02 Haziran 2025’te Antalya’nın Muratpaşa ilçesinde iki lise öğrencisinin, akranlarını darp ederek görüntüleri sosyal medyada yayımlaması yalnızca bireysel bir suç değildir; Türkiye’de gençlik üzerinde hızla yayılan şiddet kültürünün güncel bir tezahürüdür. Olayda N.G. ve N.Ü. adlı öğrenciler, kıskançlık iddiasıyla yaşıtlarını alıkoymuş, zorla özür beyanı vermiş ve şiddeti çevrim içi ortama taşımıştır. İl Emniyet Müdürlüğü’nün başlattığı soruşturma, hukuki sürecin gereğidir; ancak asıl sorun, benzer vakaların sıradanlaşmasıdır.
Mevcut tablo, değer eğitimini merkeze almayan öğretim programlarının genç kuşakları koruyamadığını göstermektedir. Ailenin temel rolü inkâr edilemez; yine de öğrenciler günün büyük bölümünü okul ortamında geçirdiğinden, ahlaki gelişim bakımından okulun tamamlayıcı değil, kurucu bir işlev üstlenmesi zorunlu hâle gelmiştir. Bugünkü müfredat, kültür aktarmada parçalı ve yetersizdir; İslam ahlakının merkezî kavramları olan adalet, merhamet, hakkaniyet ve sorumluluk, ders içeriklerinde örtük temennilerle sınırlı kalmaktadır. Değerler eğitimi başlığı altında haftalık birkaç saatlik faaliyet, gençlerin tutum ve davranışlarını dönüştürmeye yetmemektedir.
Öğretmen yetiştirme politikaları da bu boşluğun bir parçasıdır. Pedagojik formasyon programlarında mesleki yeterlik, karakter rehberliği ile desteklenmediği sürece, sınıf yönetimi bilgi aktarmaya indirgenmektedir. Öğretmenler insan yetiştirme misyonunu üstlenmekte zorlanırken, öğrenciler davranış kalıplarını dijital mecralardan, çoğu zaman yabancı kültürel kodlardan almaktadır. Bunun sonucu, şiddetin içerik olarak tüketildiği ve yeniden üretildiği bir sanal kamusal alanın oluşmasıdır.
Sosyologlar, psikologlar ve ilahiyatçılar eşgüdüm içinde çalışarak bu şiddet dalgasının arka planındaki sosyo-ekonomik, kültürel ve teknolojik dinamikleri analiz etmelidir. Aksi takdirde eğitim reformları mevzuat düzeyinde kalacak, uygulamada karşılığı sınırlı olacaktır. Özellikle ortaöğretim kademesinde, İslam ahlakını referans alan bütüncül bir değer eğitim modelinin zorunlu ders niteliğinde ve ölçme-değerlendirmeye tâbi kılınması gerekmektedir. Bu modelin başarıya ulaşması, öğretmenlerin mesleki gelişim programlarına karakter eğitimi bileşenlerinin eklenmesiyle mümkündür.
Ayrıca, okul ikliminin nezaket, saygı ve sorumluluk ilkeleriyle somut olarak düzenlenmesi elzemdir. Disiplin yönetmeliklerinde şiddeti açık biçimde tanımlayan ve kademeli yaptırımları içeren hükümler bulunmakla birlikte, rehabilite edici programlar yetersizdir. Öğrencilerin karşılaştığı her akran zorbalığı vakasında psikolojik destek, aile danışmanlığı ve rehberlik birimleri aktif çalıştırılmalıdır.
Eğitimdeki kimlik ve ahlak boşluğu doldurulmadığı sürece, ferdî hak ve özgürlükler argümanı yalnızca görünüşte kalacak; dijital platformlar aracılığıyla şiddet normalleşmeye devam edecektir. İslami değerler ekseninde oluşturulacak bütüncül bir program ise öğrencinin yalnızca entelektüel değil, ahlaki muhakemesini de güçlendirerek içtimaî bağlamda da katkı sağlayacaktır.
Antalya’daki olay bir kez daha göstermiştir ki, şiddetle mücadele polis soruşturmasıyla başlar; fakat köklü çözüm eğitim sisteminin ahlaki temellerle yeniden inşasından geçer. Devlet, aile ve okul üçlüsünün bu sorumluluğu geciktirmeden üstlenmesi, geleceğin toplumsal huzuru açısından ertelenemez bir ihtiyaçtır.
Ayrıca dilediğiniz kadar değerler eğitimini UNICEF’in çizdiği çerçeveye sadık kalarak sürdürün; Batılı normlarla bu millete biçilmiş rol tutmayacaktır. UNICEF baskısına boyun eğerek hazırlanmış dinî müfredatların da sahada hiçbir kalıcı fayda sağlamayacağı artık açıkça görülmelidir.