Her fikir muhatabından aksiyon ister ve cemiyet sahasında görünmeyi arzu eder. Çünkü fikre bağlı aksiyonun olmadığı yerde onun yokluğuna hükmedilir ve ona göre davranış belirlenir. Aksiyonda ise gaye; fikri, eşya ve hadiselere tatbik edebilmektir. Bu mânâda aksiyonun zorlayıcı, hükmedici bir tarafı vardır. Kendini göstermek isteyişindeki gaye de budur zaten: Kendi hükümlerini hayata geçirebilmek ve BEN VARIM diyebilmek.
Son iki asırdır tüm dünyaya kan kusturan ve utanmadan bunu sürdüren Batılı devletlerden birine, böcek muamelesi yaptıklarından, haklarını her aradıklarında terörist yaftası yapıştırdıklarından esaslı bir tokat geldi. Doğrusuyla eğrisiyle Fransa’da bir intikam eylemi yaşandı. Hem de ABD, İsrail, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi ellerindeki milyonlarca Müslümanın kanı kurumamış devletlerin yeni katliam ve yağma planları yaptığı sırada...
Paris’te “balkondaki” Fransızların hiç beklemediği bir anda yedi yerden saldırı başladı. Akabinde bütün Paris korku içerisinde evlerine kaçıştı, marketler boşaldı, eğlence yerleri mezarlık gibi sessizleşti. Fransa hükümeti üç aylık bir olağanüstü hâl ilan etti.
Yüzlerce şehri harap etmişti devletleri, gözlerine kapatmış bu zulme razı olmuşlar, ses etmemişlerdi. Hatta zaman zaman alkışlamış, destek vermişlerdi. Ama artık o kendilerine uzak gördükleri savaş yanı başlarında idi, az ötedeki sokakta idi. Evet savaş Batı’ya taşınmıştı.
Ülkesinde yaşayan milyonlarca Mağribli Müslümanı “cüzzamlı” gibi gören, hep suçlu imiş gibi davranan Fransız devleti ve halkı, hiç asıl suçun kendilerinde olduğunu düşünür mü acaba? Sanmam. Öyle kibirliler ki, onlar hep haklı, karşılarındakiler de haksız. Dünyayı yangın yerine çevirip oturdukları balkonlarından bu “romantik” yangın manzarasını seyrediyorlardı daha düne kadar. 
Zihinleri karıştırmaktan başka bir işe yaramayan komplo teorilerini bir kenara bırakarak net tabloyu ortaya koyarsak: Suriye’de binlerce kadına tecavüz eden, binlerce Müslümanı öldüren, şehirleri yaşanmaz hale getirip servetleri yağmalayan Batı’nın “incisi” Paris’e intikam saldırıları düzenlenmiştir. Libya’yı harabeye çeviren, Suriye’yi harabeye çeviren, Irak’ı yaşanmaz hâle getiren adına koalisyon güçleri denilen Haçlı Ordusunun müntesibi Fransa cezalandırılmıştır. Cezalandıranlar şu örgütmüş, bu örgütmüş bunun çok bir önemi yoktur. Mevzu aslî hâliyle şudur: Fransa gibi işgal güçlerini cezalandırmak isteyen Müslüman gençler, bu intikam ve gayeleri gerçekleştirmek için kendilerine lojistik destek üniteleri ararlar ve bu sebeble şu örgüt bu örgüt altında ‘ideolojik’ olmayan bir kamplaşma gerçekleştirirler. Nihayetinde ise intikamlarını alırlar.
Saldırılarda ölenlerin ne günahı var, diyor bazıları. Onların günahı, bütün mazlum milletlerden bu güne kadar katledilmiş kadın ve çocuk, yaşlı ve biçareden, velhasıl suçu sadece “Batılı olmamak” olan milyonlarca masumdan daha az değildir her halde. Kan kanla yıkanmaz diyorsanız, saldırıların hemen ardından Fransız uçaklarının Rakka’ya düzenlediği intikam saldırılarında öldürdüğü kadın ve çocukların cenazeleri hala sıcaklığını koruyor!
Hiç kimse mırın kırın etmesin; Avrupa’nın terörist dediği bu kimselerin ya anasına tecavüz edilmiştir ya kız kardeşine, ya kendi evi yurdu yıkılmıştır ya arkadaşının, ya elde ettiği bütün varı Batılılar ve onların desteklediği teröristler tarafından yağmalanmış ya da yaşadığı şehrin bütün serveti çalınmıştır. Böyle bir durumda bundan tabii olan nedir? Evi yıkılan, anasına tecavüz edilen, babası öldürülen, şehri yağmalanan bu çocuklar savaşı ve acıyı Avrupa’nın göbeğine taşımışlardır. Her gün onlarca katliam gerçekleştiren Fransızlara ölüm korkusunu yaşadıkları en güzel şehre taşıyarak göstermek istemişlerdir. Haçlı ordusunda müdahil olan hiç kimse masum değildir; sen İslâm şehirlerini harabeye çevireceksin ama biri senin şehrinde bir kurşun deliği açsa, vaveyla koparacaksın. Doğmamış çocukları bile anne karnında öldüreceksin ama mabadından bir kurşun yiyince merhamet dilenciliği yapacaksın. Bu ne rezilliktir!
 
Fransa sadece soykırımcı değil aynı zamanda tecavüzcü ve yağmacıdır
Fransa’nın gerçek yüzü Paris’in sokakları yahut lokantaları gibi değildir. Daha öteye gidelim: Fransa’nın gerçek yüzü şiirleri, müzikalleri ve eğlence mekânlarında ‘mutluluk enflasyonu’ yaşayan gösteri budalalarının hâli gibi de değildir. Sadece geçmişi ile değil şimdisi, şu ânı itibari ile dâhi katliamcıdır, yağmacıdır, hain ve hilebazdır.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Paris’te yaşananların hemen ardından, Fransa, zaten aylardır bombaladığı Suriye şehirlerini ve Müslüman evlerini bu defa hiç ayrım gözetmeden hastane, stadyum, mahalle ve çarşı demeden vurmaya başlamıştır. Aklı sıra misilleme yaptığını zanneden ve çoluk çocuğun üzerine atacakları binlerce kilo ağırlığındaki bombalara iğrenç sövgüler yazacak kadar alçalan bu çete, muhtemel bir intikam girişimine maruz kaldığında yine “Terörist Müslümanlar” edebiyatı yapacaktır.
Garip olan bu gerçek teröristlere bazı Müslümanların güya “teröre hayır” diye destek vermesi… Tamam, teröre biz de “hayır” diyoruz. Terörün eli kolu bağlı insanların üzerine havadan bomba yağdırmak olduğunu söylüyoruz. Asıl teröristin Batılı emperyalistler olduğunu kabul edip bu Batılı gözü dönmüş teröristlere hadleri bildirilmedikçe, dünyanın rahat yüzü görmeyeceğini ilan ediyoruz.  
Tarih 8 Mayıs 1945. Cezayirliler Fransa yanında Alman karşıtı savaş hâlinde. Fransa savaştan zaferle çıkar ve Cezayir’de kutlamalar söz konusu. Cezayirli Müslümanlar bu hava içerisinde bağımsızlıklarını ilan etmeye kalkışırlar. Ama Fransa buna razı olmaz. Fransız askerleri, gösteri yapan sivil halkın üzerine ateş açar ve sadece birkaç gün içinde 45 bin Cezayirli Müslümanı katleder. Genç, yaşlı, çocuk ayrımı yapılmadan on binlerce insanı öldürmekle yetinmeyen Fransızlar, kadınlara kızlara tecavüz ederler. Katledilen on binlerce Cezayirlinin bir kısmı şehir dışında açılan dev çukurlara gömülür. Bir kısmı ise, kamyonlara doldurularak kireç fırınlarında yakılır.
Acaba bu yapılanlar terör tarifinde kendilerine nasıl bir yer bulurlar?
Tarih 1994, yer Ruanda... BM verilerine göre 1994 yılının haziran-ağustos döneminde Ruanda’da 800 bin Tutsi ve Hutu’nun ölümüyle sonuçlanan katliamlarda Fransa başrolde idi. Tamı tamına 800.000 insan!.. Bu nasıl bir vahşettir ki, yaptıklarından dolayı Fransa’nın kılına bile bir zarar gelmemiştir. Hiç kimse dönüp bir Fransız yetkiliden hesap sormayı aklından bile geçirmemiştir.
Fransa’nın Mali, Libya ve Cibuti’de yaptıkları ise kan dondurucu cinsten. Ölüm, tecavüz, işgal, kültür emperyalizmi; her şey mevcut... Tarihin en barbar ve yağmacı ülkelerinden biri olan Fransa, sadece Kuzey Afrika’ya zulüm ve işkence taşımamış, Afrika ülkelerinden Burkina-Faso, Çad, Gabon, Gine, Kamerun, Komor Adaları, Nijer, Senegal ve Moritanya gibi ülkelerde de barbarlık sergilemiştir.
Libya devlet başkanı Kaddafi’nin bir takım desiseler ve çok uluslu propaganda faaliyeti neticesi ‘şeytanlaştırılarak’ yıkılmasının ardında Fransa vardır ve başta da o zamanki Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy... Sonuç: Fransa’nın başını çektiği müdahale neticesinde Libya’da kan gövdeyi götürdü, devlet başkanı Kaddafi hunharca katledildi, ülkenin bankalarındaki servet Fransa gibi ülkelere aktarıldı. Bölge bir kaosun içerisine terk edildi.
Aynı hadiselerin Fransa’da yaşandığını bir tahayyül edin. Ne demek istediğimizi anlarsınız. Batılı mottosu şudur: Bizim hakkımız yüz üzerinden yüz, sizinki ise ne kadarını layık görürsek! Yani, hep dediğimiz üzere, “onlara her şey hak, mazlumlara her şey yasak”… İşte bu, Batı adamının adalet anlayışıdır.
Şimdi bu çocuklar büyüdü, intikamlarını alıyorlar. Kimi Suriye’li, kimi Irak’lı, kimi Libya’lı, Çad’lı bu çocuklar tecavüz edilmiş analarının, yıkılmış şehirlerinin, öldürülmüş babalarının intikamını alıyorlar.
Batılı halklar, eğer bu intikam saldırılarından kurtulmak istiyorlarsa, kendi devletlerinden bu güne kadar işledikleri suçların hesabını sormalıdırlar. Yoksa bizden söylemesi; bu saldırıların arkası kesilmez, hele ki milyonlarca Müslüman ülkelerinde yaşıyorken…

Baran Dergisi 462. Sayı