kimlerin kimlerle ne tür bir ilişki içinde olduğu, Irak işgalcisi olarak bilinen ABD’nin ve yine İran’a ambargo uyguladığı gibi saçma haberleri yayan ABD’nin aslında İran’la nasıl bir paylaşım ve işbirliği içerisinde olduğuna bu delil yetmez mi?

Şİİ TERÖR ÖRGÜTLERİ

Irak’ta 11 yıldır Şii terörü varken hiç kimsenin sesi çıkmıyordu. Sayısı milyonları aşan Müslümanlar bu Şii teröristler tarafından öldürülüyor, tecavüz ediliyor, elleri ayakları koparılıyor, kızları çocukları tecavüz ediliyor, hamile kadınların karınları deşilip sokaklara atılırken bugün ‘canı yanmış gibi bağıran’ lobicilerin sesi çıkmıyordu.  Ne olduysa IRAK halkının Sünni Akide etrafında halkalanıp otoriteyi ele geçirmesi ve kendilerine zulmedenlere ve işgalcilere karşı kısas haklarını tatbik etmeye başlamasıyla oldu. Bir anda süt dökmüş kediye döndü dünün köpekleri. İşgalcilerle el ele evleri basmak, yağmalamak, Müslümanları şehirlerden sürmek, camileri havaya uçurmak kolaydı. Ama şartlar değişince YAHUDİ mantığı "YETİŞİN HIRSIZ VAR" öyle mi? Belli ki artık ne Batı’ya ne İran’a ne de Yahudi’ye bu topraklarda rahat yok. Çünkü her üçü de ittifak halinde İslâm düşmanlığında birleşmiş, Ehli Sünnet Müslümanları soykırıma uğratmanın gereğini tatbik etmiş ve hali hazırda bu davalarını da sürdürmenin yollarını aramaktadırlar. Bunun sadece devletlerarası vakıa şeklinde pratiği söz konusu değildir. Aynı zamanda gizli-saklı örgütlerle yahut açıktan saldıran resmi olmayan askeri birlikler vasıtası ile de yapılabilmektedir. Batı Kiralık Ordular-Şirket Orduları ile bunu gerçekleştirirken Şia bilfiil kendisi terör örgütleri inşa ederek yürütmektedir. 

Belli başlı Şii terör örgütleri şunlardır; Bedir Tugayları, Kudüs Tugayları, Irak Hizbullahı ve Mehdi Ordusu ve Ölüm Tugayları.

Bu terör gruplarına bağlı binlerce silahlı terörist, Bağdat başta olmak üzere tüm Irak’ta Sünni kesimlere yönelik eylemler yürütmektedir. Bunlardan El-Hekim grubunun kontrolünde olan Bedir Tugayları, Sünnilere bu derece acımasız davranırken, Amerikalı işgalcilere tek kurşun sıkmadı ve işgal güçleriyle karşı karşıya gelmedi. Mehdi Ordusu ise camileri yakması ve Filistinlileri öldürmesi ile öne çıkmış bir Şii terör örgütüdür. 2003 Irak İşgali ile birlikte alenen Sünnileri hedef almaya başlayan Mehdi Ordusu, bir gün içinde onlarca Sünni camisini, içinde imamı, müezzini ve cemaati ile birlikte bombaladı, yaktı, yıktı. Binlerce Müslüman bu Şii militanlar tarafından işkence merkezlerine götürüldü, cesetleri ıssız mekânlara, çöplere ve nehirlere atıldı ve hali hazırda binlerce kaybın hesabı bunlardan sorulamıyor. Ve Irak’ta hiçbir şey göründüğü gibi değil. Nihayetinde aynı örgüt alçak yüzünü Filistinlilere gösterdiğinde İsrailli katilleri bile aratacak düzeydeydi. İsrail zulmünden kaçarak Irak’a sığınan Filistinli mültecileri, İsrail’i aratmayacak şiddette acımasızca katletmiştir. Irak’taki Filistinli mülteci kamplarında, Irak işgalinden bu yana, İsrail’in Filistin’de öldürdüğünden çok daha fazla Filistinlinin öldürüldüğü resmi Irak raporlarına yansımıştır.

Ve son olarak Ölüm Tugayları adlı örgüt. “İranlı Kudüs Tugayları” olarak da isimlendirilen bu gizli örgüt, Iraklı Sünni liderlere, âlimlere suikast ile vatandaşların göçe zorlanması, kaçırılması ve katledilmesi eylemleriyle kendilerini öne çıkarmışlardır. ABD işgaline karşı tek bir kurşun sıkmayan bu katiller sürüsü masum silahsız halkı camide bombalayabilmiş, pazarda patlattıkları bombalar ile yüzlerce Müslümanı öldürebilmişlerdir. Türkiye’de Şii lobileri ve Şii medya organları gerçekleri gizlemekle kalmayıp bu durumu direnişçilerin mücadelesi gibi gösterip kamuoyunu yanıltmaktadırlar. Bilhassa ne Şii ne Sünni deyip Şia ve diğer batıl görüşler karşısında Sünnilerin elini kolunu bağlayan ve savunmasız hale getiren bu lobiciler Yavuz Sultan Selim’den ilhamla imha edilecek ilk hedeftir.

Bir yandan mezhepçilik yapacak bunu bir misyon halinde dalga dalga hayata geçireceksin, ama biri dur deyince de hemen karşındakini mezhepçilikle suçlayacaksın. Bu ne iblisane bu ne Yahudice tezgâhtır! Ehli Sünnet’in savunma hamlesini kırmaya dönük bu tür ifadeler ve çıkışlar elbette gerekli cevabı görecek ve hak ettiği muameleye tabi tutulacaktır. Ama bunda en baş şart önümüzü arkamızı, içimiz dışımızı bu Şii Lobicilerinden temizlemektir. Burada şunu belirtmek lazımdır ki; kendi halinde ibadetiyle meşgul olan, batıl veya değil, kendi dünyasında olup başkası üzerinde kin-öfke davası gütmeyen milyonlarca insan (alevi-şii) bizim sözümüzün dışındadır. Hatta yukarıdan beridir kastettiğimiz güruhtan bu insanlar da rahatsızdır. 


Nihai sözümüz; 

Bugün Irak’ta ki ‘Sünni direniş’i yeniden tanımlamak ve yeniden okuma gerekiyor. Ortada büyük bir ‘Sünni direniş’ söz konusu ve İŞİD üzerinden Şii lobilerinin yaptıkları propaganda ile oradaki direniş gözden kaçırılmaya ve lekelenmeye çalışılmaktadır. Olan bitenin aslı şudur Irak halkı ayağa kalmıştır; kendine mezhepçilik yaparak saldıran Şii teröristlere ve devlete sızmış çetelere karşı mücadele başlatmıştır. Sadece mezhepçi Şii terör örgütlerine karşı değil, aynı zamanda batılı ve Yahudi işgal güçlerine karşı da cephe faaliyetine girmiştir. Onlarca Müslüman örgüt mazlum Irak halkının haklı davasını, bağımsızlık mücadelesini, vatanlarından işgalci pislikleri defetme yönündeki cihadî duruşlarını meydan meydan, cephe cephe haykırmakta ve savaşı zaferle taçlandırmak istemektedir. Batı medyası ve Şii lobilerinin etkin olduğu yayın organları zaferi küçük düşürmek, uluslararası kamu desteğini azaltmak, kendi kirli çamaşırlarının açığa çıkmamasını sağlamak ve mümkünse Müslümanların zaferini çalmak için korkunç bir dezenformasyon faaliyetine girişmişlerdir. Öyle ki kendi yaptıkları katliamları resimleyip "falanlar yaptı" diyecek kadar alçalmışlardır. Bu çerçevede biz Müslümanlara düşen görev UYANIK OLMAK VE TEK BİR BAYRAK ALTINDA TOPLANMAKTIR. Nihayetinde ne kâfir ne müşrik ne münafık ne de bid'atçi uyumuyor.

Baran Dergisi 390. Sayı...