Yukarıdaki zaruri hatırlatmadan sonra mevzuumuza geri dönecek olursak; evet, İBDA Mimarı, denge veya muvazene üst başlığı altında uyum, uygunluk, kıvam, ahenk, armoni, tenasüb vs. mevzuuna dair pek çok şey söyledi. Bizzat davası ve gayesi uğruna kaleme aldığı eserlerinde, İslâm’ın “zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamı” olduğuna sıkça vurgu yaptı. Her şeyde belli bir kıvam tutturmak lazım geldiğine işaret etti. Ruh ve beden, suret ve mânâ esprisinden mülhem “İhtilâl ve İnkılab” ifadesi bir yana, Üstad Necip Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” isimli eserinin ismi dahi “muvazene”, dolayısıyla da “İslâm” ile ilgilidir. Bunu, ideolojiye getirilen tariften de anlamak mümkündür. İBDA Mimarı, ideolojiyi tarif ederken, “bir insanın inandığıyla yaptığı iş ve eser arasındaki uyum”dan söz eder. Söz konusu “uyum”dan tüten mânâ, küllî ruhta cem edilmiş olarak, ruh ve beden düalizmi çerçevesinde “inanmak ve yapmak”, “iman ve akıl”, “ilim ve amel”, “fikir ve aksiyon” gibi mevzuları da mündemiçtir. Söz konusu “uyum”un gerçekleştirilmesi, “Nakşi sırrı!” çerçevesinde “muvazene sırrı”, yâni İslâm ile doğrudan ilişkilidir. Ayrıca, eğitime getirilen tariften de anlıyoruz ki, eğitimden maksad belirli bir denge veya uyum, dolayısıyla da “ruhî muvazene” sahibi insanlar yetiştirebilmektir. “İdeolocya Örgüsü” çerçevesinden bakıldığında görülecek olan bundan başkası değildir. Büyük Doğu Mimarı, “eğitim, muhatabına belirli duygu ve düşünce alışkanlıkları kazandırma davasıdır” der. Bu tarifte geçen “belirli duygu ve düşünce” ibaresi, bence, ruhî ve bedenî olana birer işaret olarak kabul edilebilir. Ruhî olan beden, bedenî olan ise ruh üzerinden -kısmen de olsa- idrak edilebilir. İdrak, dolayısıyla da şuur, hiç şüphesiz ki ruh ve bedenin kaynağı küllî ruh ile mümkün! Bu durum, “Ruhun ruhla sezilişi” ifadesine de yataklık eder.
Bu arada, spora getirilen “ruh ve bedenin dengeli bir şekilde geliştirilmesi” tarifini de hatırlatmakta fayda vardır. Nitekim eski Yunan dünyasına damgasını vuran jimnastikten maksad armoninin meydana gelmesi/getirilmesidir. Diğer bir ifadeyle de denge, muvazene, tenasüb, uygunluk veya uyumun sağlanmasıdır.

İBDA Mimarı’nın “DENGE KURMA HESABI”ndan: “SEYYİD ABDÜLHAKÎM ARVASÎ: 566: SAVYUT NEZLO-Süryanice MUVAZENE… MMAŞHUTO-Muvazene: 801: TESBİHAT-Allah’ı sıfatlarına lâyık ifâdelerle anmak. Sübhanallah demek. (Tesbih: Bir kimseyi hayatında sena edip övmek. Daim olmak, süreklilik… Tesbih: Hafifletmek. Derin uyumak… Tesbi’: Yediye çıkarma, yedileme… Sabi-Henüz süt emen çocuk: 102: Muhammedî… Sâbi’: Yedi, yedinci)… Süryanice, TOQLUTO-Muvazene, denge: 853: NAZC-Olgunluk, olma, pişme, kıvamını bulma. Yetişme. Bülûğa erme… Süryanice, MATQOLUTO-Denge. Muvazene: 894: FUZUH-Gizli işlerin zâhir olup meydana çıkması… MUNZİC-Kemâle eren, hazmettirici, sindirici. Yara ve çıbanı cerahatlendirmek. “Duygu ve düşünceyi kelimeler hâlinde ifraz etmek”: 894: YA’ZİD-Acı marul. (Mehded-Hindiba otu. Acı marul: 54: Madco-Süryanice, “Zihin” demek… KKM’nin alt başlığı, “Dünya Çapında Bir Hâdise: 1053: CİNN-Gizliler, gizlilikler… Be harfi, Allah’ın Lâtif ismi, Cinler mertebesi ve Kamer menzillerinden “Mukaddem min-ed delâl”e işaret eder; öne alınmış TAKDİM’e… Mehded: Mehd-et… Ümman-Emin kimse, emniyetli kişi. Hakikati Allah Sevgilisi’nde olan bir vasıf ve nam: 92: Vafo-Süryanice, “dil” demek. “Kelâm ve mânâ topluluğu”, diğer Peygamberler’den ayıran hususiyet hâlinde Allah Sevgilisi’nde… Hadîs: “Ölmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz!”… Süryanice, Raqmo-Rakam: 252: Kumandan… Şiir ve şairliği hakkında Üstadım’dan Yevmiye: “Marulun göbek yapraklarından olmak isterim!”… Şiir: 570: Sistem… Kürtçe, Pergel: Sistem… Pergel: Per-Gel… Bir merkezden açılan ve bir merkezde toplanan hayat kanatları; kat kat açılan, katlana katlana toplanan “daire”ler!)

“Her ilim, marifet ve sanat işlerinde, her birinin kendine mahsus dozlarında geçerli olan hakikat şudur: “Bütün hesabı yaptıktan sonra, ya tutar ya tutmaz!”… Bu hususu Muhyiddin-i Arabî Hazretleri tek cümleyle ifâde eder: “Keyfiyetleri Allah’a havale ediniz!”… Gerektiği yerde gerekenin yapılabilmesi için İslâm, ölçü ve ölçülendirmeleri ile “Zıt kutublar arası muvazenenin üstün nizâmıdır!”… MUVAZENE(T)-Ölçmek. Denk olup olmadığını bilmek için tartmak. Düşünmek. İki şeyin vezince birbirine denk olması. Uygunluk. (Derûnu kalbte, basiret, feraset ve sezgide isabet): 504: İBŞAR-Müjdeleme, sevinçli bir habere erme… ADALET-Denkleştirme. Herkese hakkını verme. (En genel ve temel mânâda, Allah’ın topyekûn varlıkta her birine mahsus “Ehadiyet-Bir’lik” sırrı ile görünmesi; insanda O’nu inkâr hürriyeti de dâhil, bunun içinde ve “hak ettiğini alma” ölçüsüne dâhil… “Adalet, mülkün temelidir!”; her çeşit adalet nitelemesi ve mülk nitelemesi için geçerli bu husus, iradi faaliyette bulunan insan cihetinden, bir “sağlanması gereken” ifâde eder. Zıtlar, Allah cihetinden “hakettiğini” alacaktır; nihayetinde, topyekün varlık için geçerli “Halkın –yaratılmışların– dili, Hakk’ın dilidir!” hükmünü, “Hâkimiyet Hakkındır! hükmüne bağlayıcı diyalektiğin olmadığı takdirde, bunu idrak edemediğin takdirde, HAKİMİYET’in hak ve hakikatini de yerine koyamazsın!): 505= 1504: DİKKAT-İncelik, dakik oluş. Ehemmiyet ve kıymet verme. (Firavun Hakimiyeti: Firavun’un Allah’ın mutlak hâkimiyetini bir bedahet idrakıyla bildiği tarihî sahne, eşyanın birbirine dönüşü ilminin “ökült-gizli, büyü” kısmında devrinin en büyük büyücülerinin bir hüner gösterisi hâlinde ipleri yılana çevirmesine mukabil, Musa Aleyhisselâm’ın yere koyduğu asasının büyük bir ejder-azman yılan olarak onların bütün yılanlarını yutması hâdisesidir. Musa Aleyhisselâm’da haşyetten doğan korku, Firavun ve tarafında dehşet verici azamete şâhidlik. “Firavun, Musa Aleyhisselâm’ın o hâlini görünce bildi ki, bu [işler] ondan doğan bir şey değil, O’nun inandığı Yaratıcı’nın O’nu vasıta kılarak gerçekleştirdiğidir”; Firavun’a delil, Musa Aleyhisselâm’ın korkusu oldu ve kendi iktidarının üstünde olan Musa Aleyhisselâm’ın Asasının temsil ettiği Allah’ın hâkimiyetini o ânda –dakiklik ve incelik!– hemen anladı… Bilmem, “hürriyet, hâkimiyet, adalet” gibi içi boşaltılmış kavramları geveleme yerine, onları hâkikatiyle keşfetmek zorunda olduğumuza dair bir misâl oldu mu?.. “Adalet mülkün temelidir”; Mülkün sahibi, “Malik” ismiyle Allah, “bizzat adalet” mânâsıyla 99 güzel isminden biri “Adl”, yine 99 güzel isminden biri “Hakem-Hükmedici” Allah Sevgilisi’nin “zaman ve mekânın O’nun emrine verildiğini” gösteren isimlerinden “Kelâm mülkü” de dahil “Mâlik” ve “Ruhu’l Kıst-Adaletin ruhu, Adil” ismi… “İslâm’da Devlet ve Adalet” sembolü Hazret-i Ömer… BÜYÜK DOĞU’nun kerameti zekâsında Mimarı tarafından devirleri mânâlandıran siyasî tarih süreci ve derken Selçuklu-Osmanlı… Köhnemiş Çınar’ın dibinden sürgün BD-İBDA fidanı… Sonunculara önce sahib çıkmak, sonra muhasebeden geçirerek müsbetleri hâlihazıra, menfilikleri bir daha tecrübe edilmemesi gerekenler sınıfından bilinenlere koymak; bu Berzah, örnek ümmet modeli Sahabîlerden başka bir ideal tanımamakla yakınlaşmak istediği gayeyi bildirenlere, bir kilit noktasıdır!)

“KİNOİT-Adlî: 576: AŞERE-On. On sayısı. “Nokta. Bit, zirve. Sıfır”… Süryanice, ARBACMO-Dörtyüz. (Taht-Kürsî: 400: Te harfinin ebcedi. “Kalb”… Süryanice, Maqbo-Delik. “Abdülhakîm Koltuğunu hatırla”: 54-Dünya Çapında Bir Hâdise… Süryanice, Nuqro-Delik: 267: Muavvezetan-Kur’ân’ın son sûreleri, Felâk ve Nas): 253: DARZUMO-Süryanice, “Gaga” demek. (Rüyâ’da gelen mânâ; “kuş gagasının bir ân yoğunluğunda dudağa benzerliği, topluluk –cem’den– bir işarettir!”… Gaga: Uc. İleri. Son. Arayan)… RAHMAN Sûresi, 19-20. âyetleri: 3166: KİNO-Süryanice, “Adil” demek.”(1)

Yazı dizisi hâlinde yazdıklarımızın genelini şâmil bir mânâyı mündemiç yukarıdaki alıntıyı bir bütün olarak vermekten kasdımız, bir yanda maksadımızı kaynağından göstermesi, diğer yandan da özel ve güzel bir mânâya geçiş imkânı bahşetmesidir. Meselâ “Köhnemiş Çınar’ın dibinden sürgün BD-İBDA fidanı…” sözünü ele alalım. Mukadderata bir atıf olarak okunabilecek olan bu söz, özellikle de “horoz borcu” yazı dizimizin muhtevası açısından da çok anlamlı bir sözdür. Bu söz aynı zamanda, “Cem-i ezdad” mevzuunun mahiyetini göstermesi bakımından da çok kıymetli bir sözdür. “Sonunculara önce sahib çıkmak” ibaresi ve sonrasında söylenenler, en başta, Cumhuriyetin kurucu iradesi “kâfir nefs”in temsilcileri olarak değerlendirilmekte, bununla beraber, aynı zamanda “terbiye edilmesi gereken nefs” mânâsı üzerinden de, devlet-i ebed müddet mânâsına perçinli bir hâle getirilerek, istikbâlimiz şekillendirilmektedir. “Kötüden iyiye doğru” evrilmişliğe alâmet-i fârika olarak!

Bilmek gerekir ki, “Osmanlı sonrası kurulan Cumhuriyet, mukadderat çerçevesinde rıza gösterilen bir devlet olarak değil, bir katlanış olarak kendisine yol verilen bir devlet olarak kuruldu, daha doğrusu kurulmasına göz yumuldu. O günkü şartlarda kurulmasına göz yumulan devlet, o gün bu gündür aslına rücu ettirilmek istenmektedir. Bunca çekilen çilenin başka bir izahı zaten olamaz. Bugün gelinen noktada bu mücadele veya süreç, sanki mecraını bulmuş gibidir. Bu mânâdan olarak, “Millet değil, İllet!” mânâsını mündemiç “(M)İllet İttifakı” karşısında “Cumhur İttifakı” hem isim ve hem de ismin delalet ettiği mânâ itibariyle isabetli bir seçim olmuştur. 15 Temmuz İşgal girişimin geri püskürtülmesinden sonra gelişen hadiseler “Cumhur İttifakı”nı tarih sahnesine çıkardı ve o gün bu gündür bu mânâ, adeta “Gökten gelen bir karar vardır” esprisine de yataklık edici bir mahiyette, Başyücelik Devleti’nin tarih sahnesine çıkışını selâmlıyor. Burada şu şekil bir saptama yapmakta hiçbir mahzur görmeyiz. Meselâ, “kötüden iyiye gelen, iyiden kötüye gidene tercih edilir” esprisi çerçevesinde söylersek, hâlihazırdaki devlet, yani yaklaşık yüz yıldır kendisine katlanılan devlet, “iyiden kötüye doğru giden değil, kötüden iyiye doğru gelen” bir mânâyı vehmettirdiğinden, tercih edilmesi gerekene daha yakın durmaktadır. İBDA Mimarı’nın Reis-i Cumhur hakkında, meâlen, “Zâtiyle değil de, vehmettirdiklerinden dolayı kıymetli!” ifadesi hatırlanmalı! Bu çerçevede denilebilir ki, Reis-i Cumhur’un şahsında “kötüden iyiye doğru evrilen devlet”, merkezinde yine Reis-i Cumhur’un olduğu “Cumhur İttifakı” üzerinden Başyücelik Devleti’ne doğru evrilen bir istikamet kazanmıştır. Bu istikamet nasıl taçlandırılır, onu bilemem! İBDA Mimarı’nın gerek Anayasa Referandumunda “Tavrımız doğrudan evettir!” fiilî desteği, -ki bu destek alenen dillendirilmeseydi kanaatimizce % 50 barajı geçilemeyebilirdi-, sonrasında, Kumandanımızın muhterem zevceleri Hayran Hanım’ın 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde teşekkür ve duyuru mahiyetinde söyledikleri ile hassaten eşinin Reis-i Cumhur hakkında, “Allah muvaffak kılsın” şeklindeki duasını paylaşması çok mânidardır.”(2)

“Hatırlanacağı üzere, İBDA Mimarı 1990’lı yıllarda, 1. Körfez Savaşı vesilesiyle Cuma Dergisi’nde bir röportaj vermiş ve bu röportajda “Şartlar Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorluyor.” demişti. Bana sorarsanız bugün biz bu sözün nusretine şahidlik etmekteyiz. Yine bana sorarsanız, devlet-i ebed müddet mânâsına ram olmuş bir devlet, “Cumhur İttifakı”nın şahsında beka sorunuyla karşı karşıya olunduğunun şuurunda olarak, “fabrika ayarlarına geri dönmek”ten başka çıkar yol kalmadığını görmüş bulunmaktadır. Bunu görmek zorunda kalan bir devletin sevk ve idare edicilerine “Ölüm Odası” bir yol haritası olarak kâfidir. Çok açık söylüyorum, Baran Dergisi’nde yayımlanan “Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe!” isimli yazı, bizzat devlet aklına hitab eden bir yazıdır. Beka sorununun halli noktasında kaleme alınan bu yazı, İBDA Mimarı tarafından “Ölüm Odası”nda çok cömert bir şekilde devlet aklına sunduğu -amiyane tabirle- tüyolar üzerinden kaleme alınmıştır. Söz konusu yazı, İBDA Mimarı’nın “Düşmanın silahıyla silahlanınız” hadîs-i şerifine getirdiği yeni bir yorum üzerinden yazılmıştır. Bunun gibi pek çok tüyo, “Ölüm Odası”nda devlet aklına sunulmuştur. Dikkate alınıp alınmadığı, ayrı mesele! Bana sorarsanız, dikkate alınıp alınmamasından ziyade ne söylediyse düğüm atmış oluyor ve de devlet erki veya aklı, ona göre bilerek veya bilmeyerek kendisine şekil veriyor. “Göklerden gelen bir karar vardır” esprisi sıradan bir slogan değildir! Bu kararın ne olduğu üzerinde düşünmek her vatan evladının aslî görevi olsa gerektir. “Göklerden gelen bir karar vardır” esprisindeki saklı inci, Allah’ın kıyamet öncesi “İstikbal İslâmındır” mânâsı üzerinden Müslümanlara bir hediyesidir. Bu hediyenin mücessem hâlinin Başyücelik Devleti olduğunu bilmeyenlere bildirmeyi bir görev telakki ediyoruz. Bunun böyle olmadığında ısrar etmek beyhude bir çabadır. İBDA Mimarı’nın vakti zamanında söylediği şu söz, dün olduğu gibi bugün de yürürlüktedir, (meâlen): “Bab-ı âli ya İBDA’nın eri olacak veyahut da hizmetçisi!”(3)

İBDA Mimarı daha başka ne demişti: “Gerçek bir Büyük Doğu projesi içinde Ortadoğu’da İsrail diye bir devlete yer yoktur.” Daha daha başka ne demişti: “Allah Amerika’nın aklını başından aldı!” ve “Amerika yıkılacak!” Amenna ve saddakna!

Soru: Amerika ile Türkiye arasında hâlihazırda olup biten neyin ifadesi? 

El cevap: Arzular şelâle! 

Reis-i Cumhur karşıtı ne kadar ipsiz sapsız vatan haini ve işbirlikçi varsa şimdilerde hemen hepsi dolar zengini olmuş gözüküyor. Ama hepsi de Reis-i Cumhur karşıtı! Reis-i Cumhur’un dolara müdahale etme hakkı veya gücü olmayabilir, ama dolar sahiblerine müdahale etme hakkını kullanmasında bir engel var mıdır, yok mudur? Bence cevabı verilmesi gereken başka bir soru da budur.
Bana sorarsanız, bugün dolar üzerinden sürdürülmek istenen ekonomik savaş, 15 Temmuz’da halkın verdiği yetkinin layıkı veçhile yerine getirilememesidir. Bir “kurucu irade” gibi davranıp yerli ve milli olmayan tüm hain ve işbirlikçi taifenin hemen hepsi ertesi gün derdest edilmediği içindir ki bugün dolar merkezli bir sıkıntı doğmuştur. Yine de geç kalınmış sayılmaz. İBDA Mimarı’nın vakti zamanında işaret ettiği Türkiye’deki 3000 ailenin kravatları adamakıllı sıkılsın, kâfi! Fettoş’un palazlandırılması, aslında bu 3000 ailenin muktedirliklerinin devamını sağlamak içindi. Yani Türkiye’deki esas işbirlikçi ve hain taife, Fettoş hainini kendilerine kalkan yapmak isteyenlerin ülkemizdeki kan emici keneleri diyebileceğimiz vesayetçi taifedir. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze varidatlarını her şart altında devam ettirip katmanlaştıranlardır ki, esas hain ve işbirlikçi vesayetçi taifenin onlar olduğuna hükmetmek gerek. 

Reis-i Cumhur’un ekonomik direniş çağrısına cevap vermeyenler teröre destek şöyle dursun, düşman mevzilerine mühimmat taşıyan işbirlikçi ve hain statüsünde değerlendirilmeyi hak ediyor. Öyleyse; derhal terör yuvalarına girilsin ve elebaşları inlerinden alınıp kodese tıkılsın! Mal varlıklarına da tedbir konsun! Ta ki, yurtdışına kaçırdıkları paraları geri getirene kadar da kendilerine gün yüzü veya güneş gösterilmesin!

Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) ile birlikte birçok imparatorluk tarih sahnesinden silinmiştir. Osmanlı İmparatorluğu da bunlardan biri olmuştur. Osmanlı Devleti’nin tasfiyesinden kısa bir zaman sonra dünyada yeni bir düzen kuruldu. Bu düzen İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) ile birlikte yeniden dizayn edildi. Mevcut dünya düzeni kurucuları, İkinci Dünya Savaşı’nın galibleri arasından çıkmıştır. Başı çeken Amerika gözükse de, Yahudi sermayesi ve İngiliz aklının belirleyici olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.  

1945 sonrası pek çok sömürge devlet, Nato şemsiyesi altında sığıntı devlet hâline getirildi. Adına “derin devlet” tabir edilen “gladyo” benzeri çete yapılanmalarına yol verildi. Bu çete yapılanması oluşumların merkezinde ise İngiliz aklı ve Yahudi sermayesinin beslediği ve büyüttüğü Amerika var. Ama gel gör ki dün kurdukları bu düzen bugün sürdürülebilir olmaktan çıktı. Birinci Körfez Savaşı’nda Şehid Saddam’ın duruşu ve sonrasında gelişen hadiseler, meselâ İBDA Mimarı’nın 1991 ve akabinde 1999 yılındaki zuhuru ve bunun da akabinde 11 Eylül senfonyası bu mevzuda belirleyici olmuştur. Uzatmayalım, sadede gelelim ve söyleyeceklerimize kısa yoldan biraz değinelim. Birinci Dünya Savaşında kurulup İkinci Dünya Savaşında tahkim edilen dünya düzeni bugün bizzat kurucuları tarafından tasfiye ediliyor gözükmektedir. Nasreddin Hoca misalinde olduğu gibi, “bir yemek yaptım ben de beğenmedim” durumları… İşin içinde Yahudi varsa, orada kurulan düzen en âla düzen de olsa, yürümez, yürütülemez. Çünkü, Allah’ın lanetlediği bir kavim olmaları hasebiyle, nizamsızlık mayalarında vardır. Dünyanın, özellikle de Batı dünyasının anlaması gereken budur. Neyse. Hâl böyle olunca, dünkü sığıntı devletler, özellikle de sömürge devletlerde kurulan her bir “derin yapı” tasfiye ediliyor, kartlar yeniden karılıyor ve tekrar bir düzen kurulmaya çalışılıyor. Bu durum, Üçüncü Dünya Savaşı şartlarında olduğumuzu gösteriyor.  

Evet, dünkü dünya düzeni tasfiye ediliyor. Önemli bir soru ise şu: Tasfiye edilenin yerine nasıl bir dünya düzeni öngörülüyor? Sakın dünya düzeni diye bir şeye ihtiyaç duyulmayacak bir şekilde lokal, müstakil ve de bağımsız yapılanmalara kapı aralanıyor olmasın. İşte tam da bu nokta zurnanın zırt dediği noktadır. Bu mevzuda ikircikli düşünmek gerekiyor. Birincisi, derin veya zâhir, dünya düzeni bir gerekliliktir. Bu gereklilik hangi ruh ve fikir sistemi üzerinden yerine getirilecektir? Bence bütün dünya bu sorunun cevabını arıyor. Araması da gerekiyor. Evet, daha düne kadar Yahudi sermayesi ve İngiliz aklı ortaklığı istikametinde şekillenen Amerika, bu işi tek başına kotarıyordu. Ama artık kotaramıyor. İkincisi ise şu: Dünkü dünya düzeni sahibleri yine dünkü muktedir pozisyonlarını kaybedince kendi düzenlerini bizzat tasfiye ederek yine kendileri yeni bir dünya düzeni kurmak istiyorlar. Kim bilir, Yahudi sermayesinin şuur altına inerek, onlara istediklerini de vererek, yani dünyadan Arz-ı Mevud pastasını onlara hibe ederek, diğer bir ifadeyle de düzen bozucu olarak görülen “lanetli” Yahudi’den kurtulmak için onları kusarak, yeni bir dünya düzeni kurmak istiyor olabilirler. Bence önce bunu görmek gerekiyor. Bu çerçevede bir okuma yapmak icab ettiğinde ortaya şu şekilde bir manzara çıkmaktadır: 

Daha düne kadar derinden iş kotaranlar, artık kendilerini daha fazla saklayamadıklarından, açıktan iş kotarma üzerinden hesap yapıyorlar. Artık saklanma ihtiyacı duymadıklarından mıdır, yoksa saklanamayacak duruma geldiklerinden midir nedir bilinmez, -ki ben, saklanamayacak duruma geldiklerini düşünenlerdenim, çünkü “Hak geldi batıl zail oldu” ve “Aslan meclise geldi!” durumları söz konusu!-, ama derin yapılarını gün yüzüne çıkarıp açıktan bir düzen kurmayı, yani dünkü eşkıyanın işadamı modunda ticaret yapmaya çalışmasında olduğu gibi bir yapılanmaya gidiyor olabilirler. Tam bu noktada bizim de söyleyeceklerimiz var. Meselâ İBDA Mimarı, zamanımızın ruhunu dillendirirken, mealen, “bâtının zahire çıktığı bir devirde yaşıyoruz” der. Demek istemem o ki, hâlihazırda “olan”, “olması gereken”dir. Can alıcı soru ise şudur: “Olması gereken” neye göre “olması gereken” olacak? Yine İBDA Mimarı’nın Haliç Kongre merkezinde verdiği “Adalet Mutlak’a” Konferansında söylediği: “Yeni dünya düzeni kurulacaksa, biz de diyoruz ki, buradan başlasın!” Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi, “bâtının zahire çıktığı bir ruh ve fikir sistemidir”, bu da ayrı mesele!

Bütün bunları niçin anlatma ihtiyacı duyduk. Anlatılanlardan alınacak dersler: Kâfire karşı savaşanlarla birlik olmazsan, sana karşı savaşanlar kâfirle birlik olur! Mezopotamya ve Ortadoğu coğrafyasında olup bitenlere bakmak yeter.

15 Temmuz işgal girişiminde bulunan işbirlikçi ve hain tipler tek tek toplandı ve kodese kondu! Aynı şekilde, ekonomik darbede rol alanlar da aynı akıbeti paylaşmalı ve tek tek toplanıp kodese konulmalı!
Azgınların azgınlıklarını gizleyemez duruma gelmeleri hayra alamettir. Çanlar Yuda nesebi için çalıyor! “İstikbal İslâmındır!” mânâsına yataklık eden ve “Nakşi sırrıdır kavgam!” diyen büyük ve güzel insana selâm olsun! Şehidler ölmez!

Son söz: Liberal serbest piyasa ekonomisini topyekûn dünya insanına dayatan demokrasi havarileri, demokrasinin ırzına geçtikleri yetmezmiş gibi, şimdi de serbest piyasa ekonomisinin ırzına geçmiş bulunmaktadırlar. Bizim için no problem! Biz zaten her ikisinin de gelmişini ve geçmişini cehennemlik bilmişiz. Sıkıntı yok yani. Sıkıntı şu ki, Yahudi sermayesi ve İngiliz aklı istikametinde şekillenen “hantal fil” Amerika, kendilerini yeryüzü ilahı olarak gören Yuda nesebinin maskarası olmuş da haberleri yok! Yok dediğime bakmayın siz, aslında bütün putçuların acı ve biber kadar gerçek akıbetleri o dur ki, her defasında yaptıkları putu acıkınca yemişlerdir. Cahiliye döneminden daha cahil oldukları şuradan bellidir ki, cahiliye dönemi Arapları putlarını helvadan yapıyorlar ve acıkınca da yiyebiliyorlardı! Bizzat kendilerini putlaştıran Yuda nesebinin yiyeceği yine bizzat kendileri olduğunu hep birlikte göreceğiz!

Evet; “sözün ve kalemin efendisi”nin dediği veçhile, “Bâtının zâhire çıktığı bir devirde yaşıyoruz” ve Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi, “Bâtının zâhire çıktığı bir ruh ve fikir sistemidir.” Başyücelik Devleti’nin ne mânâ ifade ettiğini ve niçin acil olarak bu topraklarda inşa edilmesi gerektiğini bir de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
 
Dipnotlar:
1-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-her-hafta-kontrol-227-h3292.html
2-http://www.barandergisi.net/nefs-muhasebemize-dair-guncel-bir-degerlendirme-makale,2227.html
3-http://www.barandergisi.net/nefs-muhasebemize-dair-guncel-bir-degerlendirme-makale,2227.html

Baran Dergisi 605. Sayı