“Gölgeler” mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun bilinen kalıp ve alışkanlıkları yıkıcı yepyeni tarz ve üslûpta romanının ismi. Bu fakir, öğretmenlikle muvazzaf, Büyük Doğu-İbda sevdalısı olma derdinde biri... Gölgeler kitabının bende bıraktığı etkiyle hemen hemen her seçimde sandık görevlisi olarak başkanlık yaptım. 12 levhadan oluşan bu kitabın 1. Levhası “Kimlik Tesbiti” başlığı ve “Bir Seçim Günü” konusuyla başlar.12 Eylül, yani ihtilâl sonrası yapılan bir seçimdir. Büyük bir ihtimalle 12 Eylül anayasa oylamasının yapıldığı seçim olsa gerek. Hani şu bizim Ak Parti muhaliflerinin karşı geldiği, lakin yeni anayasaya da karşı çıkarak karşı olduğuna teslimiyet gösterdiği anayasa. Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu ne güzel demiş; “Her daim karşı olduğun şeye alternatifini kendi fikir nispetini esas alarak has ve hususi bir edada göstermek zorundasın”. Aksi takdirde mevcut fikri yaşatmaktan başka bir iş yapmış olmazsın. İşte muhaliflerin düştüğü en büyük çıkmaz bu… Çözüm sunmamakta, bunun için gerekli insanî diyalog ve yapıcılıktan uzak durmaktalar. Yapıcı olmaktan öte engelleyici bir tavır içindeler. Mahallede oynarken mızıkçılık yapan kötü çocuk pozisyonu... Sonuç, arkadaşsız kalmak, mutsuz bir dünyaya gömülmek... Psikolojik tabirle ifade edersek, “dışlanmış çocuk sendromu.” Doğru, lakin dışlanmak için tepinip duran, akabinde, bütün yapıp ettiklerinden sonra, dışlanan çocuk... Suçlu “mahalle”nin diğer çocukları değil, mızıkçılık yapan bu çocuk... Fakat CHP başta olmak üzere bizim diğer muhaliflerle mızıkçı çocuk arasında süreç içinde ortaya çıkan büyük bir davranış farkı var.

Mahallenin mızıkçı çocuğu o kadar yalnız kalır ki artık bu duruma katlanamaz, ailesinin de arkadan desteklemesiyle eski hal ve hareketleri yapmayacağı kanaatini vererek yeniden arkadaşlarına katılır. Çocuğun ruh dünyasında derin tesirler bırakan oyun dünyasında yerini alır. Kendi kendine muhasebe yapıp dersini almış ve nihayet fert hakikatinin ancak cemiyetle birlikte olması gerektiği düşüncesi içinde yanlış davranışını düzeltmiştir. Acaba çocuğa şimdi böylesi müsbet bir tekâmül sağlayan mahalle kalmış mıdır? Rant peşinde kentsel proje adında şehir katliamı yapan belediye başkanları bunların vebalini ahirette nasıl ödeyecekler? Evet, bizim muhalifler maalesef yenik düşmenin sebebini bulmakta mızıkçı çocuk kadar maharetli ve keyfiyetli değiller. Yok, zarflarda mühür yok… Yok, “evet” mühürleri uçup Ak Parti’ye gidiyor… Yok şu, yok bu… “Yok yok” diye söylemlerde bulunurlarken ümmi tavrı bünyesinde mezcetmiş bu milletin, bütün bu saçmalıklara karnı elbette tok.

“Gölgeler”e dönelim…

Kitab, bir seçim başlığı ile başlar. Şah mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu bu eserde seçime giden insanların bir bakıma ruh tahlillerini yaparken bunun yanında demokrasiyi de ele alır. Kendi dünya görüşü zaviyesinden bu mefhumu değerlendirir. Elbette bu çabanın sonucunda demokrasiyi bir yere de oturtturur. Demokrasi, yirminci yüzyılın sosyalizmle birlikte en tılsımlı mefhumu. Yarım yamalak bir dünya görüşüne malik olanların önünde diz çöktüğü, yenik düştüğü, apışıp kaldığı Batı tandanslı bir kavram. Bütün nefslerin kendisine ram olup tapınacağı “Yunan tanrıçası Afrodit”, “Demokrat baba olmalı”, “Demokrasi de çareler tükenmez”, “demokrasi saygı ve hoşgörüyü gösterir”. Bütün cümleleri demokrasiyle pişir pişir sun! Bütün samimiyetsizlerin kalkanı olan bir kaypak anlayış. 60’lı yıllarda sosyalizm, uyuz gibi ortalığı sararken, Nurettin Topçu, Seyyid Kutup gibi ahirete intikal etmiş nice zatlar maalesef kendilerini bu mefhuma kaptırmışlar. “İslâm’da da sosyalizm vardır” diye ayet ve hadis tedarikine gitmişlerdir. Ayet ve hadis tedarikinde bulunurlarken aslolan İslâm mı yoksa sosyalizm mi diye kendilerini sorgulama derinliğine ulaşamamışlardır. Ve bu sebepten birçok insanımızı yanlış yola sevk etmenin müsebbibi olmuşlardır. Şuursuzlukları yüzünden iyi niyetleri kötüye köprü olmuştur. Farkında olmadan sosyalizmi kutsamışlar, İslâm’ı lokomotif olmaktan çıkarıp bir trenin vagonu durumuna sokmuşlardır. Seyyid Kutup’un daha sonra bundan döndüğü söylenir. Evet, şimdi de herkes “demokrasi” etrafında parendeler atmakta. Demokrat olmayı insan olmanın ve bütün durumlarda problemlerin tek çözüm yolu olarak sunmaktalar. İslâm’ın yani Mutlak hakikatin vasıta sistemi Büyük Doğu-İbda, demokrasiyi ne kutsayıp baş tacı eder ne de paçavra gibi ayağı altına alıp çiğner. İslâm’ın “bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”, “İşlerinizi istişare ederek yapınız”, “Emanetleri ehline veriniz” temel ölçüleri ışığında yerli yerine oturtur. Demokrasiyi bu temel ölçülerin ışığında kullanılacak ve kullanılmayacak yeri ve şahısları göstererek bir teknik kavram olarak düzenler. Evet, siz rahatsızsınız ve bu rahatsızlığınızla ilgili bir doktor aramaktasınız. Komşunuz var; Doktor Ali Bey... Komşunuz var; Öğretmen Kadir Bey. Meramınıza çare diye kimden yardım istersiniz? İnatçı ve ahmak değilseniz adres belli; Doktor Ali Bey… Peki, sizce milyonlarca insanın yaşadığı, içlerinde işçi, memur, çiftçi, mühendis, esnaf olmak binlerce değişik meslek ve grubu yönetmek, onlar adına karar alıp uygulamaya koymak sizce kolay bir iş midir? İnsaf ve vicdan ehli olalım. Devleti yönetmek mi yoksa doktorluk yapmak mı, daha mükellefiyet isteyen bir durum. Elbette yönetici olmak. Yönetici çok daha insana muhatap ve onların vebali sırtında. Yönetici her ilimden pay sahibi olmalı ve çok daha enstrümanla birlikte hareket etmeli. Doktor ararken normal bir vatandaştan yardım beklemeyip yine o mesleğin erbabından yardım talep ederken, ülkenin temel siyasetini kim üç kuruş daha fazla verirse onun peşinden gitmeye amade başıboş bir kitleye emanet etmek hangi izana sığar? Onun ayağına giderek binlerce içi boş vaatlerle takla atıyoruz, onların nefsini yalan ve dolanlarla okşuyoruz. Evet, Mütefekkir “yönetici nasıl olmalı, onu da ben bilirim” diyor. Yani Büyük Doğu-İbda sisteminde şahsiyet sahibi, kafa cehdi olan insanlar ülkenin istikametini belirler. Bir askeri harekâtta nasıl savaşılacağı savaşa katılıp katılmama kurmay heyetin kararı mı olmalı? Yoksa kurmay heyetiyle birlikte er ve erbaşların katılacağı bir oy sonucu mu gerçekleşmeli? Zaten bizdeki sözlüklerde tanımlandığı haliyle demokrasi hiçbir yerde –bilhassa onun beşiği olduğu iddia edilen ülkelerde- uygulanmadı, uygulanmıyor. Tanımlandığı haliyle uygulanmaya kalkılması, hayatın asli karakterine uymaz. Mesela bir okulda müdür seçimi öğretmenlere bırakılsa, değil mi?. Dıştan ne kadar da adil bir durum! Oysa bizim okulda kendimi en akıllı ben görmeme rağmen benim dünya görüşüm dışındaki insanların bana olan tutumu ve İslâm’a olan kudurganlıkları yüzünden ben asla müdür olamam. Müdürü, “çamurdan olsun bizden olsun” anlayışıyla hep kendilerinden seçerler. Veya şu kurumun başına adam seçilecek ve oylama yapılacak, inanın şu andaki sefil anlayışımıza göre hangi cemaat fazla ise “çamurdan olsun bizden olsun” diyerek kendi cemaat bağlılarını kuru kuruya seçeceklerdir. Mesele, haddizatında ehil şahsiyet, adil olma meselesi. Bunlar olmazsa teknik mânâda uygulanacak demokrasi en büyük kıyımlara sebep olur. Mesela bir köyde, öküz tıynetli biri, on-on beş çocuk sahibi, çocuklarını köyden evlendirmiş. Yüzlerce torun ve akrabası pozisyonu var. Muhtarlığa aday olmuş. Karşısında da köyünden dışarıda okuyup emekli olmuş köye hizmet etme sevdasıyla hareket eden bir kişi... Sonuç: Sittin sene o kişi muhtar olamaz, köy sürekli kendi içine kapanır, nihayet hizmetsizlikten çöküp kaymakamlığın umuduna düşer. Birçok köy ve kasabamız böylesi örneklerle idare edilmekte. Evet, “çürütücü ve öldürücü başıboş hürriyete paydos” derken, demokrasiye tarafımızca layığı ve gerektiği kadar tatbik imkanı tanınacaktır. Adalet Mutlak’a konferansında şah mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan mevzuyu bir çırpıda halledici güzel bir misal: “Bir hastanede doktor, hastasına soruyor mu “seni nasıl keseyim, nasıl ameliyat edeyim” diye? Hasta ona teslimdir; bitti!”

Evet, yirmi yıldır seçimlere görevli olarak katılırım. Bir memur niçin görevli olur? En büyük saik para kazanma. Az değil, başkansan bir günde 300 TL… Sonra başkan olmanın vereceği insanları yönetme ihtirası, güce sahip olma ve kendini önemli bir şahıs olarak gösterme… Sonra kendi partine zarar gelmesini engelleme… CHP’li isen elden geldiği kadar kendi partinin oylarının azalmasını engelle veya suiistimale engel ol… Diğer partilerde de aynı şey söz konusu… Fakat kendilerini şuurlu ve seçkin seçmen olarak gören CHP’li elemanlarda bu daha da yoğundur.

Benim katılmamın sebebi hepsiyle birlikte, özellikle insanları tahlil etme imkânını bahşetmesi… Düşünün, bir günde 352 insanla yüz yüze ol; onlara yol, yordam göster… Onların hal, eda ve tavırlarına karşı hal ve eda takın. Müthiş bir keşif süreci. Asık ve tepeden bakan bir yüz, beni Ak Parti’nin gönderdiği bir insan müsveddesi olarak gören mutsuz bir CHP’li. Zarfa oy pusulasını özenle aheste aheste koyan, sandık başında dudakları kıpır dua ettikten sonra vatanımıza milletimize hayırlı olsun temennisiyle zarfı sandığa atan, Ak Partili olma ihtimali yüksek, nur yüzlü nine… Karısıyla gelen lakin hiç konuşmayan mutsuz bir çift… Karısı ve çocuklarıyla düğün yerine gelir gibi gelen çocuklarının da bu süreci görmelerini isteyen mutlu bir adam… Önceki seçimde mağlup olmuş, “bu seçimde gününüzü göstereceğim” edasında bir şahıs… Say sayabildiğin kadar. Anlayacağınız başkaları için zor geçen süreç, benim açımdan çarçabuk bitiverir. 

Üstadımızın hayatına baktığımızda bir takım siyasî şahısları tenkid ve yine aynı şahısları meth ettiğine tanık oluruz. Bu bir tezad mıdır? Ahmak biri nazarında elbette. Derin ve ince Müslüman için ise asla… Sebeb, Üstad muhatab olduğu şahsın yaptıklarına göre tavır sergilemekte. Şahsın yaptığı müsbet hareketi alkışlamakta, menfi hareketi ise zemmetmekte. Hiç birinde aşırı yüceltme ve kutsama gütmemekte. Hakikat çilesi içinde muhatabının yerini her daim hakikate göre göstermekte. İnsan olmanın gayesi elbette bu olmalı. Yirmi yıllık süreçte Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yaptığı her seçimden sonra daha başarılı seçim yapmakta. Tecrübeleri ve birikimleri ile daha güvenli bir şekilde yol almakta. Yiğidi öldür fakat hakkını ver. Mesela eskiden tahtadan yapılmış oldukça ağır oy sandıklarının yerine daha hafif, şeffaf oy sandığını koydu. Oy verenlerin eli boyanıp başka bir yerde oy vermelerini engellemek gibi saçma bir hareketten vazgeçti. Zarflar ve oy pusulasının mührü ile oy verme mührü aynı iken bunları ayırdı. Oy verenler ‘evet’ yazılı mühür kullanıyor. Bu bahis çok önemli. Eskiden mühür oy verme kabinine konurdu, bu mührün mürekkebi bitince vatandaş çıkmıyor diye mürekkeb döktürür iyi çıksın diye güçlü vurur ve oy pusulasını ters katladığında maalesef mühür iki yerde birden gözükür. Birçok defa okuldan görevli CHP’li sandık görevlisi öğretmenlerin Ak Parti’nin şu kadar oyunu geçersiz kıldım dediklerine şahit oldum. Bu duruma sandık görevlisi vazifelilerin itiraz etme hakları da yoktu. Niye? Çok basit; mührü iki yere basmış, geçersiz. Oysa vicdan sahibi biri bunu görüp izah ettikten sonra pek ala oy geçerli oluyordu. Şimdi bu farklı mührün kullanılmasıyla tamamen engellendi.

Yine YSK’nın yaptığı en müsbet hareket seçime ait torbaları seçim sabahı seçim yapacağımız okuldan almamız… Eskiden YSK tarafında seçimle ilgili eğitim aldıktan sonra seçimden günler önce bu torba bize verilip evde endişe ile seçim gününe kadar bekletiliyordu. Bu arada eksik olup olmayacağına bakmamız isteniyordu. Bu bahis önemli.

Bu seçimde olmadı ama siz hiçbir seçimde Ak Parti’ye mühürle oy verilmiş oy pusulalarını çöplüklere atılmış gördünüz mü? Nedense basın tarafından her seçimden sonra CHP’ye ait çöpe atılmış oy pusulaları gösterilir. ‘Bu Ak Parti var ya ne hain bir hırsız parti’ diye adeta insanlar isyana sevk edilir. Sebep ‘oylarımız çöpe atılmış’. Hâlbuki maksadım senin oyunu geçersiz kılmaksa, herkesin göreceği yere niye atayım? Yaptığım hırsızlık gözükmesin diye yakar atarım. Emperyalistlerle yatağa girmekten çekinmeyen “antiemperyalist” kimi örgütlerin alevi vatandaşları galeyana getirmek için kapılarını işaretleyip boyadıklarına şahidiz. ‘Bunu Sünniler yapıyor bizi katletmek için evlerimizi işaretliyorlar.’ Tıpkı bunun gibi, önceden seçim torbalarını eve götürdüğümüzde oy pusulaları ve konacakları zarf sayısı, sandık seçmen sayısından oldukça fazla olurdu. Bunu gören Hak düşmanı bir sandık görevlisi, bu fazla pusulalarda CHP amblemine mührü basıp çöplüğe attığında ne olacaktı? CHP’li seçmen galeyana gelip isyan edecekti. Bu sözde antiemperyalist, aslında İslâm düşmanı militanlar da haksızlığa kanaat getiren insanları ayaklandırıp “devrim” yapacaklardı. ‘Yaşasın sermaye karşıtı işçi devrimciler.’ Bunlar Marksist; ama NATO’nun merkezi Belçika yardım eder, Fransa, Almanya, Yunanistan yardım eder, NATO üyeleri ve kapitalist zihniyetli tüm ülkeler yardım eder. Antiemperyalist arkadaşlar kapitalist ülkelerin güvencesi ve koruması altındalar. Yesinler sizi ve çirkin yolunuzu. 

Arkadaşlarla seçim tahmini yapıp kim en iyi tutturursa ona iyi bir yemek… En iyi tahmini ben yaptım. Lakin zahirde bir yerde yanıldım; ‘HDP barajı kıl payı kaçırır dedim’ oysa aştı. Hakikatte yanılmadım, çünkü CHP seçmenini dikkate almamıştım. CHP seçmeninin yanında tarihin en büyük haini, haçlıları ülkemizi işgale davet eden “mehdi” bozuntusu Fettoş’un elemanları da yine barajı aşsın diye HDP’ye oy verdiler. Salih Tuna şaşırdı, ama biz şaşırmadık. Onların nazarında İslâm olmasın da ne olursa olsun. Ortada İslâm olmazsa, birbirini parçalamaktan geri durmayacak kesimler, ortada İslâm varsa çok kolay işbirliğine gidebiliyorlar. Küfür tek millettir. Kuran-ı Kerim’in büyük mucizesi tecelli ediyor. İslâm olmasın da ne olursa ne olsun. Milyonlarca kişi ölsün, evler yıkılsın, umurlarında olmaz. İslâm olmasın da ne olursa olsun. Gök kubbe çöksün, yıldızlar dökülsün, İslâm olmasın da ne olursa olsun. Salih Tuna abi bak Üstad’ı ve Kumandan’ı seversin bu yüzden sana ayrı bir muhabbetimiz var. Onların kitaplarından bir tesbit, yabancı birinin Türkiye gözlemi: Bizim artık İslâm düşmanı eleman aramamıza gerek yok Türkiye’de, ismi Ahmet-Mehmet olan, bizden çok daha İslâm düşmanı bir zümre yetişmiş durumda. Evet, yabancı biri bunu niye görüyor da biz hala görmemezlikten geliyoruz. 60 ihtilalini, 12 Eylül hareketini, 28 Şubat’ı kimler yaptı? Biz de öyle birileri var ki kıçlarına kazık girse belki zevk alabilirler, lakin İslâm’a ait bir sembol gördüklerinde kudurmuş gibi acı çekerler. İslâm olmasın da ne olursa olsun. CHP’lilerin tavrı bizi şaşırtmıyor. Batı hâkimiyetini kabul edip İslâm düşmanlığı esasında Batılıların izin verdiği kadar kurulan devlet gidiyor. Salih Tuna abi şaşırmayalım. Bize düşen bu minvalde her an teyakkuzda ve uyanık, mana ve madde şartlarına ererek hazır olmak, vesselam…


Baran Dergisi 599. Sayı