Sözün başı; Gülen örgütü ve elebaşı her ne kadar dini motifler taşıyor olsa da gaye ve sadakatte İslâm dışı zümreler lehine hareket etmekte ve kaptanlığını yürütmeye koyuldukları ‘cemaat-camia’ gemisini İslâm Düşmanı zümrelerin limanlarına demirletmekte bir beis görmemektedir. Bu açıdan ‘amiral’ hüviyetine denk düşecek şekilde tabanı “dinî-siyasî hipnoz” manasına ezoterik hissî iklimde sömürüp istismar etmeye, peşlerinden sürükledikleri on binlerce insanı hem itikadî hem de amelî iflasa götürmeye devam etmektedirler. Baştan beridir tartışılan mevzu ranttır-menfaattir-çıkardır. Dinî bazı söylemler, bilhassa ‘haram lokma yemedim’ tarzı ifadeler bir süs ve muhatabında vicdanî heyecan uyandırma gayeli lafazanlıklardır. 

F.G çetesi nezaretle (5 yıldızlı, naklen yayınlı, yer döşemeli ve kuş sütü eksik sofralı) ve kendi kurdukları F-Tipi ve T-Tipi cezaevlerine tıkıldıkça hemen analarını ekranların önüne çıkartıp, gözyaşı edebiyatı yaparak merhamet dilenciliğine soyundular. Onların anası anaydı da, canlarına kıydıkları binlerce gencin, keyif içerisinde işkence ederken kolunu başını sakat bıraktıkları binlerce gencin, haksız yere hapse attıkları on binlerce masumun anaları ana değil miydi? O analardan hangisini bunların anası bacısı yahut o çook BÜYÜKleri gibi ağlar sızlar gördünüz? Yok yahut çok nadir değil mi? Oysa bunlar, ekranlardan düşürmüyorlar analarını- bacılarını…

Yazımızın ana muhtevasına gelince;

Gözlerden kaçırılan bir şey var; F.G sanki AKP ile karşılıklı bir sürtüşme yaşıyor da bütün mesele oradan kaynaklanıyor. Hani aralarında uzlaşma olursa yahut karşılıklı anlaşırlarsa olay bitecekmiş gibi. F.G ve Çetesi meselesi bu kadar basit değildir. O sadece siyasî değil dinî, ilmî ve hukukî bir meseledir. Bugün aynı çetenin var olduğu tarihten itibaren ülkemizde yaşattığı dinî, ilmî ve hukukî cinayetlerin haddi hesabı yoktur. Temel gaye ise İslâm’ın dirilişinin, Anadolu merkezli devlet olarak temsil edilişinin önüne geçmektir. Ve yine "dinler arası diyalog" safsataları ve Vatikan Paralelinde ikinci bin yılın hizmetkârı olarak kendilerini çetebaşları vasıtası ile ilan edişleri meselenin aslında nerelere kadar gittiğini göstermesi açısından ayrıca başa alınması gereken bir mevzu. 

Biz bu yazımızda dergimize koyabileceğimiz kadar F.G ve Çetesinin hukuk cinayetlerine değineceğiz. Burada yanlış anlaşılmaması gereken mevzu şu ki; F.G ve Çetesi Müslümanlara yapılan zulmün asıl sebebi ve mümessili değil, belki sadece taşeronu olmaları hasebiyle hedefimizdir. Asıl hedef yanında bu –taşeron örgüt- gölge hükmünde...

1990’lı yıllar. Paralelci polisler o gün Müslümanlara işkence ederek "prim" yapma derdinde. Kemalistlerden daha hain, Kemalistlerden daha işbirlikçi. 90'lı yıllar Müslümanlara düşman zümreler işkencede yarışırken bunlar da fail olarak işin içinde. Sol anlayışa sahip polisler bile daha merhametli ve vicdanlı iken, bunlar tam hain ve iftiracı… O dönem içeri alınan bir çok Müslümana atılan iftiranın başında bu çete gelirken aynı zamanda gazeteleri Zaman adlı paçavra da bire bin katıp bu iftiraları kamuoyuna duyurmaya çalışıyordu. 

1997’de 28 Şubat darbecileriyle yaptıkları işbirliği ve bunun neticesi binlerce Müslümanın tutuklanışına ve on binlercesinin işini kaybedişine ortak oluş. Sonra çeşitli hilebazlıklarla –soru çalma, torpil, adam kayırma ve muhatabın hakkında yalan ve iftira ile suç oluşturma- yolu ile bu kadrolara yerleşme. Cinayetler ardı sıra; hak hukuk hikâye. Ve ilerleyen zaman. 

2007 Yılında bir gecekondunun çatısında bulunan el bombaları ile başlayan Ergenekon operasyonu ve hemen akabinde Balyoz ve Fenerbahçe ile başlayan şike operasyonları, sonrasında İzmir’de başlayan casusluk operasyonu ve Hava Kuvvetleri'nde Bilvanis operasyonu, 2010 yılı referandumu sonucu ele geçirilen ve hali hazırda bir çıkmaz sokağa dönen HSYK kadrolaşması, cemaatin kamuoyunda dikkat çekmek, itibar kazanmak için yaptığı operasyonlardı. Bunu yaparken hem anti emperyalist unsurlar hem de yerleşik darbeciler devre dışı bırakılmaya çalışılıyordu… Bu operasyonlar ABD-İsrail-İngiliz güdümüne girecek bir yapıya dönüşmesi zaruret addettiğinden kesintisiz ve yüksek özgüvenle sürdürüldü. 

Nihayetinde Oslo Görüşmelerinin dışarıya sızdırılması ve akabinde çözüm sürecinin oluşmaması için başlayan KCK operasyonları, 2012'deki 7 Şubat MİT operasyonu, 2013 Mayısında başlayan Gezi Olayları, dershane tartışmaları ve sonrasında gelen 17-25 Aralık yargı yolu ile darbe girişimi, Yayın yönetmenimiz Kazım Albayrak ve Yakup Köse gibi gönüldaşların da içinde bulunduğu 33 Müslümana yekûnda 218 yıl mahkûmiyet verilmesi, Adana’da Mit Tırlarının durdurulması, binlerce kişinin Paralel örgüt tarafında dinlenilmesi vs hep başlığımıza matuf Hukuk cinayetlerine birer örnektir. Ancak biz sadece dergi içeriğimizin yoğunluğu sebebi ile bir kaçına değineceğiz.

Sadi Efendi Davası

Başbakan Erdoğan’ın dile getirdiği bir husus var ki, mevzuun hangi kökten gelerek nasıl ilerlediğini göstermesi açısından mühim. Başbakan Erdoğan anlatıyor; "Bu Pesilvanya'daki zat gençliğinde, Erzurum'da bu çok önemli, bilmeyebilirsiniz, öğrenmekte fayda var, Erzurum'da Alvarlı Efe Hazretlerinin medresesine gidip geliyor, kendi yazdığı kitapta, Alvarlı Efe'nin torunu olan Sadi Hoca'dan ders aldığını, Sadi Hoca'nın tecrübesiz ve bilgisiz olduğunu aralarındaki anlaşmazlık nedeniyle medreseden ayrıldığını söylüyor. Bir taraftan Sadi Hoca'dan ders aldığını söylüyor, diğer taraftan da bilgisiz olduğunu söylüyor. Bir gazeteci hanım kardeşimiz, Alvarlı Efe Hazretlerinin torunu, Nakip Efendi'ye ulaşıyor, işin aslını soruyor. Nakip efendi, bu gazeteci kardeşimize meselenin, aslını anlatmış: Bir gün medreseye jandarmalar geliyor. Sadi efendinin kollarına, kelepçe takıyor. Gürcükapı'daki karakola götürüyorlar. Erzurum ayağa kalkıyor. Halk Gürcükapı'daki karakolun önüne yığılıyor. Erzurum'da adeta kıyamet kopuyor. Kısa süre sonra hadise anlaşılıyor. Sadi Efendi’den şikayetçi olan genç, Pensilvanya’daki zat, biliyor musunuz? Jandarmaya gitmiş, 'Sadi Efendi Atatürk aleyhinde konuşuyor' diye şikâyette bulunmuş ve bu yalanla da Sadi Efendi'yi tutuklattırmış. Görüyorsunuz değil mi, takiyyenin, yalanın, fitnenin ne zaman başladığını.”

Hemen akabinde Gülen Örgütü’nde panik havası oluşup karşı fikirler beyan edilince, Erdoğan’ın beyanı birinci ağızdan bir daha doğrulanıyor ve terör örgütü başının bir kez daha yüzü ifşa ediliyor. İşte birinci ağızdan bahsedilen hadisenin doğruluğunun teyidi: “Erzurumlu âlim Alvarlı Efe Hazretlerinin torunlarından Nakip Mazlumoğlu, "Ağabeyime olan hadise, Fethullah efendinin o günkü tutumu onun gençliğine mi mal edilir yoksa zihniyetine mi kafa yapısına mı? 'Ne etmiş?' Gürcü Kapı Karakolu vardı. Şikâyet etmiş. Demiş ki 'Hoca Atatürk'ün aleyhinde konuşuyor. Tabii polis gelip medreseden alıp götürmüştü" dedi.(Yeni Şafak, 24.03.2014)


Risale-i Nur Talebesi Tahşiyeciler Grubu Davası

Fethullah Gülen hareketine muhalif duruşu ile bilinen Nurcuların Tahşiyeciler Grubunun Lideri Risale-i Nur talebesi Mehmet Doğan, Gülen'in hedef göstermesiyle paralel kumpasla tutuklandı, 17 ay hapis yattı. Fethullah Gülen'in 6 Nisan 2009'da herkul.org sitesinde Tahşiyecilerden olumsuz ifadelerle söz etmesi üzerine operasyon başladı. Gülen'in açıklamalarının hemen ardından Bugün Gazetesi yazarı Nuh Gönültaş ve sonra da Samanyolu TV'nin Tek Türkiye adlı dizisinde Tahşiyeciler hedef gösterildi. Gruba yönelik kara propaganda sürecinin ardından İstanbul Emniyet'i, Mehmet Doğan başta olmak üzere Tahşiyeciler Grubu'nun önde gelenlerini teknik takibe aldı. Tahşiyecilere 21 Ocak 2010'da operasyon yapıldı. Mehmet Doğan ile birlikte 10 arkadaşı tutuklandı. Cemaatin sohbet evinde el bombası bulunduğu iddia edildi, ama bombaların üzerinden polislerin parmak izi çıktı. Tahşiyecilere göre bu bulgu, bombayı eve paralelci polislerin yerleştirdiğini ispatı. İki hukuk profesörü bombaların bulunduğu aramaların hukuksuz olduğunu rapor etti ve aramalardan elde edilen delillerin ceza muhakemesinde kullanılamayacağını kaydetti. Raporda Prof. Dr. Adem Sözüer ve Doç. Dr. Mahmut Koca'nın imzası var. Raporda, grubun dinî ve siyasî söylemlerinin tehlikeli olduğu ve gelecekte bir terör örgütü olabilecekleri tahminine dayalı olarak kişilerin yargılanmasının ifade ve örgütlenme özgürlüğünün ihlali anlamına geldiği belirtildi. Mehmet Doğan 17 ay sonra tahliye olsa da hakkındaki yargılama halen devam ediyor. Doğuda "Molla Muhammed" olarak anılan Mehmet Doğan, Fethullah Gülen'in çeşitli fikirlerine karşı çıkışı ile bilinen bir emekli imam. Doğan, özellikle dinler arası diyalog olarak adlandırılan uluslararası projelere muhalefetiyle tanınıyor. Paralel yapı, sırf bu muhalif kimliğinden ötürü Tahşiyecileri bir hukuk cinayetiyle mağdur etti.


Hanefi Avcı Davası

“Cemaat ilerde yapacağı operasyonlarda Emniyet içinden kendisine karşı çıkabilecek kişileri teker teker harcamakla işe başladı. Sahte ihbarlar ve komplo teorileriyle emniyet müdürlerini devre dışı bıraktılar. Ben buna itiraz edince de kurban ettiler. (…) Kitabı yazarken bunların başıma geleceğini tahmin ediyor ama geçmişime güveniyordum. Yalnız bu kadar sahte suçların yüklenebileceğini tahmin etmemiştim. Devrimci Karargâh davasında hakkımdaki telefon konuşmalarını kaydetmişler. Dinlediğinizde görüyorsunuz, hiç biri beni tanımıyor. Sadece Mersin'den tanıdığım, gençliğinde Kurtuluşçu olan, sonra bu işleri bırakmış, vakti zamanında benim sorguladığım ve sonra arkadaş olduğumuz Necdet Kılıç'la konuşmalarımız var. Bir de beraber fotoğrafımız. O fotoğraftan hareketle beni "örgüte yardım etmekle" suçladılar. Mahkûmiyetime ilişkin kararın mahkeme heyeti tarafından yazıldığına inanmıyorum.” (Habertürk,16.06.2014)


Hrant Dink Davası

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın paralel örgüt hakkında yürüttüğü soruşturmada gazeteci Hrant Dink cinayetinin de mercek altına alınması talimatı bu grupta paniğe neden oldu. Dink suikastının yaşandığı dönemde Emniyet İstihbarat’ın başında olan ve paralel yapıya yakın olduğu öne sürülen polis şefi Ramazan Akyürek’in cinayeti aydınlatacak bazı emareler ile log kayıtların silinmesi talimatı verdiği gündeme gelmişti. Yollar paralele çıkıyor. Davanın sanığı polis eski muhbiri Erhan Tuncel de cinayetin perde arkasına ulaşılmasında en önemli adımlardan birinin Akyürek ve ekibi olduğunu işaret etmişti. Yine emniyet eski müdürü Hanefi Avcı da “Cemaat, Dink, Danıştay, Malatya cinayetleri gibi olayları kendi lehine kullandı” demişti. 

Yedi yıldır devam eden Hrant Dink soruşturmasına şimdi İstanbul savcısı Hasan Yılmaz bakıyor. Yılmaz, geçtiğimiz günlerde Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun’un da aralarında yer aldığı pek çok kişinin ifadesine başvurdu. Dink soruşturmasını ilk olarak paralel yapıya yakın savcı Fikret Seçen ve bir başka savcı Selim Berna Altay yürütmüştü. Soruşturma daha sonra 25 Aralık yargı darbesinin baş aktörü savcı Muammer Akkaş’a aktarılmıştı. Akkaş’ın “usulsüz soruşturma yürüttüğü”nün tespit edilmesinin ardından dosya savcı Murat İnam’a verilmişti. Özel yetkilerin kaldırılması sonrası dosya İnam’dan da alınmıştı. Emniyette 2009 yılında kullanıcı işlemleri kayıtlarını usulsüz sildiği ve sızdırdığı gerekçesiyle açığa alınan Ramazan Akyürek hakkında hiçbir işlem yapılmaması da dikkat çekmişti. 

Ve dikkat çeken bir başka ayrıntı o dönem, Akyürek hakkında “Dink cinayetinde delil karartma ve görevi ihmal” iddiasıyla işlem yapılması beklenirken paralel savcı Akkaş’ın 3 yıl hiçbir işlem yapmadığının ortaya çıkmasıydı. Dava şimdi kaldığı yerden devam edecek.


Salih Mirzabeyoğlu Davası

F.Gülen ve çetesinin Kumandan'ın davasında doğrudan olmasa bile müdahil olma ve rol alma açısından ilişkisi olduğu bilgimiz dışında değildi zaten. Kaldı ki, bu zümrenin yapıp etmeleri sadece bu kısım ile sınırlı da değil. Bu sebeple bu habere ehemmiyet vermekle beraber F.G çetesi de dâhil olmak üzere yerli ve küresel bütün suçluları GERÇEK HUKUK MAHKEMELERİNİN VE HAKİKİ HÂKİMLERİN önünde yargılanmalarını sağlayacağımızı bilmelerini isteriz.

Gelelim F.G ve çetesinin Salih Mirzabeyoğlu davası ile olan ilgisine.

A Haber Tv’de Zeynep Bayramoğlu'nun sunduğu Kadraj programında yazar Latif Erdoğan ilginç bir iddiada bulundu. Salih Mirzabeyoğlu'nun tutuklanmasının 'paralel yapı' işi olabileceğini iddia eden Erdoğan, "Fethullah Gülen, Salih Mirzabeyoğlu'nun kendisine suikast düzenleyeceğini düşünüyordu" dedi.

Latif Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: "Fethullah Gülen, Salih Mirzabeyoğlu'nun kendisine suikast düzenleyeceğini düşünüyordu. Bu bilginin kendisine emniyetten geldiğinin ifade ediyordu. Eğer bunlar doğruysa Salih Mirzabeyoğlu'nun tutuklanması da paralel yapının işi olabilir. Çünkü o dönemde İBDA-C'nin çıkardığı dergilerde "Fethullah'ın copları" isimli yazılar yayınlanıyordu. Hatta bu yazılarda cemaatten polislerin kendilerine yaptıkları işkenceler anlatılıyordu." (Sabah)

Ayrıca Latif Erdoğan Gülen’le ilgili oldukça dikkat çekici bir anekdotu var ki, konumuzla ilgisi açısından oldukça mühim. Özetle hep korkak, hep kaçkın, hep terk eden… Latif Erdoğan anlatıyor:

"Dinleme meselesi kendi boyutlarını çok aşmış, ahlâksızca hatta şerefsizce bir boyut almış vaziyette. Bu yapı beni de dinledi. Düşünün kırk beş yıllık yol arkadaşını dinleyen biri kime ne yapmaz? Dinleme işini yapanlar da bir emirle yaptılar. Gülen'in en güzel yaptığı şey kaçmaktır. Cemaatini yüzüstü bırakıp kaçtı. Bir misal anlatayım: 1975'te Edremit'te bir kampa gittik, başımızda Gülen var. Jandarma gelip kampı bastı, fakat her zaman başımızda olan Gülen yoktu ortada. Okunan kitapları ben üstlenmek zorunda kaldım. Ben hapishaneye girdim, o ise evine gitti. Son dönemde de cemaate öncülük yapan ve onları bir ölçüde suça iten herkes yurtdışına gitti. Bu yapı yanlış yapılmıştır ve yanlışı esas yaptıran buraya getirilmelidir."


Çakma Örgüt ve Davalar Üzerinden Paralel Dinleme ve Casusluk 

Gülen'in 'Emniyet İmamı' Kozanlı Ömer, dinleme kayıtlarını yok etmek için devreye girdi! Cemaatin firmasında çalışan mühendisi Emniyet İstihbarat'ta görevlendirdi. Teknik köstebek de Ramazan Akyürek'in görevden alınmasından önce yasa dışı tüm kayıtları yok edip, paralel yapının beynini sildi.

Devlet içindeki paralel yapı bütün Türkiye'yi dinledi. Fethullah Gülen'in kulakları "çok gizli" devlet sırlarını yabancı istihbarat örgütlerine servis etti. 22 Temmuz operasyonunda gözaltına alınan 8 emniyetçi de yasa dışı dinlemelerin bir numaralı zanlısı olarak tutuklandı. İşte paralel çetenin yakın zamana kadar sürdürdüğü dinleme faaliyetini, gazeteci Abdurrahman Şimşek a-haber ekranında anlattı. TAKVİM de, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı'ndaki izlerin nasıl silindiğini tespit eden müfettiş raporunu ele geçirdi. Raporu, mülkiye başmüfettişleri Rıdvan Aydın, Anıl Cengiz Özgün ile polis başmüfettişleri Mehmet Tomruk ve Zafer Aktaş hazırladı. 

Müfettişler, İstihbarat Dairesi eski Başkanı Ramazan Akyürek'in görevden ayrılmadan 6 gün önce Emniyet'in beynini sildiğini tespit etti. 16 Nisan 2014 tarihli raporda Akyürek ve ekibinin yargılanması istendi. "Cemaatin Emniyet İmamı" "Kozanlı Ömer" kod adlı Osman Hilmi Özdil'in talimatıyla yapılan büyük temizlik, şöyle gerçekleştirildi: Paralel örgüt, televizyon reytinglerini ölçmek ve bilişim hizmetleri için 2008'de Ankara'da SBT Analiz adıyla bir firma kurdu. Başına da gayri resmi olarak Kozanlı Ömer'i getirdi. Emniyet'in işlemleri buraya yönlendirildi. Dinleme kayıtlarının imhasına karar verildiğinde de işte bu firma devreye girdi. Firmada çalışan bilgisayar mühendisi Muhammed Çağrı Çavuşoğlu, Emniyet'teki bilgileri silmek için görevlendirildi. Bu kapsamda 2010'da Emniyet İstihbarat'ta işe alındı. 

Akyürek'in görevden ayrılmasına kısa süre kala Çavuşoğlu'ndan teknik takip işlemlerinin yürütüldüğü programlardaki kullanıcı bilgilerini (log kayıtları) silmesi istendi. Çavuşoğlu da 10 Mayıs 2013'ten önceki bütün verileri geri dönülemez şekilde sildi. Böylece, yasa dışı tüm telefon dinlemeleri ve teknik takiplerle ilgili kayıtları kimin, ne amaçla incelediği, bu bilgilerin kimlerin eline geçtiği hiçbir zaman anlaşılamadı. Müfettiş raporunda, Akyürek ve aynı dairede görevli 15 kişi ile birlikte Çavuşoğlu'nun da yargılanması istendi. (ahaber,01.08.2014)


Selam Örgütü Davası 

İstanbul Cumhuriyet Savcıları Adnan Çimen ile Âdem Özcan 4 yıl önce Tevhid Selam Örgütü adı altında yüzlerce kişiyi hukuksuz bir şekilde dinledi. Aralarında Başbakan Tayyip Erdoğan ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da bulunduğu isimleri dinleyen savcılar, gazeteci, işadamı ve sanatçıların da aralarında bulunduğu 251 kişiyi de gözaltına almayı hedefliyordu. Ancak hazırladıkları kumpas dosyasının içinin boş olduğu dosyayı üstlenen savcılar tarafından tespit edildi ve takipsizlik kararı verildi.


Baran Dergisi 395. Sayı...