Osmanlı’nın çok yönlü âlim portresine sahip olan en önemli isimlerden biri Taşköprizâde Ahmed Efendi’dir. Çelebi misali mahir bir yazar olan Taşköprizâde, hayatıyla, eserleriyle ve etkisiyle yeni yeni tanınmaya başlanmıştır. İlimlerin tasnif edilmesine yönelik yaptığı çalışmalar ile bilindik bir sima olsa da edebiyattan fıhka, mantıktan kelama eserler vermiş bir yazardır.

Taşköprizâde Ahmed Efendi, eş-Şeḳaʾiḳu’n-nuʿmâniyye’de verdiği bilgiye göre 2 Aralık 1495 tarihinde Bursa’da doğdu. Babası Taşköprizâde nisbesiyle anılan Muslihuddin Mustafa Efendi’dir. İlk çocukluk yıllarını Bursa’da geçirdi; daha sonra Ankara’da Akmedrese müderrisi olan babasının yanına gitti, burada Kur’an’ı ezberledi. Babasının Üsküp’e tayin edilmesi dolayısıyla Bursa’ya döndü. Ardından babası onu ve kardeşi Nizâmeddin Mehmed’i İstanbul’a “Yetim” lakabıyla tanınan Alâeddin Efendi’nin yanına götürdü. Medresede sarf-nahiv okuduktan sonra, Ahmed Efendi, babasının Amasya Hüseyniye Medresesi’ne tayin edilmesi üzerine Amasya’ya giderek onun yanında öğrenimini sürdürdü. Dayısının yanı sıra Şeyhzâde Muhyiddin Mehmed Kocevî, Mahmûd b. Kadızâde-i Rûmî, Muhammed et-Tûnisî gibi âlimlerden ders aldı ve tahsilini tamamladı.

Kelâm, fıkıh, tefsir, ahlâk, mantık, biyografi, Arap dili ve edebiyatı, ilimler tarihi, tıp gibi değişik alanlarda çeşitli kitaplar yanında otuza yakın risâle telif eden Taşköprizâde Ahmed Efendi eserlerini Arapça yazmış ve büyük ölçüde şerh ve hâşiye geleneğini sürdürmüştür. Dinî ilimlerde Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi Eş‘ariyye’ye mensup âlimlerin görüşleri etrafında tartışmalar yapmış, ancak Mâtürîdiyye mezhebine bağlı kalmıştır.

Taşköprizâde, hem naklî hem de aklî ilimlerde uzman, klasik tabirle bir allâmedir. İlim zihniyeti itibariyle beyânî, burhânî ve irfânî bilgi geleneklerini, Miftâh el-saâde ve misbâh el-siyâde adlı eserinde varoluşları bakımından (ontolojik) bir tasnife tâbi tutar. Bilgi görüşüne göre, bilgiye ulaşmak ya nazarî (teorik) yahut da tasavvuf olarak isimlendirebileceğimiz, tasfiye (arınma) yoluyla gerçekleşir. Ancak ilim maluma tabi olduğu için bilgi edinme yöntemleri de o bilgi alanının nesnesine göre farklılaşacaktır.

Nesneler, varlıktan pay alma çerçevesinde, var olma itibariyle dört ayrı diziliş gösterdiklerinden, ya aynî (fizikte) ya zihnî (zihinde) ya lisânî (dilde) ya da kitâbî (hattî, yazıda) varlık veçhesinde yer alırlar. Aynî var olana ilişkin bilgi, hakîkî bilgi olduğundan zamana, dinlere ve milletlere göre değişmez yani küllîdir. Bu varlık alanına ilişkin bilgide araştırmacı sadece aklın gereklerine göre iş görüyorsa hikemî (felsefî) ilim dalları; İslâmî esasa göre iş görüyorsa şerî ilim dalları ortaya çıkar. Zihnî varolana ilişkin bilgi ise mantık gibi manevî (anlama ilişkin) alet ilimleridir. Lisânî yani lafzî ile kitâbî yani hattî var olana ilişkin bilgi dalları ise saf alet ilimleridir. Taşköprizâde Ahmed Efendi'ye göre, zihnî, lisânî ve kitâbî var olana ilişkin bilgi yalnızca nazarî yolla elde edilir. Aynî var olana ilişkin bilgiye ise, kimilerince nazarî kimilerince ise tasfiye yoluyla ulaşılır.

Taşköprizâde, akabinde, bilgiyi sınıflandırmasının varlık karakterini tekrar ele alarak, var olanların varlıkça dört veçhinin bulunduğunu; bu vecihlerden her birisinin diğerine delâlet ettiğini belirtir: hattî var olan lafzî var olana; lafzî var olan zihnî var olana; zihnî var olan da aynî var olana delâlet eder. Ancak, hattî ve lafzî var olanlar alanı mecâzî bakımdan varlık değeri taşır; zihnî var olanlar alanının ise, matematik nesneler konusundaki tartışmalar dikkate alındığında, hakîkî yahut mecâzî olup olmadığı tartışmalıdır. Fakat aynî varolanlar alanı hakîkî ve asıl varlık alanıdır.

Aynî varlık veçhine ilişkin bilgi ise, nazarî ve amelî olarak ikiye ayrılır. Çünkü, bir bilgi yalnızca kendisi için talep edilirse nazarî; başka bir şey dolayısıyla taleb edilirse amelidir (pratik). Nazarî ve amelî bilgi dallarının her biri de, aklın gereğini yerine getiren hikemî ile şer'in gereğini yerine getiren şeri ilimler olarak ikiye ayrılırlar. Ancak, en nihayetinde bilgi dallarındaki bu sıra düzeni, Kur'an-ı Kerim'i anlamaya yani tefsir ilmine götüren bir diziliş gösterirler.

Taşköprizâde, bu ilkelerden sonra Mısır, Mezopotamya ve Yunan Medeniyeti'nden başlayıp İslam Medeniyeti'den zamanına kadar gelen sırasıyla hattî (yazıya ilişkin), lafzî (dile ilişkin), zihnî (ikinci ma'kûllere yani kategorilere ilişkin) ve aynî (metafizik, fizik, matematik, pratik'e ilişkin) ilim dallarını aslî ve ferî seviyede, ad ve tanım yönünden tasavvur; konu ve fayda yönünden de tedebbür cihetleriyle tek tek ele alır. Taşköprizâde, tasnifi esnasında tahlil (analiz) terkib (sentez), tümevarım ve tümdengelim yöntemlerini beraberce kullanır. Daha sonra her bir ilim dalında telif edilen muhtasar (kısa), mutavassıt (orta) ve mebsût (ileri) eserler ile müelliflerini, bu sahalarda tahsîl yapacak öğrencilere yardım ve kolaylık olması için zikreder Böylece Miftâh, Osmanlı ilim hayatında, mübtedi, mutavassıt ve muntahî seviyeler arasındaki farkı tayin etmiş ve okuyacakları eserleri belirlemiş olmaktadır.

Bir din âlimi olmakla birlikte ilimler tarihi ve biyografi alanındaki eserleriyle de ünlüdür. Özellikle İslâm ilimleri tarihi niteliğindeki Miftâḥu’s-saʿâde ile Osmanlı dönemi âlimlerini tanıttığı eş-Şeḳāʾiḳu’n-nuʿmâniyye son derece önemli çalışmalardır. Taşköprizâde tasavvufa da ilgi duymuş ve Halvetiyye tarikatına intisap etmiştir. Böylece felsefe, kelâm ve tasavvufu birleştiren eklektik bir âlim tipini temsil etmiştir. Aynı zamanda sülüs, nesih ve ta‘lik yazılarında mâhir bir hattat olup buradan kazandığı parayı öğrencilerinin geçimine harcamıştır.

Öne çıkan eserleri ise şu şekildedir: Mevsuatu mustalahati miftahü’s-saade ve misbahü’s-siyade fî mevzuati’l-ulum; eş-Şekaiku'n-nu'maniyye fî ulemai'd-Devleti'l-Osmaniyye; El-Meâlim fî ilmi’l-kelâm; Hâşiye alâ şerhi’l-Keşşâf li’l-Cürcânî; Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi; Şerh alâ Risâle fî ilmi âdâbi’l-bahs ve’l-münâzara ve Faydalı İlimlerin Niteliklerini Kuşatan Risale.

1554 yılına dek çeşitli medreselerde görevli hocalık yapan Taşköprizâde, bu yılın başlarında trahom hastalığına yakalanıp gözlerini kaybedince emekliye ayrıldı. Ömrünün geri kalan kısmını eserlerini tamamlayarak geçirdi. 16 Nisan 1561 tarihinde İstanbul’da vefat etti; cenaze namazı Fâtih Camii’nde kılındıktan sonra Fatih’teki Âşık Paşa Camii’nin hazîresinde bulunan Seyyid Velâyet Türbesi yakınında defnedildi.

Kaynakça: TDV İslam Ansiklopedisi ve İDA.