Nihaî savaşın ayak sesleri… İslâm coğrafyasının işgalden kurtuluşunun ve kurtarılışının doğum sancıları… Filistin başta olmak üzere Suriye, Irak, Mısır, Libya ve Somali’den zafer müjdeleri geliyor. Ümmetin üstüne atılan ölü toprağının bir çırpıda silkinip atıldığına dair muhteşem müjdeler Müslüman zihinlerin ‘idrak’ dünyasında aksülamel buluyor. Ve içteki hain, içteki korkak, içteki fikir düzenbazı ve içteki sahte ‘Müslüman’, ‘hakiki ve derin mü’minler’ tarafından derdest ediliyor. Ve ümmet savaşıyor; iffeti için, şerefi ve haysiyeti için, vatanı ve namusu için, dini ve ahireti için… Evet, ümmet savaşıyor, hem de düşmanın hiç beklemediği bir zamanda, hiç beklemediği yerden ve hiç beklemediği anda cevap vererek… Ümmet savaşıyor. Savaşmayıp kaçan ise ‘düşmanına yaranmak ve kendine menfaat devşirebilmek’ adına Mütefekkirin deyişiyle ‘fistan giysin dolaşsın’ durumuna düşüyor. Ümmet, artık, kimin hain, kimin samimi, kimin işbirlikçi, kimin çıkarcı olduğunu çok iyi biliyor. Ve bu çıfıtlarla hesabın çetin olacağı o gün için ‘yerin göğün şahitliğinde’ ve ‘şehit ve gazilerin bereketinde’ gün sayıyor… Salih Mirzabeyoğlu Davası, Ayasofya’nın Açılması ve Filistin Meselesi bu manada bir turnusol kâğıdı vazifesi görüyor. Üçünün de özgürlüğü ümmetin özgürlüğü demek, üçünün de esareti ümmetin esareti demek…

 Bu çerçevede; Salih Mirzabeyoğlu’nun özgürlüğü konusunda ortaya çıkan mühim hareketlilik ve beklenti ile Ayasofya’nın açılması noktasında yaşanan heyecan ve artık durdurulamaz bir yangın haline dönen heyecan arasında fazlaca bir fark yoktur. Yine bir ayniyetin iki kanadı misali ‘İsrail Çetesi’nin Filistin’i boşaltması anlamına gelen “GERÇEK BİR BÜYÜK DOĞU PROJESİNDE İSRAİL DİYE BİR DEVLETE YER YOKTUR” hükmünün pratikte yansıması olan son İsrail saldırıları karşısında Hamas’ın zaferlerle taçlandığı muhteşem savaş pratiği yaşananların nasıl bir ‘EL’ tarafından organize edildiğini göstermesi açısından mühimdir.

Son İsrail saldırıları ‘yaşanılan onca Filistinli kayba rağmen’ göstermiştir ki; ABD bitmiş, Yahudi Ortadoğu’da terk edilmiş, Siyonizm ve Yahudi ‘arzı- mevud’ ideali ideolojik olarak iflas etmiş ve İsrail Devlet olarak otoritesini yitirmiştir. Çanlar artık İsrail için çalmaktadır. Ve çöküş çok hızlı bir şekilde ilerleyecek topyekûn Filistin toprakları Yahudilerden arındırılmadan da durmayacaktır.

Devlet-i Ali Osmaniye’yi tasfiyeye memur İttihatçı yosmaların ve yine emperyalistlerle işbirliği halinde Filistin’de bir YAHUDİ DEVLETİ kurma peşinde olan Siyonistlerin desteği ile bugünlere gelen Yahudi için artık hesap verme vakti gelmiştir. Mevzuun adalet hissine bakan yönünü Hz. Ali’ye aid olduğu iddia edilen bir sözle hem içteki haine hem de dıştaki düşmana hatırlatalım; “Mazlumun öç alma günü, zalimin zulmettiği günden daha korkunçtur!”

Tarih 1918 ve henüz Devlet-i Ali Osmaniye Kudüs’ten çekilmeye maruz bırakılmış. Yahudi sayısı toplam nüfusun % 4’ü, 1948 öncesi İngiliz mandası bitmek üzere Yahudi nüfusu toplam nüfusun % 14’ü, 1948 sonrası % 73, 1967 İsrail işgalinin artık dur durak bilmediği zamandan sonra % 84’ü… Bütün bu süreç boyunca; milyonlara varan Filistinlinin ölümü ve yaralanması, tecavüzler, göçler, sürgünler, tutuklamalar, işkenceler, mülk ve servet yağmalamaları korkunç boyutta. Kelimeler izahta yetersiz.

Zulüm böyle bir şey, işgal böyle bir şey, işkence böyle bir şey, sömürü böyle bir şey…


EL-KASSAM’DAN RAMAZAN ÇOŞKUSU

Yıl 2014, aylardan temmuz. Mütefekkir’den öğrendiğimiz veçhile “Ağustos; başlama başlangıç, zafer ayı”na günler var. Ve Filistin’de El-Kassam Füzeleri ümmete sevinç, Yahudi’ye korku saçıyor… Çıfıt Yahudi elindeki onca güce, iktidara, teknoloji ve sanayi desteğine rağmen onlarca yıldır abluka altına aldığı, açık cezaevine dönüştürdüğü, içlerinde gıda ve ilaçta olmak üzere katı bir ambargo uyguladığı Gazze’ye giremedi. Giremediği gibi kundaktaki bebeklerden, evde iftar sofrasına oturmuş kadın ve çocuklardan başkasını ise öldüremedi. Gözü dönmüş katil sürüleri Gazze’ye girip birkaç gün içinde ‘işlerini’ bitireceklerini zannediyorlardı. Ancak tam tersi oldu; ve İsrail’in işinin bittiği, çöktüğü, güç ve iktidar savaşını moral cephesinde kaybetmeye başladığı, o büyük hantal yapısının ve şehirlerin üzerine kurduğu ‘teknolojik zırh’ların gecekondu yapımı füzelere bile dayanamadığı falan hep ortaya çıktı. Ve çıfıt Yahudi ağlamaya başladı. Uluslararası arenada kendi devşirdiği işbirlikçileri devreye sokarak barış-anlaşma-ateşkes gibi olguların yeniden görüşülmesi gerektiğini dillendirmeye çalıştı. Ancak ok bir kez yaydan çıkmış, Yahudi’nin acziyeti deşifre olmuş ve İslâm’ın zafer sancağı dalgalanmaya başlanmıştı. Artık geri dönüş olmazdı. İsrail’in kendi yaktığı ateşte kendi kavrulmaya başlamasına ve 100’e yakın İsrailli asker gebermesine rağmen çıfıt Yahudi Müslümanlara moral coşku ve sevinç olmasın diye haber 15-20 ile geçiştirdi. Ancak El-Kassam Füzelerinin düştüğü yerlerde çekilen fotolar İsrail Tv’lerinde yayınlanmaya başladığında PILINI PIRTISINI HAZIRLAYIP BİR AN ÖNCE KAÇMAYI DÜŞÜNEN İSRAİLLİLER TELAVİV HAVA ALANINA AKIN ETTİLER. Panik öylesine kapladı ki bütün ülkeyi, İsrail Kanal10 tv’si ‘Bütün şehirlerimize Filistin’den atılan füzeler yağıyor’ demek zorunda kaldı.

Bu daha başlangıç… Ümmetin zafer naraları arttıkça, Ümmetin kısas birlikleri ‘İSRAİL ÇETESİ’nin işgal ettiği Filistin’e girdikçe bu kaçış ve göç inanılmaz bir hızda devam edecek. Kaçamayanlar ya Kızıldeniz’de murdar olup gidecekler yahud Filistinli Akıncıların kılıçlarına boyunları uzatıp eman dileyecekler.

Ve Ümmetin Birliği noktasında “gerçek bir Büyük Doğu projesinde İsrail diye bir devlete yer yoktur” (S.M) gibi bir hedef tayinin ‘birleştirici tutkal vazifesi’ görüşüne ilginç bir misal; ‘Muhammed Hudeyr Tugayları’ Lübnan’dan İsrail’e füzeler atarak İsrail’e adalet getirme operasyonuna nazik bir giriş yaptı. Ve En-Nusra. Suriye’de Esed rejimine ve aynı zamanda emperyalizme karşı mücadele eden En-Nusra, kısa zaman içerisinde İsrail’e karşı operasyona başlayacağını ilan etti. Ve birçok ülkede birçok grup -buna Türkiye de dâhil- ‘Artık hiçbir Müslüman katili Siyonist ve destekçisi kendini güvende hissetmesin. Hedefimizdir.’ diyerek Filistin mücadelesine desteklerini ilan ettiler.

Hatırlatma; İzzeddin El Kassam, sufî tarikat ve önderlerinden. Baba Abdulkadir El Kassam Takva ve fazileti ile meşhur, tasavvuf ilmi ile hemhal ve aynı zamanda Şazeli tarikatı Şeyhi. Baba Abdulkadir El Kassam’dan sonra yerine geçen kişi İzzeddin El- Kassam ve ‘Edhemi’ bögesinin Şazeli şeyhi. El-Kassam birlikleri bu zattan mülhem oluşturulmuş. Nihayetinde İzzettin El-Kassam İngiliz Emperyalizmine karşı verdiği silahlı mücadele sonucu 1935’te şehid olmuştur.

Sufî hareketleri ‘tembellik üniteleri’ gibi gösterip propaganda etmek ve yine aynı sufî hareketleri bunu isbat edercesine ‘tembellik üniteleri’ haline getirmeye gayret etmek hem Yahudi hem İngiliz emperyalistlerin yüzyılın üstünde sergiledikleri bir oyun ve programın neticesidir. Oysa günümüzde dâhi (Irak’ta bilhassa son günlerde varlığını ve gücünü iyiden iyiye hissettiren Nakşibendî Ordusu) savaşmakta, şeriat için silahlı mücadele yürütmektedirler.

Yine son yüzyılda Suriye’nin Fransız işgal ve sömürüsünden kurtarılmasına dönük verdikleri mücadele de tarikatların ve liderlerin rolü tartışılmaz. Ve bugün lafta anti emperyalizm bayrağını ellerinden bırakmayan solcuların şaşkınlıkla seyrettiği muhteşem bir antiemperyalist direnişi gerçekleştirmişlerdir. Şeyh Muhammed Salih Hatip (Kadiri), Nakşibendî Şeyhi Muhammed Eşmer, Şeyh Ebu’l Yusr Abidin (Nakşibendi) bunlardan sadece bir kaçıdır. Senusi tarikatı mensubu Ömer Muhtarı ve Çeçenyanın destansı lideri Nakşibendî Şeyh Şamili biliyoruz zaten. Dolayısıyla El-Kassam birliklerinin ne manaya geldiği, nasıl bir terbiyeden geçtikleri iyice görülmelidir.


Nihai olarak;

İsrail Gazze’ye kara ve hava saldırısı başlatmadan önce tüm dünyadaki Yahudilere İsrail’e gelip savaşmaları için çağrı yaptı. Her ülkeden birçok kişi çeşitli ulaşım araçlarını kullanarak Filistinli öldürmeye Filistin’e gittiler. Bunların başında Türkiye Siyonistleri de var. Onlar da hemen uçaklara doluşmaya başladı. Ancak soysal medyada olayların duyulması ardından daha çok güvenlik gerekçeli uçuşların bir kısmı iptal edildi. Ama bu bir şeyi değiştirmedi. Bir günde 8 uçak dolusu katil, Filistin’e Müslüman öldürmek, Filistinlileri katletmek, işkence etmek, evlerini yıkmak ve yağmalamak için gidebiliyordu. Ve bunlar Müslüman memleketinde yaşıyorlardı ve Müslüman olan bizlerin sırtından geçinip gözümüzün içine baka baka kardeşlerimize kurşun sıkacaklardı. Evet, madem bu Çıfıtların gayesi Müslümanlarla savaşmak; BİZ HAZIRIZ, ONLAR DA HAZIR OLSUN.

Bu ülkenin hâkimi kimdir? Bunda en büyük sembol Ayasofya’dır. Cami ise Müslümanlar, değilse Batı ve Yahudi. Bugün bu ülkenin uçaklarına binerek Müslüman katletmeye gidenler acaba ne demek istiyorlar? Açık değil mi: ‘Bu ülkenin hakimi biziz, dilediğimiz aman öldürür, dilediğimiz zaman yakar, dilediğimiz zaman tecavüz eder, dilediğimiz kadar sömürürüz.’ Kısmen haklılık (!) payları da yok değil: Emperyalizmin kucağında oturduğu sürece bu ülke bu böceklerden kurtulamaz. 

Evet, Ayasofya bugün cami değilse esir olduğumuzun, boynumuza bir zincir takıldığının, gözlerimizin Yahudi büyüsü (kültür emperyalizmi) ile körleştirildiğinin ilanıdır. Bu çerçevede Ayasofya açılmadan, Salih Mirzabeyoğlu özgürleşmeden Filistin kurtarılamaz. Kumandan'ın deyişiyle “Senaryosunu Büyük Doğu-İbda’nın yazdığı inkılâb davasına nisbetle Ayasofya, bir remz, bir kurtuluş remzidir... Mânâda böyle bir mekân!..” (Tilki Günlüğü-3,166)

Her üç meselede de güzel gelişmeler ve müjdeli haberler var.

Ve son cümlemiz; İsrail kendi Sağlık Bakanlığı’nın açıklaması ile teyid ettiği bir bilgi Kısas tatbikinin hangi çetinlikte ve şartlar da gerçekleşeceğinin de işaretlerini vermekte. Gelen bilgiler İsrail’in ‘pudra’ adını verdiği kimyasal bir silah kullandığı yönünde; bu silah, 3 – 5 metre yanına düştüğü kişin bacağını eriterek koparabiliyor, vücudunu eritebiliyor. Bakanlığın açıklaması da zaten bu yönde. Dileğimiz ve duamız her daim ağzımızda; YA RABBİ BİZİ İNTİKAMINA MEMUR ET.



Baran Dergisi 392. Sayı...