Sizinle Başbaşa, Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Dergisi’nde mektuplara vermiş oldukları cevaplardan müteşekkil bir eser. Emeği geçenlere teşekkürü bir borç biliriz. Üstad Sizinle Başbaşa köşesini üçe ayırıyor. Okuyucu şiirleri, okuyucu fikirleri, mektuplara cevaplar. Emek verenlere sanırım neyi ima ettiğimiz anlaşılmıştır. Okuyucu şiirleri ve okuyucu fikirlerini de kitap halinde görmek isteriz. Artık dergilerin kapandığı, insanların mekanik duygular aksettiren dijital dünyaya hapsolduğu bir devirdeyiz. İnsana dair ne varsa çözülüp gidiyor. Cuma, bayram günlerine, ulusal günlere, yılbaşına dair kutlamalar hazır bulunup çilesiz ve emeksiz gönderiliyor ve iş tamam oluyor. Nerede ruh nerede insanın özü…
Doksanlı yıllarda iyi bir dergi okuyucusu olarak heyecanla ilk okuduğum yer okuyucusu köşesi olurdu. Benim dışımda gönüldaşların olduğunu görmek onların yürek seslerine şahitlik etmek beni çok mutlu ederdi. Gücüme güç katar mücadele azmimi artırırdı. Sohbet edası bambaşka. Nakşilik ne diyor, “Sohbet bizde esastır.” İnsanlığın en çok aradığı ve bulamadığı şey sohbet. Merkezde sohbet, zikir sonra. Gerçi Allah’ı hatırlatıcı her şeyi zikrin hasrında görebiliriz. Sohbet kalbî olur ve yerinde yapılırsa elbette zikir sayılsa gerek.
Velhasıl bu kitabı okurken çok zevk aldım. Sohbet edasında olduğu için. Sanki bütün mektupları ben göndermiş ve Üstad bana cevap veriyormuş hissini derince duydum. Onun ruhaniyetinin kokusunu ruhuma kattım. Üstad bir insanla nasıl muhatap oluyor, her mevzuu ne kadar ehemmiyetle cevaplıyor, takdir kelimesi az gelir. Okurken edeplendim, sabır ve şükür ehli yolunda mesafe katettim.
Kitapta çok beğendiğimiz yerleri başlıklar halinde kayıt altına aldık ve sizlerin istifadesine sunduk. Bunlar birbiri ile keskin hatlar halinde ayrılamaz başlıklar. “Bu oraya, şu buraya konulsa daha iyi olurdu” diyenler olabilir. Dedim ya, başlıklar birbirleriyle iç içe… Aklıma şu geldi?.. Mektuplara cevap verilen şahıslara ve ailelere ulaşılmaz mı? Onların ve ailelerin cephesinden Büyük Doğu Dergisi’yle olan münasebetleri öğrenilemez mi? Ne muhteşem bir belgesel ortaya çıkar.
FIKIH
1. Kaza namazınız var mıdır?
2. Amel bahsiniz ne derecededir?
3. İki parmağınız arasında gelincik yerine tesbih gezdiriyor musunuz?
Bu suallere hiçbir tevil yoluna sapmadan Necip Fazıl’ın cevap vermesini istiyor, yoksa Allah ve Resulüne havale ettiğini bildiriyorsunuz!
Esasen tevil yoluna sapmak adetinde olmadığını söyleyen Necip Fazıl size apaçık cevap veriyor:
1. Her şeyden evvel, sizin gibi sağlam ve ihlaslı bir Müslüman, böyle bir suali etrafına dost ve tam düşmanlarla çevrili olduğu bir aleniyet planında sormamalı ve itikadına inandığı hakir bir günahkarı alenen günah itirafına mecbur etmemeliydi! Bu hal, Halikinin “Settar-örten, gizleyen” ismini de tanıyan bir Müslümana pek yakışmaz! Bu sualler hususi şekilde sorulur ve onların cevapları hususi olarak istenir! İslamlıkta günahını haykırmak veya haykırmaya mecbur etmek yoktur.
2. Necip Fazıl, aile tazyik ve terbiyesiyle ve sırf bir görenek halinde 30 yıl namaz kıldıktan sonra bırakan bedbahtlara nazaran (hamdolsun) şu farka maliktir: İslamiyet’in namütenahi derinlik, doğruluk ve inceliğini, tam ve pazarlıksız bir bağlanışla 30 yaşındayken cihanın en büyük vesilesine tesadüf etmek saadetine ermiş ve ondan sonra da amel borcunun kat’iyeti ve ihmal götürmez mutlakiyeti itikadına sımsıkı bağlanmış, amele de başlamıştır. Bu hususta daha fazla tafsilat vermeyi şunun için reddeder ki, borcunu şu veya bu mikyasta eda etmiş görünmek iddiasında gurur, etmemiş görünmekte de günah vardır. Hiçbir ferdin Allah’a borcunu mutlak olarak eda edebilmesine imkân yoktur. Size Arapça iki mısraın tercümesini takdim edelim: “O günah ki, insana utanç verir; kibir veren ibadetten daha hayırlıdır.”
Necip Fazıl, 30 yıl papağanvari ibadetten sonra onu bırakmış bedbahtlardan olmamasına karşılık, hiçbir amel zimmeti bulunmayan bahtiyarlardan da olmadığı için, ancak, içi kan ağlayan mustariplerdendir. O, İmam-ı Rabbani hazretlerinin bir kölesi sıfatıyla bilir ki, tek vakit namaz borcu olan adamın bu borcu kazadan başka yolda sarfedeceği her zaman parçası geri ödenmez bir kayıptır. Fakat bütün bu kayıplar sureta telafi edildikten sonra da “oldu-bitti” sanmaktan büyük kayıp yoktur. Amelsiz her şey yalandır; fakat amelin sadece dış ve madde mükellefiyetini yerine getirmekle de hiçbir şey gerçekleşmiş olmaz. Bunun içindir ki, amelin maddesiyle beraber ruhunu yerine getirmiş bir mümin, günahkâr da olsa, iman uğrunda her şeyini fedaya hazır bir kardeşine “günahını itiraf etmezsen seni Allah’a ve Resulüne havale ederiz!” tarzında bir sual sormaz…
3. Necip Fazıl, iki parmağının arasında hiçbir zaman gelincik gezdirmemiştir ki, onun yerine tesbih gezdirip gezdirmediğini söyleyebilsin? Tesbih, birçoklarında bir parmak tiryakiliği, bir incelik, bir süs; gerçek Müslümanlarda ise sadece bir gönül ahengidir. Gönlünde o ahengi duyan, onu, bir iplik üzerine dizili taşları çekmeden de sayabilir. Necip Fazıl’ın gönlündeki sese gelince, her kulun gönlündeki ses gibi, işte onu Allah’a ve Resul’üne havale etseniz fena olmaz.
Bize, bütün bu inceliklerin izahı imkânını bağışladığınız için size teşekkür eder, aynı zamanda kusurlarımızı da bağışlamamız ricasıyla hürmet ve muhabbetlerimizi sunarız…
-…Şu veya bu şahsın münafık, MİT ajanı, şu veya bu olması gibi şüphe mevzularına verilecek cevap, keyfiyetlerin Allah’a havale edilmesi ve kesin delil olmadıkça insanlara bu gözle bakmanın günah olmasıdır.
-Peygamberin gösterdiği mucizeler, her birinin kendi devrinde halk tarafından en büyük kıymet telakki edilen marifetler üzerinde olmuştur. Hazreti Musa devrinde sihirbazlık pek müterakki bulunduğu için bu Peygambere Allah’ın kendisine lütfettiği mucizeyi bütün sihirbazları mağlup etmek suretiyle göstermiştir. İşte bu yüzdendir ki bahsettiğiniz yazıda Hazreti Musa’ya “Büyücüler Ustası” denilmiştir; yoksa bu hak Peygambere büyücülük isnadı için değil… (1943)
-Heyhat ki, pek aziz okuyucumuz, din inceliklerini yanlış öğrenmekten birçok münevverin düştüğü hataya siz de, elbette istemeyerek düşmüş bulunuyorsunuz. Ne yeni, ne de eski harflerle, Türkçeleştirilmiş Kur’an-ı Kerim bahis mevzuu olamaz. Kur’an, nazil olduğu dilden, kelimelerden ve her husustan hiçbir şekilde ayrılık kabul etmez. Başka bir dille ancak Kur’an’ın zahiri mana ve meali öğrenilmiş olur ki, o da sadece o dil içinde Kur’an’ın zahiri meali olur ve Kur’an olmaz. Türkçe Kur’an sözü dünyanın en batıl anlayışıdır. Türkçe Kur’an olamaz… Bu o kadar ince bir noktadır ki, buna bile bile “olur” demek sadece küfürdür. Bir başka incelik de, Kur’an’ın, kendi Arabi telaffuzuyla olsa bile başka harflerle yazılamayacağıdır.
1) Sihir, hususi hassalara malik bazı eşya, bazı kelimeler ve hatta tamamiyle menfi ve maküs istikamette kullanılan bazı ruhi vasıtalarla, dine zıt ve din nazarında şiddetle mezmum olarak yapılan bir şeydir.
2) Hakikatte sihir vardır; sihire inanılır; fakat bu devirde bunu tesirli olarak yapabilecek kimseler bulunabileceğine inanılamaz. Böyle bir şey yapabildiğini iddia edenlerin çoğu şarlatan ve dolandırıcıdır.
3) Sihirin dinle alakası, muazzam bir günah olmasından ve yapanın da yaptıranın da küfre kadar varan müthiş bir vebal altına girmişinden ibarettir.
SANAT
-Hususiyle şiirin baş meselesi olan forma yakınlığınız ayrıca takdir mevzuu… Fakat sıradan bir şair olmamak ve kendinize mahsus bir form dokuyabilmeniz için denemelerinizi sürdürmeniz gerekiyor.
-Şiirlerinizi okuduk. Orta bir hassasiyet cevherine ve oldukça düzgün bir ifade kıymetine maliksiniz. Büyük Fransız şairinin hayat kısa sanat zor… tarzında belirttiği çetinliği yenebilmeniz için, çok, pek çok çalışmanız ve kendinizden asla emin olmamanız lazım.
-Bizim şiir ölçümüzü soruyorsunuz. Güzel sual… Bizim şiir ölçümüz şekle, üstün şekle, şeklin esaretini yenmiş üstün şekle tam bir bağlılık tarzında hülasa edilebilir. Fakat ilave edelim ki, zahir de şekilden mahrum gibi göründüğü halde deruni bir şekle; ve bir iç ve dış muhteva kıymetine malik her şiiri, bir gün bizimle aynı şekil ölçüsünde birleşmesini bekleyerek şimdiden malımız kabul ediyoruz...
-Size çok okumanızı ve ancak lisana tam manasıyla tahakküm edebilecek hale geldikten sonra kalem tecrübelerine girişmenizi tavsiye ederiz.
-Firenkçe kelimelere sıpor, tiren, pilak vesaire şeklinde kullanmak ve tam manasıyla Türk hançeresinin hususiyetlerine bağlamak gayesindeyiz.
-Bize köy hayatı ve folklor bahisleri üzerinde yazacağınız yazılar büyük mikyasta alâkamızı çekebilir.
-Bahsettiğiniz hikâyeler maddi hareketten ziyade ruhi hareketi ön plana almak davasındadır. Böyle hikâyeler ya çok muvaffak olur, ya hiç…
-Manzumelerinizde biraz daha mana ve ruh, renk v eda titizliği istiyoruz. Kendi kendinizi kolayca tatmine razı olmayarak yazarsanız, evvela kendinizi sonra da bizi memnun etmiş olursunuz.
-Biz şiiri sadece hece ve kafiyenin dar çerçevesi içinde görmüyoruz. Bazen manzume içinde şiire rastlanacağı gibi, manzume olmayan yazılarda da şiir bulunabilir. Sanat kıymetini haiz her yazının bir şekli vardır.
-Şiirlerinizi tetkik ettiğimiz zaman çok iyi ile çok az iyiyi içi çe gördük. Size, mısralarınızın üstünde fazla uğraşmanızı tavsiye eder, yeni yazılarınızı bekleriz.
-Hikâyenizde hakikatten ziyade, hayale yer verişiniz doğru değil. Hiçbir zaman realiteden uzaklaşmamak lazımdır.
-Hikâyede prensibimiz, adi vak’a tertiplerinden ziyade ruhi harekettir.
-Artık sizden, her biri derin hassasiyet ve muhteva cevheri vadeden şiirlerinize mukabil, aynı kıymeti belli başlı bir şekil ve nizam içinde temsil edecek yeni manzumeler bekliyoruz… Selamlar…
-Yeni tip şiirler, gerçek ve üstün şekil davasını halletmedikçe, edebiyat tarihine ancak bir bunalma ve muvazene kaybı başlığı altında geçebilir.
-Şiirinizi belirttiği ilahi vecd bakımından pek beğendik. Fakat edebi keyfiyet ölçüsünü, vecdinize denk görmek ihtiyacındayız. Selam size olsun…
-Picasso isimli ressamdan bahsetmek, Büyük Doğu’nun bütün cihan sanat hareketlerini takip ve değer ölçüsünü tesbit borcundadır. Görmezlikten mi gelelim? Yabancı isimlerle alakamız da aynı hikmete bağlı... Netice şudur ki, biz, Büyük Doğucu gençlerin, dar bir hayat görüşüne değil, cihan çapında bir bakış, tartış ve değerlendiriş zaviyesine sahip olmasını istiyoruz.
ANLAYIŞ-GÖRÜŞ
-Ayasofya’nın yarıya bölünerek, yarısında Müslümanların ve yarısında Hristiyanların ibadet etmelerine dair teklifinizi, gülümseyerek okuduk. Suyun içinde ateş yakmak ve ateşin tasında su içmek mümkün olsaydı, dediğiniz olabilirdi. İki ayrı din arasında arzu ettiğiniz gibi müşterek ibadethane misalini henüz beşeriyet tanımıyor. İsa diye bahsettiğiniz ulu Peygamberi sadece Allah’ın kulu ve Resulü bilmeniz ve bütün zaman ve mekânın Resulünü kabul etmeniz şartıyla müştereken ibadet edebiliriz. O zaman siz, Müslümanlığı kabul etmiş olur ve Hazreti İsa’nın da bir Müslüman olduğunu anlarsınız. Allah, her kuluna hidayet nasip etsin.
-…Nitekim makine işi bir Acem halısı taklidinin teşhirinden en çok Acem halısı memnun olur. Biz, ancak gençliğin aziz tarafları adına kusurlu taraflarını ele almak mevkiinde değil miyiz? (1943)
-Gençliği onun kalbini ve ümidini kırmadan irşâd yolunu araştıralım…
-Okuyacağınız kitaplar hakkında size bir liste yapmak, meylinizi, mizacınızı, ne hususta ilerlemek istediğinizi bilmeye bağlıdır.
-Tanrı Kulundan Dinlediklerim makaleleri Necip Fazıl’ın herhangi bir şahıstan fiilen dinledikleri değil, mücerret bir fikri hacimli ve hareketli göstermek için iki kişi arasında cereyan eden bir konuşma şeklinde yeni bir tarzdır. Fakat bu yazıların şüphesiz ki, kâmil bir irşad edici manasına Necip Fazıl’ı büyük mikyasta nimetlendirmiş bir zata manevi bir ithaf tarafı vardır.
-…Eğer biz gayet güzel ifadelendirdiğiniz şekildeki resimleri mecmuamıza koyuyorsak, bunu da sadece ahlak ve ruhi bütünlük adına yapıyoruz. Bir hadisenin tenkit zaviyesinden teşhiri, onun terviç gayesiyle ortaya atılması değildir. Bu inceliğe dikkat ediniz. (1943)
-“Köpeklerin uluması yüzünden kamerin nurundan gözlerimi çevirmem” diyen şark şairinin ölçüsünü, Büyük Doğu’ya havlayanların tarif yolunda kullanan mektubunuza ilave edilecek bir şey yoktur.
-Peygambere inanmadan Allah’a inanan Kadı Bedreddin bu hak yolun dalalet istikametinde olanlarındandır.
-Hayretler içindeyiz; zira sizin gibi bir fizik öğretmeni, “rengi olmayan cisim ve cisim olmayan renk” teşbihinin bir fizik meselesi değil, sırf gözle tezahür planından birbirinden ayrılması imkânsız olan hadiselere karşı edebi bir teşbih unsuru olarak kullanıldığını anlamalıydı. O yazıyı yazan İstanbul ve Paris üniversitelerinde felsefe okumuş bir zattır ve bir fizikçi olarak bilmeniz lazımdır ki, felsefe kültüründe yüksek riyaziye ve fizik bilgisi şarttır. Maksat, iman ve İslam’ın bir arada barındığını göstermek için, sadece güzel tezahür ve teşekkül planındaki cisimlere ait renk ve madde iştirakini belirtmektir. Yoksa hacmi olup da rengi olmayan, hatta hacmi hiçbir ölçüye girmeyen ve buyurduğunuz gibi karanlıkta göze renk diye hitap edecek hiçbir tarafı kalmayan maddelerin mevcudiyeti, bir orta mektep meselesidir. Kaldı ki biz, hata etsek bile, bundan, ulvi ve münezzeh dinimiz asla hissedar olamaz. Her şeye rağmen iyi niyet ve alakanızın minnettarıyız. Askerliğiniz bitince sizinle fiziğin son nazariyeleri üzerinde hasbihaller etmeği temenni ederiz. Hürmet ve selamla.
-…Zira Maraş’tan bize gelen mektuplar, Diyarbakır’dan gelenlerle daha farklı bir muameleye tabi değildir ve bizim nazarımızda şuralı veya buralı yok, insan vardır; insan ve bu arada seçilmiş insan olarak şu, şu, şu vasıflarda kimseler…
-(Halkadan pırıltılar) Reşahat, Nefehat, Mektubat gibi en makbul eserlerden devşirilmektedir.
-Haklısınız! Fakat unutuyorsunuz ki, biz, bugün tam iyiyi değil, mümkün olduğu kadar az fenayı talep etmek ve yolu yavaş yavaş açmak vaziyetindeyiz. Mesela bir içki masasında ağzına hiçbir şey koymayan insanın hali methedilirken, onun, böyle bir masada bulunmasındaki suç bir an için ağıza alınmazsa bundaki hikmeti kavramak gerekir. Din ve hikmet, tedriç kanununu amirdir. Tarikatte tevbe de böyledir.
KELAM
Hayr ve şer Allah’tan olduğuna göre insan iradesi ve azminin rolü ne olabilir diye soruyorsunuz. Bu ve buna benze sualler toprak ve deniz kadar eski ve klasiktir ve asla kadere inananların gönlünde küçük bir silinti veya kazıntı bile yapabilmiş değildir. Allah’ın iradesi, bütün had ve derece tasavvurlarından münezzeh, o namütenahi kudrettir ki, kulun iradesini muhtar bırakarak tahdid etmek iktidarındadır. Yani cebretmeden cebretmenin insana muhal gibi görünen sanat ve kudretine malik olandır ki, Allah’tır.
OKUYUCUYA GÜZEL İFADELER
-Sesimiz sizin gibiler üzerinde akis buldukça bizim için her mükâfat yerinde demektir. Artık çekmeye hazır olmayacağımız çile yoktur. Selâm ve bağlılık.
-Sizin gibiler olmasa, mücadeleyi değil, toprağa basmanın bile değerini kabul etmezdik. Allah’a sığınalım ve bize kâmil zafer ihsan etmesini dileyelim. Selam ve sevgiler…
-Kalbimize merhem gibi gelen güzel hislerinize şükranla mukabele ederiz.
SELAM VE SAYGI…
-Şükranlarımızı bildirecek ve size minnettarlık derecemizi vasıflandıracak kelime yok… Selam size olsun.
-Aynı yolun yolcusu olarak sizi selâmlar ve dualarınıza canevimizden iştirak ederiz. Allah’ın selâmı üzerinize olsun.
-Büyük Doğucu gençler adına çektiğiniz ve bizi baykuşlar arasında kartala benzettiğiniz telgraf, kalbimizin ve dudağımızın hararetini içmiştir.
Aylık Baran Dergisi 36. Sayı Şubat 2025