Buluşan Kadınlar Platformu, “Başörtülü Aday Yoksa Oy da Yok” sloganı ile bir kampanya başlatmıştı. Kampanya çok tartışıldı ama hiçbir parti umursamadı. Yok saydı. “Ademe mahkûm etti”. Kimi? Başörtülü aday adaylarını. Çünkü beklenilen olmadı, kimse başörtülü aday göstermedi. Sadece seçilmesi mümkün olmayan sıralardan birkaç kişi aday gösterildi, yâni “göstermelik” olarak. Onlar da “gerekirse açarız” kıvamında adaylar...
Ancak bu arada, “muhafazakâr” denilebilecek yazarlar arasında ciddi bir tartışma yaşandı. İşin ilginç tarafı, AKP’li diyebileceğimiz yazarlar dışında, ne Kemalistler, ne Laikler, ne Solcular, ne Ulusalcılar “ilk defa” bu konuda “itiraz etmeye” gerek gördü. Çünkü “öğrenilmiş çaresizlik” hesabı, muhafazakârlar çoktan “uslanmıştı”.
Başörtülü milletvekili “ihtimaline” karşı çıkanların argümanı, ne kadar lafı uzatsalar da neticede söyledikleri, AKP’nin bu şekilde “oy kaybetmesine” engel olmak ve “partinin kapatılmasına fırsat vermemek” şeklinde hülasalandırılabilir. Meselâ Star Gazetesi yazarı Elif Çakır, “başörtülü adayı CHP çıkarsın” şeklinde zekice(!) bir teklif sundu. Sebebiyse, başörtülü aday konusunun tek sorumlusunun AKP olmamasıymış. Nasıl bir zihin kayması ve kaydırmasıdır bu? Halkın muhafazakâr kesiminden yüksek oranda oy alarak iktidar olan bir partiden “başörtüsü” konusunda bir şeyler yapmasını beklemek her başörtülünün hakkı değil mi? Bu kadar basit; altını-üstünü eşelemeye, kenarından dolaşmaya hiç de gerek yok. Hâlihazırda üniversitelerdeki, kamu kurumlarındaki problemler sürerken, bunları aşmaya dönük bu hakkı tartışmak bile abes aslında.
Ama olmadı. Ali Bulaç, “başörtüsü mağduriyeti üzerinden prim yapan kadınlar var” diyerek, hem bu girişimi başlatanları hem de destekçilerini aşağılama yoluna gitti ve başka bir zihin bulandırma yöntemi seçti. Gözünü ne kadar “iktidar hırsı” bürümüş ki, ne söylediğini bile düşünmez hâlde, başörtülü kadınları “prim yapmakla” itham ediyor. Neredeyse bu bildiriyi imzalayan binlerce kadını “vatan haini” ilan etmediği kalmış. Şöyle diyor Bulaç:
- “Ama içlerinde öyleleri var ki, başından beri ilişki ve sıkı dostluk içinde oldukları bazıları, kendilerine İslamî çevreleri ve İslamî hareketleri içeriden çökertmek, zihinsel haritayı değiştirmeyi görev yapmışlardır. Birer 'beyaz casus' gibi beşinci kol faaliyeti yürüten bu kimseler, devşirme ve zihin haritasını değiştirme işinde bir miktar başarılı da oldular. Bunların bazıları son olaylar dolayısıyla deşifre oldular. Daha birkaç sene önce başörtüsü konusu neredeyse AK Parti'yi kapattırıyordu. Para cezasıyla kurtuldu. Bana öyle geliyor ki 'iyi saatte olsunlar' bu sefer iyi niyetli bayanlar üzerinden AK Parti'ye yeni bir tuzak kuruyorlar. Ne değişti ki, AK Parti yeni bir kapatma davasıyla karşı karşıya gelmesin! Bana sorarsanız bu seçimde de başörtülü milletvekili olmayıversin, seçimden sonra yeni ve sivil bir anayasa çıksın, herkesle beraber başörtülüler de rahatlasın.”
Ali Bulaç, başörtülü kadınları kendi partisinin iktidarının “arka bahçesi” olarak görmeye öyle alışmış bir dil kullanıyor ki, Meclis’te başörtülü milletvekili görmeye dayanamayacak bir ruh hâline bürünmüş. O kadar benimsemiş ki başörtülü kadınların “ikinci sınıf vatandaş” olmasını, üniversitelere alınmamasını, kamu kurumlarında çalışamamasını, özel kurumlarda bile “görünür olmamasını”, utanmadan kalkıp başörtülülere ayar çekiyor, hizaya getiriyor. İktidar şehvet ve rehaveti diye buna deniyor işte; iktidara gelene kadar kullanılan bütün “mağduriyet edebiyatları”, iktidara gelince “edebiyat”tan öteye geçmiyor, bir de utanmadan “komplo teorisi” üretiyor.
Tayyib Erdoğan da şöyle demiş:
- “Başörtülü aday koymayana oy yok mantığını kınıyor, yakışıksız ve zayıf bir mantık olarak görüyorum, demokratik bulmuyorum. Başörtüsü, parlamentoya girmenin pazarlık aracı olmamalıdır.”
Buyurun bir de buradan yakın veya bakın. Bir zamanlar “dini siyasete âlet etmekle” suçlanan Erdoğan, şimdi birilerini “başörtüsünü siyasete âlet etmek”le suçluyor. AKP iktidara geldiğinden bu yana, başörtülü kadınlar hangi konudaki taleblerine karşılık buldu sanki? Üniversitelerde rektörlerin keyfine bırakılmış sanal bir “rehavet” dışında? Ha, bir de sakız çiğneyerek tiyatro izleme hürriyeti(!) var.
Müslümanların oylarıyla iktidara gelmiş bir parti, Akdamar Kilisesi’ni ibadete açar ama Ayasofya’yı ibadete açamaz; tüm kamu kurum ve kuruluşlarında başörtüsünü serbest bırakamaz ama gayrimüslimlere “ibadet hürriyeti” getirir. CHP Ergenekon tutuklularını, BDP de tutuklu üyelerini aday yapma cesaretini gösterir ama, AKP başörtülü birini aday yapma cesaretini gösteremez.
Neden? Şşşt, “ileri demokrasi” gereği!..