Amerika’daki Şiddet İçeren Aşırılıkla Mücadele Sosyal Bir Karşılık Gerektiriyor

Geçen yılın Ağustos ayının sonlarında, Almanya’nın yeni koronavirüs pandemi kısıtlamalarını protesto etmek için Berlin'de 40.000'e yakın gösterici toplandı. Yüzlerce kişiden oluşan küçük bir grup bu büyük gösteriden ayrıldı ve Almanya parlamentosunun bulunduğu târihî bina olan Reichstag'a yürüdü. Bu aşırı sağcı ajitatörler (tahrik eden, kışkırtan gruplar için kullanılan İngilizce terim, provokatör), Birinci Dünya Savaşı dönemi imparatorluk Almanya'sının sancağı ve Nazilerin bayrağının göstergesi, habercisi olan rezil Reichs bayrağı taşıyarak binaya saldırmaya çalıştılar, kolluk kuvvetlerini atlatmayı başardılar ve giriş salonuna giden ana merdivenleri de çıkıyorlardı ki polisler sonunda onları durdurdu.

Mutlaka, Almanlar bu olayın bir benzerini ABD Kongre Binası'na yapılan 6 Ocak saldırısında görmüştür. Amerika’da Başkan Donald Trump'ın bir grup taraftarı, başkanlık seçimlerinin sonuçlarını kabullenmediği için şiddet yoluyla neticeyi ortadan kaldırmaya çalıştı. Evet, iki olay arasında pek çok farklılık vardı. ABD ayaklanması çok daha büyük ve daha şiddetliydi. Tedirgin edici bir şekilde, aynı zamanda karışıklığa sebep olma noktasında daha başarılıydı. Ancak pek çok benzerlik de vardı. Her iki durumda da, iyi donanımlı aşırı sağcılar, kaos ve kargaşa ekmek için gürültülü gösterilerin zeminini kullandılar. Hem Berlin'de hem de Washington'da aşırılık yanlıları daha sonra metodik olarak polis kordonlarını ihlâl ettiler ve diğerlerini, kendilerini tâkip etmeye teşvik ettiler. Ve her iki ülkede de komplo teorileri -özellikle Trump'ın dünyayı gizli pedofillerden kurtaracağını hayâl eden ve şu an kötü bir şöhrete sâhip olan QAnon- ve ana akım medyanın ve siyâsî elitlerin kötülenmesi, şiddeti körüklemede olağanüstü bir rol oynadı.

Uç-sağ aşırılığına ilişkin geleneksel düşünce, bunu genellikle ulus devletler içindeki bir iç sorun olarak çerçeveler. Ancak bu tür gruplar ve hareketler, sınırlar ötesi fikir ve taktikleri paylaşan ulusaşırı hareketlerdir. Bu sebeple ABD hükümeti, yurtdışındaki hükümetlerin bu büyüyen küresel tehditle nasıl mücâdele ettiğini göz önünde bulundurmalıdır.

Kapitol (Kongre) saldırısı ABD yetkililerini cezâi kovuşturmalar ile güvenlik, istihbarat ve yasa pratikleri hususundaki uygulamalarını gözden geçirmeye odakladı. Başkan Joe Biden, göreve gelişinin ikinci gününde, ulusal istihbarat görevlilerini, İç Güvenlik Bakanlığı ve FBI’ın koordinasyonuyla şiddet içeren iç aşırılığın ortaya çıkardığı tehdidi gözden geçirmeye yönlendirdi ve “gerçeğe dayalı analizin” geleceğin politikasını şekillendireceğine dâir söz verdi. Biden yönetimi, yıllarca süren ilgisizlikten sonra ülke içi militanlık sorununa çözüm bulmaya çalışıyor. Ancak bu erken adımlar, hükümetinin ülke içi aşırılıkla mücadelede birincil yönteminin güvenlik önlemleri yoluyla olacağını gösteriyor. Şimdiye kadar gözle görülür şekilde eksik olan, toplumsal örgütlerle ilişkilere yapılan yatırımlar, eğitim girişimleri, aile içi militanlık araştırmaları, mağdurlarla çalışma ve öğretmenlerin, akıl sağlığı uzmanlarının, ebeveynlerin ve diğerlerinin bu konuda erken belirtileri tanımak için eğitilmesi yoluyla aşırılığın kökenlerine inmeye yönelik çabalar ciddi şekilde artıyor.

Buna karşın Alman hükümeti, uç-sağ aşırılığı sadece bir güvenlik tehdidi değil, toplumsal bir sorun olarak ele alan kapsamlı bir reform paketini uygulamak için Reichstag’a yapılan saldırıyı kullandı. ABD de, Kongre Binası’nın basamaklarında şok edici bir şekilde patlayan öfke ve şiddete dâir geniş bir anlayış-perspektif arayan bir yaklaşımdan faydalanacaktır.

Kabul Edilemez Bir Saldırı

Geçen yaz Reichstag’a düzenlenen saldırı Almanya’da dehşete yol açtı. Alman Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier bunu “Demokrasinin kalbine kabul edilemez bir saldırı.” olarak nitelendirdi. Olay, Reichstag’ın ülkenin 1933’te Nazi yönetimine dûçar oluşunu gösteren bir hadise olarak muhteşem bir şekilde yakılmasını hatırlattı. Yetkililer öfkeyi aksiyona dönüştürdü. Kasım ayında hükümet, ırkçılık ve aşırı sağcılıkla mücadele amaçlı 89 maddelik devasa bir planı onayladı ve programa üç yıl boyunca harcanmak üzere bir milyar avrodan fazla para tahsis etti.

Bu tedbirler, bir dizi terör olayının ardından bir süredir geliştiriliyordu - üst düzey bir Alman politikacının 2019’da neo-Nazi suikastına kurban gitmesi, Halle’deki bir sinagoga 2019’da gerçekleştirilen saldırı ve 2020’de Hanau’da Türklerin işlettiği bir nargile kafeye yapılan saldırı bu terör olaylarına dâhil- ve aşırı sağcıların orduya, güvenlik hizmetlerine ve kolluk kuvvetlerine sızmasıyla ilgili bir dizi skandal da mevcud. Sonuç olarak Almanya, parlamento saldırısına kapsamlı bir yatırımla cevap vererek aşırılıkçılıkla mücâdeleyi sadece kolluk kuvvetlerinin sorumluluğuna bırakmayıp toplum çapında bir zorunluluk hâline getirme kampanyasına hazırlandı diyebiliriz.

Plan, devletin önce kendi evini temizlemesini talep ediyor: Zorunlu yıllık raporlar, siyâsî davranışlar üzerine anketler ve bir dizi ek program aracılığıyla polis, ordu ve diğer hükümet dairelerindeki uç-sağ aşırılıklar konusunda yapılan araştırmalar daha fazla şeffaflık gerektiriyor. Alman yetkililer geçtiğimiz günlerde, bu aşırılık yanlılarının güvenlik güçlerinin saflarına girmesinin önemli bir sorun teşkil ettiğini kabul etti. Almanya uzun süredir, özellikle aşırılık yanlılarını tespit etmek ve aktif görevden uzaklaştırmakla görevli özel bir askerî istihbarat teşkilatına güveniyor; bu teşkilat soruşturmaları güçlendirecek yeni tedbirlerle kolluk kuvvetlerini ve orduyu alenen hesap verebilir hâle getirecek.

Örneğin Alman Savunma Bakanlığı, muvazzaf askerler arasında aşırılık yanlısı davranışlar -ki bunlar genel olarak Alman demokrasisini baltalayan veya ülkenin temel değerlerini tehdit eden herhangi bir eylem olarak kabul edilebilir- için cezaları önemli ölçüde sertleştirmelidir. Savunma Bakanlığı ayrıca askeri personel arasında aşırılık yanlısı inançların yaygınlığına ilişkin kapsamlı araştırmalar yürütecek ve aşırılık yanlısı radikalleşmeye karşı çalışmalarında askeri istihbarat teşkilatı ile daha iyi koordinasyon sağlayacak ve destek verecektir. Bu arada federal polis kendi saflarında radikalleşme üzerine ayrı bir çalışma yürütecek.

Alman planı, birkaç başka konvansiyonel terörle mücadele ve güvenlik odaklı reformlar içeriyor. Bunlar arasında, örneğin, mobil cihazlarda casus yazılım kullanımına izin vermek için Alman iç istihbarat yasasındaki değişiklikler ve aşırı sağ militanlığına odaklanan ortak terörle mücadele merkezinin yenilenmesi, yeni personel alımlarıyla birlikte aşırı radikalleşme ve anti-Semitizm üzerine çalışma grupları oluşturulması da bulunuyor. Diğer önlemler, çeşitli güvenlik kurumları ve yargı arasında koordinasyonu iyileştirmeyi ve aşırılıkla mücadele için devlet düzeyinde çabaları artırmayı vaat ediyor.

Sivil Bir Yaklaşım

Ancak 89 önlemin hepsi güvenlik tehditlerine yönelik değil, bilakis ekserisi toplumsal düzeyde aşırılıkla mücadele etmeye odaklanıyor. Plan, göçmen topluluklar ve ırkçılık kurbanları ile kapsamlı bir istişâre yoluyla geliştirildi. Irkçılık, anti-Semitizm ve İslamofobi hakkında daha fazla yurttaşlık eğitimi ile halkı çeşitlilik arz eden ve eşitlikçi bir topluma değer vermeye teşvik edecek stratejiler barındırıyor. Bu, anayasadan “ırk” kelimesinin çıkarılmasını da içeriyor ki bu oldukça sembolik bir eylemdir; çünkü Almanca “rasse” kelimesi atfedilen mânâ bakımından İngilizce “race-ırk” teriminden farklı olarak, biyolojik ve genetik farklılıklara odaklanan Nazi dönemini, Yahudi karşıtlığını ve bilimsel ırkçı fikirleri doğrudan anımsatır (rasse aynı zamanda hayvanlar için kullanılan "cins" anlamına da gelir). Ancak ırkçılar ve aşırı sağcılar, Alman anayasasındaki “rasse-ırk” terimine dayanarak eşitlik ve çoğulculuğun demokratik ilkelerinin anayasaya aykırı olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla bu adım ırkçı aşırı sağ gruplara karşı da aynı zamanda stratejik bir harekettir. Ayrıca Alman planı, hükümet kurumlarının hükümet içinde kültürler arası anlayışı ve ırkçılığa karşı duyarlılığı artırmak ile herkes için daha kapsayıcı bir hükümet kurmak için daha farklı geçmişlere sahip çalışanları işe almayı öncelemeyi arzu ediyor.

Hükümet ayrıca aşırı sağ radikalleşmesini daha iyi ele almayı umuyor. Almanya, bazı sosyal medya platformlarının toksik etkileriyle mücadele etmek için çevrimiçi nefret söylemine karşı koymaya ve vatandaşları aşırılık yanlısı katılım ve propagandadan daha iyi korumaya yönelik programları finanse edecek. Bu programların çoğu, aşırı sağla mücadele için yeni yollar geliştirmek ve test etmek için uzun süredir devam eden STK'ları finanse etme geleneğinin bir parçası olan sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülecek.

Bu girişimlerin amacı, karşılıklı mübadele, öğrenme ve güven oluşturma ruhu içinde kanun yaptırımı ile kâr amacı gütmeyen sektör arasında daha iyi işbirliğini teşvik etmektir. Irkçılık karşıtı sivil toplum kuruluşlarından uzmanlar, örneğin kanun uygulama hamlelerini desteklemek için uzman komisyonlarına, eğitim programlarına veya danışma kurullarına dâhil edilebilir. Polis ve yerel kuruluşlar arasında oluşturulacak iyi ilişkiler, eyalet ve yerel topluluklar arasındaki güveni de artıracaktır.

Almanya radikal sağ aşırılığına karşı araştırmalar, toplumsal sosyal yardımlar ve büyük bir yatırımla cevap veren tek ülke değil. Beyaz üstünlükçü birinin, 2011'de Oslo yakınındaki bir adada 77 kişiyi - çoğu çocuk - öldürmesinden sonra, Norveç hükümeti şu anda dünyanın en büyük ve en titiz küresel araştırma merkezlerinden biri olan ve düzinelerce insanı barındıran yeri oluşturmak için milyonlarca dolar harcadı. Norveç ve dünyanın dört bir yanından araştırma yapan, sağcı terörizmle ilgili veri setleri üreten ve bu alanda geleceğin bilgisinin temelini oluşturmak için doktora ve doktora sonrası akademisyenleri eğiten bilim insanları var orada. Norveç, aşırılıklara karşı çalışmalarıyla, ülkenin polis rehberleri ve risk altında bulunan yahut etkilenen gençler ve ebeveynleri arasında diyaloğa dayanan ve aşırıcılığı önlemede ve bunlara karşı koymada başarı gösteren toplum temelli yaklaşım içinde zaten sağlam bir şekilde yer alıyordu. Ülke, 1990'ların ortasında aşırı sağcıları, gruplarını ve radikal görüşlerini terk etmeye teşvik etmek için ilk çıkış programına da öncülük etti. Bu program daha sonra İsveç ve Almanya’da tekrarlandı. 2011 saldırısından sonra Norveç, radikalleşmeye ve şiddet içeren aşırılığa karşı ulusal eylem planını düzinelerce özel önlemle güncelledi ve aşırılığın tek başına kolluk kuvvetleri tarafından çözülemeyecek toplumsal bir sorun olduğu fikrini destekledi.

2019 Christchurch terör saldırısından sonra Yeni Zelanda hükümeti, daha "uyumlu bir toplum" inşâ etmeye yönelik toplum odaklı önlemler çağrısında bulunan, terörle mücadele politikasında önemli değişiklikleri teşvik eden bir rapor hazırladı. Raporun tavsiyeleri, kolluk kuvvetlerinin elini güçlendirmeye yönelik tedbirleri içeriyor, ancak Almanya ve Norveç'te olduğu gibi, Yeni Zelanda'nın da ülke içi aşırılıklarla mücadele yaklaşımı, toplumun her düzeyinde ve çeşitli kurumlar arasında işbirliğini gerektiriyor ve mağdurlara ve etkilenen topluluklara güçlü destek verilmesinde ısrar ediyor. Yeni Zelanda’daki yetkililer, aşırılık yanlısı tehditlerin sadece hukuk ve düzen meselesi olmadığını, daha geniş bir sosyal tepki gerektirdiğini anlıyor.

Sosyal Bir İkilem

ABD’de radikal sağ aşırılıkları, şiddetin artmasına neden olabilecek yükselen bir tehdittir. Washington, yalnızca terörle mücadele uzmanlarının bilgilerinden değil, aynı zamanda topluluk gruplarının, aşırılık yanlısı şiddet mağdurlarının, eğitimcilerin, araştırmacıların ve nöropsikologların fikirlerinden de yararlanarak, buna karşı koymak için yoğun bir çaba sarf etmelidir.

Etkili bir cevap, güvenlik hizmetlerinin durumuna sert bir bakış da içermelidir. ABD kolluk kuvvetlerinin ve ordunun aktif görevli ve kıdemli üyeleri, ABD başkentine yapılan saldırıya fazlaca sayıda bir katılımla karıştılar. Bu yazı yazılırken, ayaklanmaya karışmakla suçlananların yaklaşık yüzde 20’si gaziler. 20 Ocak’ta Biden’ın göreve başlamasına giden günlerde, FBI ve ordu, tören güvenliğini sağlamak için atanan 25 bin Ulusal Muhafız üyesinin tamamını inceleyerek, ikisi aşırı sağcılıkla muhtemel bağlantıları sebebiyle olmak üzere 12 üyenin görevden alınmasını istedi. Pentagon’un ordu içinde radikal sağ aşırılığının yayılmasını ele alma çabalarını hızlandıracağına dâir bazı göstergeler var, ancak şu anda sorunu daha geniş, ulusal düzeyde sistematik olarak ele almak için somut bir hükümet planı yok. Kasım ayında başlatılan yeni planın güvenlik hizmetleri ve istihbarat teşkilâtları çerçevesinde ordu içindeki aşırılık yanlılarının kökünü kazımaktan sorumlu ve yükümlülükleri sertleştirecek özel askerî bir teşkilâtın görevlendirilmesi, Alman yaklaşımıyla keskin bir tezat oluşturuyor.

ABD ile Almanya’nın ülke içi radikalleşmelere yaklaşımı arasındaki farklılıklar azımsanmayacak derecede çok. Almanya, eğitim ve gençlik odaklı programlama, öğretmenler ve sosyal hizmet uzmanları için eğitim, sivil toplum ve dînî gruplarla işbirliği, mağdurlar ve hayatta kalanlar için destek, çok çeşitli yerel ve ulusal veri toplama, istihbarat izleme ve çevrimiçi radikalleşmeyle mücadele için programlama için yaptığı kapsamlı yatırımlara güveniyor. Buna karşılık, ABD kurumlar arasında, federal ve yerel yönetimler ile topluluklar arasında güvene dayalı bağlılıklar ve gelişmiş iletişim kurma konusunda çok geride.

Alman yaklaşımı -Yeni Zelanda ve Norveç’inki gibi- aşırılıkçılıkla mücadele çalışmalarını, ırkçılıkla mücadele ve çeşitlikleri barındıran ve kapsayıcı bir toplumu teşvik etme sorumluluğunun içine yerleştiriyor. ABD’de, beyaz üstünlüğü ve aile içi aşırılıkla mücadele çabaları, daha kapsayıcı bir toplum inşa etmek için eğitim ve toplum temelli çabalardan tamamen ayrı bir yörüngede işlemiştir. Biden yönetimi, örneğin, ırk eşitliğini düzenlemeyi ve ayrımcılığı önlemeyi amaçlayan birkaç acil idarî emirle sistemik ırkçılığı ele alma sözü verdi. Ancak bu çabalar, aşırı sağ şiddet içeren aşırılıkçılıkla en iyi nasıl mücadele edilebileceği konusundaki tartışmalardan kopuk durumda.

6 Ocak olayları, hâlihazırda isyancı, şiddet yoluyla hükümeti devirmek için çalışan radikalleşmiş iç aşırılıkçıların var olduğunu fazlasıyla açığa çıkardı. Ülkenin kolluk kuvvetleri ve güvenlik organlarının bu gelişen tehdidi en baştan derinlemesine ele alması gerekiyor. Ancak uzun vadede, ABD aşırılık yanlısı radikalleşmeyle temelden mücadele edebilecek ve tüm toplumu kapsayan bir yaklaşımı benimsemedikçe, Kongre Binası'nda gördüğü şiddetin yansımalarıyla yaşamaya devam edecek gibi görünüyor.

Cynthia Miller-Idriss and Daniel Koehler

Foreign Affairs

Tercüme: Taner Beydilli

Baran Dergisi 735.Sayı