“Hadiselerin sırrı en az mantığındadır” der Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu. Ve başka bir yerde de şu tesbitte bulunur; “«Küfür kolu, hep ucuz diyalektikle…» «Ucuz bir diyalektikle zihinleri çeliyor!..»”(S.M. Necip Fazılla Başbaşa, 322)
Fikir kendini ihtar ediyor. İhtar etmekle kalmıyor zorluyor. Artık fikirsiz hiçbir şey olacak değil. Dünya üzerinde olan biten bundan başka bir şey söylemiyor. Bunun en son misalini Mısır'da gördük, belki birkaç gün sonra Suriye’de göreceğiz. Fikriniz yoksa kazanımlarınız bir çırpıda el değiştirebiliyor. Fikirler savaşında belli bir ideolocya düzleminde savaşmıyor, mücadele sahasına çıkmıyor iseniz, ne kadar kalabalık, ne kadar özverili ve samimi olursanız olun düşmanınızın fikirleri, karşı olduğunuz rejimin kültür dili sizi yutacaktır. Bu dün de böyleydi yarın da böyle olacaktır. Ancak belli bir ideolocyanız var, sarsılmaz ve eskimez bir diyalektik yasanız mevcut ve bu çerçevede bir hayat tarzı kavgası vermeye başlamış, üstelikte bunun dil ve diyalektiğini oluşturup zihinlerde bünyeleştirmeye başladıysanız, ne olursa olsun kimden gelirse gelsin artık hiçbir şey sizi durduramayacaktır. İlmi, ahlaki ve aksiyoner oluşumunuza kimse engel olamayacaktır. Nihayetinde Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun zihinlerimize kazıdığı “Zamanı gelmiş fikri hiçbir şey durduramaz” hakikati tecelli edecektir. Olan biten hadiselerin de bu hakikatin tecellilerinden olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Kemalist sol ve Kemalist sağ halk ve hak düşmanıdır.
Kemalist Türk Solu oldum olası kendi halkına düşmandır, Onu hep küçük, aşağı ve pespaye varlıklar olarak görmüştür. Sol olmasına rağmen Batı’ya hayrandır. Bütün argümanlarını batıdan almakla kalmaz, batı’nın güç ve kudret addeden unsurlarına kendini rahatlıkla teslim eder. Kapitalist sermayenin beşinci dereceden beslediği ve hakiki anlamda antiemperyalist unsurların önünü kesmek için semirttiği örgütlerden müteşekkildir. Yazımız sol fraksiyonları inceleme yazısı olmadığı için Kemalist sol vurgusunun samimi antiemperyalist solcular için ne manaya geldiği, kimleri kastettiği taraflarca zaten bilinmektedir. Aynı dil “cemaat” kavramı için de kullanılabilir. Ancak yine de bir kafa karışıklığına meydan vermemek için bu hususta kısa bir açıklama yapalım.
Cemaat “topluluk, bir gaye için toplanmış olanlar” şeklinde değerlendirildiğinde Türkiye genelinde onlarca cemaat var ve her bir cemaatin bağlı olduğu şahıslarla ilgili bir önadı var. Madem böyle bir ayrım var ve bu dil az çok zihinlerde kimleri tedai ettirdiği ile yerleşmiş, sadece biz küçük bir ekleme ile devam edelim. Zaman zaman kendilerini bir cemaat olmadığını söyleyen, kendilerine bir türlü bir isim bulamayıp “hizmet”, “gönüllüler hareketi” vs. gibi adlar takan bu güruha biz Kemalist Sağ diyelim. Kemalist sağ ile Kemalist sol –dini, ilmi, ahlaki unsurları dikkate almazsak- siyasi arzularında, itaat ettikleri otoriteler konusunda ortak bir dünya görüşüne sahiptirler. Her ikisi de kuklacının kuklaları hüviyetinde seyircilerin (milletin) önüne çıkarılmıştır. Her ikisi de gerçek anlamda emperyalizme karşı onurlu bir dik duruş sergilememiş, bilhassa batı emperyalizmine karşı mücadele etmemiş, karşı eylemler geliştirmemiştir. Aksine emperyalizme karşı mücadele eden bütün kesimleri kendi içlerinde boğmaya, ezmeye, yok etmeye, ihbar etmeye, aşağılamaya, küçük düşürmeye ve o yönde oluşan teveccühü kırmaya, liderlerini itibarsızlaştırmaya, mahkûm etmeye, eserlerini ve kendilerini âdeme mahkûm etmeye çalışmışlardır. Hangi birini örnek verelim? O kadar çok ve o kadar açık ki, görmemek için kör ya da ahmak olmak lazım.
Her iki grupta –Kemalist sol ve Kemalist sağ- Anadolu insanın rahat ve huzur içinde yaşamasının önündeki en önemli engeldir. Her ikisi de yağmacıdır ve her ikisi de milletin hakkını gasp etmeyi “hizmet” zannetmektedir. Ve yine her ikisi de kendini haklı ve akıllı, diğer cemaat ya da örgütleri akılsız ve iş bilmez addetmektedir. Her ikisi de menfaat tedarik etmek için adaletsizliği, haksızlığı “kendi idealleri” için meşru görmekte ve bunu yaparken çeşitli adlar altında milleti sömürmekten, kanını emmekten başka bir şey yapmamaktadır. Her ikisi de İslâmi bir dünya görüşünün Türkiye’de gerçekleşmesine razı değildir. Biri dıştan düşmanlık ederken diğer içten içe düşmanlık ederek İslâm milletini bölmekte, küçültmekte, çaresizleştirmekte, beyinlerini iğdiş edip batıcı demokratik rejimlere razı hale getirmektedir. Kemalist sağ cemaatin 40 yıllık uygulaması ve tarihi bunun en acı örnekleri ile doludur. Her ikisi de siyasetin en iğrenç uygulamalarını gerçekleştirmektedir; ancak biri gizli siyaset izlerken diğeri açıktan açığa sürdürmektedir.
Kemalist sağ cemaatin geldiği nokta, “hizmet” kategorisinde yapılan çalışmalardan dolayı değil, İslâm düşmanı devlet, örgüt, finansman kuruluşları ve 28 Şubat’ta olduğu gibi darbecilerle yapılan işbirliği neticesidir. Kemalist sağ cemaatin 40 yıllık tarihine bakıldığında milletin 1977 İlahiyat Fakülteleri hadiselerinde olsun, 12 Eylül Darbesine alkış tutmalarında olsun, 1986-87'de üniversitelerdeki başörtüsü olaylarında olsun, 1991 Irak hadisesinde İsrail tavırlı çıkışlarında olsun, 1997’de 28 Şubat darbecileri ile ele ele kolkola halleri olsun, Başörtüsü’nü teferruat addederek milyonların açılmasına sebeb olacak ihanetleri olsun, Papa’ya karşı kulluk vazifesini irad etme ziyaretleri olsun vs. Uzatmaya gerek yok. Bunun neticesidir ki Batı’nın teveccühü ve pazarlaması ile bir yerlere geldiler.
Diğer taraftan Kemalist sol gibi Kemalist sağ da bu milletin kazanımlarını iflas ettirmekle, fethedilmiş alanlarda fatihçilik oynayarak milleti sünepeleştirmekle meşguller. Kemalist sağ cemaat hiçbir mücadele sahasında görünmediği gibi, görünenleri işbirliği içinde olduğu rejim kuvvetlerince mahkûm ettirmekte, diğer taraftan makam, servet gibi millete mahsus öz hakları Müslüman halkın eline geçmemesi doğrultusunda “güya kadrolaşma” adı altında yağmalamak ve kendi sünepe, beyin özürlü, uyuşuk, korkak, dinleri tefrikten, mezhepleri tefrikten başka bir iş yapmayan mahlûklara teslim etmektedir. Hem Mavi Marmara davasında hem Hakan Fidan meselesinde hem gezi olaylarında hem de AKP'ye karşı siyasi duruşunda bütün bunları gördük.
Nasıl ki Kemalist sağ cemaat ideolojik anlamda “dini bir sapma” yaşıyorsa, Kemalist sol da ideolojik anlamda “ideolojik bir kayma” yaşamaktadır. Belki kuruluş felsefeleri böyledir. Kemalizm'in faşist ve din düşmanı unsurlar içermesine rağmen her iki kesimce de kabul görmesi oldukça manidardır.
Kemalist Solun geçmişine baktığımızda Nazım Hikmet, Hasan Ali Ediz, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Şevket Süreyya Aydemir gibi isimlerinde içinde bulundu 1925 TKP teşkilatlanması dikkat çekicidir. Çünkü akabinde yayınlan Orak-Çekiç dergisinin faaliyetleri bugüne ışık tutucu cinstendir. Şeyh Said isyanı başladığında bu dergi bütün yazarları ile bu isyanı karalamaya, isyanın ileri gelenlerini İngiliz işbirliği ile itham etmeye ve Kemalist cuntanın bu yöndeki faaliyetlerini yere göğe sığdıramayacak derecede övmeye çalışmışlardı. Binlerce Kürt’ün ölümünden kıvanç duyan bu zatların şimdiki hali ise sadece cahillik ve kendi tarihini bilmemektir.
Öte yandan Kemalist sol tarafından eserleri bir mütefekkir edasında basılan ve dağıtılan Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya ait, Mihri Belli’nin Dev Genç imzalı bir bildirideki iddiası (hiçbir zaman yalanlanmadı) oldukça dikkat çekicidir.
“Bu, Türkiye’deki devrimci mücadelenin ilk militanlarından olan ve Mustafa Suphi ile Şefik Hüsnü’nün dostluğunu kazanan, mücadelesini faşist baskılara rağmen yürüten ve geçenlerde toprağa verdiğimiz 78 yaşındaki işçi arkadaşımız Ragıp Ervardar’a ait acı bir anıdır:
“1925 yılında, Ragıp Ervardar’ın kayınbiraderi Şükrü, 18 yaşındayken sosyalist harekete katıldığı gerekçesi ile otuz kişilik grupla tutuklanır. Ve Diyarbakır hapisanesine atılır. Tutukluluğu sırasında, sanıklardan Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile aynı hücreye düşer. Orada Dr. Kıvılcımlı'nın tecavüzüne uğrayarak kirletilir. Bu olay bir yandan takibata uğrar, diğer yandan da Komunterne intikal eder. O sırada Merkez Komitesi üyesi olan Dr. Hikmet kıvılcımlı Merkez Komiteden atılır”
Kemalist sol bu manada iğrençtir ve hiçbir ahlaki ölçüsü yoktur. Dolayısıyla ODTÜ’de meydana gelen başörtüsüne dönük tahammülsüzlüğün derinlerinde yatan hakikat budur.
Ne yapmalı?
Oysa yaşadığımız zaman dilimi ciddi anlamda çok uluslu emperyalizme -buna Çin ve Rusya da dâhildir- önlem alıp güçleri birleştirmeyi ihtar ederken uğraşılan şeylerin çirkefliği ve basitliği bize sağlıklı düşünme zemininde olmadığımızı göstermektedir. Büyük Doğu-İbda Mimarlarının her vesileyle dile getirdikleri bu hususun vahametini ve aciliyetini yaşadığımız hayat bize acı bir şekilde göstermektedir. Bu saatten sonra ideolojik tavır şunu gerektirir; ahmakları, içteki hainleri eze eze bağımsızlığa ve özgürlüğe doğru direniş.
  Halka saldırmanın, halkın çocuklarına saldırmanın, halkın dinine, imanına, kültürüne, geleneğine saldırmanın ne antiemperyalist mücadeleyle ne solculukla ne de devrimcilikle ilgisi vardır. Sadece ve sadece ahmaklıkla, halk ve din düşmanlığı ile, şehvetperest bir kıskançlıkla, menfaatperest bir haset ve hırsla alakalıdır. Korkunç olan şey burasıdır, çünkü fikirsizlik çukurunda debelenirken ağızlarından küfür, hakaret ve üç beş slogandan başka bir şey çıkmayan bu zatlar hem Anadolu gençliğinin enerjisini heba etmekte hem de gerçek antiemperyalistlerin mücadelesini kirletmekte ve görünmezleştirmektedir.
  Söze Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu ile başladık onunla bitirelim.
  “«Bugün bütün dünyada kaybedilmiş idealler ve onun neticesi ruhî nizâm buhranı yüzünden, ulvî manada insan hayatının varoluş gayesi üzerine düşünmenin yerini hiçlikte tekâmül davranışı almışken, o illete tutulmayı ve yutulmayı mefkûreleştirmek, sadece ahmaklıktır; ve öyle bir ahmaklık ki, her şeyden önce örtü ve örtünmenin, nizâm sırrı ve sır nizamı olduğunu bilmezler!.. Oysa… Kelimenin kök delaletinde bile görünen odur ki, nizâm, «fikir» ve «güzel» demektir.; ve fikir ve güzel, her şey gibi, hakikatin hakikati olarak İslâm nizamında!.»
  -«Yani, başörtüsü, kadını fikirleştiren bir unsur, değil mi efendim.» (S.M. Necip Fazılla Başbaşa, 333)

Baran Dergisi 348. Sayı