Herşeyin başı imân... İster Hak, İster Batıl kutuplarda olsun, her oluş için imân şart...
Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri şöyle buyuruyor:
"Evvela inanmaya inan!.. Neye ve nasıl olursa olsun, inanmaya inan!.. Onsuz ne biz mevcuduz, ne de başka bir şey... İstersen, bir odun parçasının tepesine sırmalı bir külâh geçir ve ona inan!.. Fakat inan!.."(l)
İnanmanın hakikati Allah'a inanmak... Allah'a inanmanın hakikati de Allah Resûlüne imanla mümkün... İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, Allah Resûlüne imân ve aşkının tezahürü olan Hakikat-i Ferdiyye adlı eserinde "imân nedir?" sorusunun cevabını şöyle verir:
"İman, "zevken idrak" demektir; demek ki "sezgi", keşif melekesidir ve keşfin sıhhati de İslâmi ölçülerde... (...) İmân, "kalb gözü" ile görme işi, "zevken idrak", sezgi ve bedehat davası..."
Demek ki imân, akıl çerçevesinde olan bir şey değil. Akıl üstü, sezgi ve bedahat davası...
İnsanın hakikatini akılla anlamak mümkün mü? Aklı alet olarak alan ilimle bu mümkün mü?.. Bu soruların cevabını Hakikat-i Ferdiyye'de "iman metedolojisi" bahsinden gösterelim:
"Tasavvuf ehlinin yüksek ölçülerinden biri olarak, alimler, İslâm akidelerinin en basit bir meselesi üstünde bile akıl cephesine karşı tereddüt ve şüpheden, şek ve reybden büsbütün kurtulamazlar. Zira o meseleler nebilik feyz ve nurundan alınmıştır. Peygamberlik tavrı ise aklın ötesindedir. Zahiri beş hassenin akıl işinde tesiri olmadığı yani aklın gördükleri, zahiri idrak aletleriyle anlaşılamadığı gibi, Şeriat ölçülerinin mahiyetleri ve üstünlükleri de akılla kavranamaz. İlim akla bağlıdır. Bu yüzden ilim kâfi gelmiyor."
"Peygamberlik yolu aklın ötesinde..." olduğuna göre O'nun varislerinin yolu da aklın ötesindedir. Peygambere inandığını söyleyip aklı tek rehber alan kimse çelişkidedir. Allah Resulü'nün bildirdikleri Mutlak Doğru'dur... Mutlak ölçüler, imânımız ve peşin fikrimizdir... Mutlak Doğrular karşısında akla, "ne diyorsun?" diye soran mümin olamaz... Öyle ki, kuru akılla gidilirse vahiy ve Kuran dahi inkar edilir. İmân, kalb ile olur, akılla değil...
Akıl bir şeyi kuşatınca anlar. Allah ise kuşatılması muhal, kuşatması mutlaktır. Akıl, şeri ölçüleri kuşatamadığı için inceliklerini de anlayamaz. Bunun için İslâm'a akıl çerçevesinde inanmak küfre varır... Çünkü, Şeriat ölçülerinin mahiyetlerini anlamakta akıl yetersizdir. Şeriat ölçüleri bedahet ifade eder. İmân bedahattir. Bedahetin olduğu yerde delil ve ispat kıymetten düşer.
İnsan ve toplum meselelerini çözebilmek için "bütünlük şuur"u gerekli... Bu ise, İslâmı insan ve toplum meselelerine tatbik edebilmenin, “ruh, anlayış ve sistem”ini gerektirir. Akıl, "bütünlük şuuru" için yeterli değildir, tüm varlığı kuşatamaz... Sınırlı akıl, sınırsız ilahi dini nasıl kuşatsın?..
İmân, akla üstün... Ve bunun tedaileri halinde şunları sıralıyabiliriz:
Ruh maddeye, hikmet (tefekkür) ilme, sezgi akla, feraset ve basiret bilgi yüküne, kalb gözü deney ve gözleme, anlayış melekesi kitap yüklü merkepliğe, idealizm rasyonalizme, sır idraki "dır" ve "tır"a, ince mücerred kaba müşahhasa, keyfiyet kemmiyete, bilmediğini bilen bildiğini bilene, vayh ve ilham akıl ve duygulara, irfan (bilmeyi bilicilik) ezbercilik ve bilgiçliğe, marifet kuru bilgiye, tahkiki ilim taklidi ilme, bedehat delil ve ispata, hikmet bilgisi kalıp bilgisine, ince idrak kaba akla, idealist materyaliste, kalb ve ruh mütehassısı teknikler ve laboranta, insan robota üstün...
Sormak lâzım!.. Dünyada aşksız, vecdsiz, heyecansız, hayretsiz ne oluyor ki? İlim bile hayretten doğuyor... Maddeci bile maddeciliği ruhi çabayla kuruyor. İmân olmadan hiç bir şey olmuyor. Ruh ve inancı reddettiğini söyleyen ve maddeyi ölçü alan bile bir şeye inanıyor. Yani maddeye inanıyor. Materyalist bile materyalist telakkiye iman ediyor. Hayatta imânsız birşey olmuyor. Maddeciler bile ruhi çabaya muhtaçlar: Bilgi için de ruhî çaba. İBDA’dan işaretleyelim:
"İnsanın düşünce faaliyeti ile devşirdiği bilgi, faaliyetine, faaliyeti ise son tecridde ruhi çabaya dayanır. Bu bilgi edinmenin kaynağı, ruhçuluğun en büyük hücceti olarak, yalnız ve özellikle ruhçu bir anlayışa sahip olanlar için değil, maddeciler için de geçerlidir; Maddeciler de maddeci görüşlerini ruhî çabayla kuruyorlar. Çünkü ruh olmadı mı hiç bir şey yok!.."
Her şeyin olduğu gibi aklın da hakkını veren İslâmdır. İslâma göre akıl, bağlı akıldır... Akıl, şeriate bağlandıktan sonra faaliyette bulunur. Bizde aklı reddetmek yok; fakat akıl, ruhun karşısında acziyetini idrak edecek ve ondan sonra dilediği gibi faaliyette bulunacak. Bizde akıl, ağzı kantarmalı at gibidir; bağlandıktan sonra koş koşabildiğin kadar...
Şu hikmeti İBDA külliyatından gösterelim:
"Hiç bir şeyi izahla çözemediğimiz gibi izahsız da yapamıyoruz... Bu iş ne akılla olur, ne de akılsız...''(3)
Sezgi felsefesinin kurucusu Bergson'a, "sen aklı iptal ettin ama, akılla iptal ettin" diye itiraz edilince şöyle cevap verir:
— “Demek ki aklın vazifesi kendini iptal etmekmiş!”
Aklın hakikatini İBDA Mimarı'ndan işaretleyelim:
"Demek oluyor ki, insanın ARAMAK ZORUNDA olduğu akıl, hakikatini "İslâm aklı"nda bulur... Ve, ve, ve; aklın "ruh"a bağlı bir keyfiyet, onun "hasrı" içinde olması bakımından her adımda "ruh" hakikatine, yani "ruh hakikatinin hakikatine" bağlı bir seyir belirtmesi gerekir... Anlaşılıyor ki büyüdükçe ruhun önünde dize gelen "Selim akıl" başka, akılsız akıl başka!.."(4)
Aklın hakikatini gösteren İslâm... Akıl, İslâma tâbi olduktan sonra, akıl planında idrak edilmesi gereken meseleleri çözer... Sırt dönmek yok... Çünkü, "hakikatler Allah'ın tecellisi'dir" Akıl, koşabileceği ve ulaşabileceği sınırlarda bunları arar, bulur... Fakat, imân ve aşkın ulaşabileceği noktalara varamaz. Bir misal: Allah Resulü miraçta en üstün noktaya aşk kanatlarıyla çıktı... "Aşk bomba ise akıl da iğne..." Bu hikmetleri akıllıca idrak etmek gerek... Yoksa akılsız akılcı durumuna düşeriz... Bizdeki akıl, "selim akıl"...
Akıl hakkında kıymet hükmümüz:
— "Bu iş ne akılla olur, ne akılsız!"
Hicri XV. İslâm asrı neslinin, tam ikmalli ve teçhizatlı olacağı Dört Büyük Halifenin şiarları sırasıyla şöyle: Merhamet, celadet, edeb ve akıl… Akıl ve hikmet Hz. Ali'nin şiarı... Herşeyin olduğu gibi aklın da hakkını verecek İslâm neslinin tek örnek alacağı ümmet kadrosu ise sahabilerdir…
Aklı sonuna kadar geren ve büyük fikir çilesi çeken İmam-ı Gazali Hazretleri "gördüm ki bu iş akılla olmuyor? Peygamberlik tavrı aklın ötesindedir." der ve Peygamberlik nuruna sığınır. Bütün ilimlerde devrinin en üstünü olan büyük deha, kurtuluşu aklî ilimlerde değil, aklın üstündeki tasavvuf yolu-ruh yolunda bulur. Ve hakikate ulaşır, çilesinden kurtulur...
Hayat kesintisizdir... Eşya ve hadiseler her an yeni... Hayatı akılla kuşatmamız mümkün değil... Çünkü akıl, hayatın kesintisiz akışına mukabil, hakikati durgunlaştırarak inceler ve eşya düzenini katılaştırır... Eşya ve hadiseleri kuşatacak, onların üzerine çıkacak bir şey gerekli... Bu da zaman üstünden olan ruhtur... Zamanî olan akıl kesintisiz hayatı izah edemez. Çünkü akıl donuklaşmadır, bağdır. Akıl, eşya ve hadiselerin iç yüzüne, sırrına, batınına ulaşamaz...
Ruh, zamanî değil, "zamanüstü"ndendir. Akıl ise, zamanîdir, zaman üstüne sıçrayamaz.... Eşya ve hadiselere hakim olmak zamanüstü bir cehd gerektirir. Yokluğa direnen yanımız, "ruhî çaba"dır... Zamanın ve varlığın gayesini arayan" ruhî çaba"... Neticesi Hak olsun, batıl olsan bütün arayışların kaynağıdır...
Akıl, ruhun karşısında dize gelmek zorunda... Zaten akıl da ruhun bir şubesi, İBDA'nın işaretlediği terkibi hüküm halinde şu: "Akıl, ruha bağlı bir keyfiyet halinde mahlûktur..."(5)
Bilmek değil, anlamak lâzım... Akıl bilse dahi, anlayan kalbtir. Abdülhâkîm Arvasi Hazretleri buyuruyor:
"İlim insanın cehlini alır, ahmaklığını almaz."
İslâm kalbin yolu... Kuru akılla gidildiğinde ortaya çıkan İslâm değil, küfürdür... İslâm'ın bâtın yönünü, ruhu, ruhaniyeti inkar eden tasavvuf düşmanlarının düştüğü durum budur. Üstadımız, kuru akılcı İbn-i Teymiyye'yi "İslâm materyalisti" diye yaftalar. Kuru akılla Şeriatı anlamaya kalkanların sonu budur... Allah Resûlü'nün kıldığı namaz ile sıradan bir müminin kıldığı namaz arasında bâtın farkı vardır. Yoksa zahirde ikisi de namaz. Hiçbir mümin kendi kıldığı namazı Allah Resulü'nün namazıyla eşitlemek edepsizliğini gösteremez. Kainatın Efendisiyle sıradan bir müslümanı aynı kefeye koyan mümin olamaz... İslâmın batın yönünü reddedenler böyle edepsizliğe ve ölçü tanımazlığa varırlar. Akılsız akılcıların sonu budur...
Kuru akılcılar kader sırrını anlamazlar... Çünkü kader akılla anlaşılamaz. Kader, itikad mevzuudur. Kuru akılcı İslamcılar kaderi inkar ederler... Ölümden sonra hayatın varlığını da akıl anlayamaz. Fakat kuru akılcı "mealciler" ölümden sonraki hayatı kabul ettiklerini söylerler. Bunlar kaderi akla uymadı diye reddederlerken akla uymayan ölümden sonraki hayatı kabul ederler. Bunlar aklı da sonuna kadar götüremeyen yarım akılcılar...
"Mealci", "Kaynakçı" denen kuru akılcı mezhepsiz takımı kendi akıllarıyla Kuranı tefsire kalkarlar ve, "Kim ki Kuranı aklıyla tefsir ederse küfürdedir" hükmüne muhatap olurlar. Bu sapıklar, iman sahibi olduklarını iddia ederken tasavvuf ve rabıtanın "bilimsel değeri" olmadığından dem vururlar. Bunlara sormak lazım: İmânın da aklî ye bilimsel açıdan bir değeri yoktur. Ölçünüz akıl ve bilimsel değerler ise niye Allah'a imândan bahsediyorsunuz?.. İmân, insanın her zerresine kadar işlemiştir. Fakat bunu bilimsel yöntemlerle tesbit edemezsiniz. İmânı ve ruhu deney masasına yatırmaktan daha büyük ahmaklık olur mu? Hem de bu ahmaklıkları İslâm adına savunmak düşünülebilir mi hiç? Bir de bu çelişkiyi görmeden Allah’a imândan bahsedenlere ne demeli!..
Tasavvufu bilimsel bulmayan ve kanıtlamaları ilmîlikten uzak gören bu "kalb gözü" körler, vahyi ve ilhamı kuru akıllarıyla nasıl izah edecekler? Ve Kur'an'a inandıklarını nasıl iddia edebiliyorlar? Kuran vahiyle inmedi mi?.. İslâma göre; imân, akla üstündür. Bunlara göre ise akıl üstündür. Yani bunlar akla imân etmiş küfür soyundandır...
Aklı ruha bağlamayan, ruhun bir şubesi görmeyenlerin "imân"dan bahsetmeleri ve "imân" sahibi olduklarını iddia etmeleri çelişkidir. Böyleleri, bu çelişkiyi görmeyecek kadar akılsızdır. Bu hususta işaretlediğimiz İBDA hikmeti: "İmân, bir sezgi ve bedahat davasıdır; ve akıl, onun peşinde bir idrak buudu olarak ölesiye yürümeye memur bir yolcu..."
Bizde akıl, ruha bağlı bir şube ve memurdur...
İnsanda herşeyden önce oluşan eleştiri-tenkid şuurudur. Fakat bu şuurun kaynağı akıl değil, ruhtur. Bu hikmetleri İBDA külliyatından işaretleyelim.
"Akıl bir şeyi kuşatınca anladığına göre, aklın anlayacağı kemiyetler ve keyfiyetler âlemiyle (halk âlemiyle) sınırlıdır. Ruh ise, halk âleminde cesetle birleşmesine rağmen, her türlü keyfiyetten uzak olduğu için, aklın sınırları dışındadır. Burada akla düşen pay, ruhun bilinmezliğini, bilinmezliği içinde bilmektir. O halde "ben şuuru’nun kaynağına inerken akıl ve ruh kutbunun son tecridinde, ruh kalır. Ruh olmadan madde olmuyor ama, madde olmadan ruh oluyor. "(6)
Allah'a inanmayanın bile tersine iman sahibi oluşunu aynı eserden gösterelim:
"İşi "kutub" noktasında ele alırsak alakalardan sile sile derinleşildiğinde son tecridde ortada sadece ruhun yolu "imân" kalır. İnanmanın hakikatinin Allah'a Resulünün gösterdiği yoldan imân etmek olduğunu, mücerred inanmanın bunun için varolduğunu idrak ettikten sonra, inanma gücünün her meselede kılavuzluğunu görürüz. Meselâ. bilinmeyen önündeki bir ilim adamının meseleye yönelişi kadar, onun önündeki "çabası-itici gücü", bu inancının ifadesidir. Aynı şekilde, bu çabaya girmemek de. "olmaz" inancıdır: inançtır."
"O halde. Allaha inanmayan da aslında tersine iman sahibidir. Önce hükmü koyuyor, sonra bu doğrultuda sürekli düzenleme, toplama, çıkarma faaliyetleri... Bu faaliyetlerin çıkış noktasını destekleyip desteklememesi de devam ve değişim sebebi...”(7)
Kuru akılarına uymadı diye İslâmın emir ve hikmetlerini reddedenler, idrakten, ferasetten ve basiretten yana nasipsiz oldukları gibi akıldan yana da bir hayli fukaradırlar... Ne batı tefekkürünü bilirler, ne İslâm tasavvufunu... Fikir, ahlâk, idrak, irfan, imân ve akıldan da mahrumdurlar.
İlahiyat ve İman Hatiplerde çöreklenmiş bulunan ve çoğu mezhepsiz olan sözde ilim adamı kuru akılcılar, ilim ve aklı islâma değil. İslâmî ilim ve akla uydururlar. Bunlar hakkında ölçü:
"İslâm, ilim ve akla uygundur" sözü şuurla söylenirse küfüre varır"
Kuru akılcı ilahiyat mamülü hocalar (!) türlü türlü sapıklıklar içindedir. Kimi melekleri inkar eder, rüzgâr olduklarını söyler, kimi Hristiyan ve Yahudileri de cennete sokar, kimi "miraç cismani değil sadece ruhanidir" der, kimi İslâmın batınını, tasavvufu inkar eder, batın yolu kahramanlarına dil uzatır, kimi hadisi, icma-ı ümmeti, kıyası reddeder, sahâbîlere dil uzatır, kimi de kuru aklına uymadı diye Kur'an'ın bazı ayetlerini çıkarmaya dahi cüret eder... Çoğu da laik (dinsiz) düzeni destekler. Fatih'in Voyvoda'ya gönderdiği ve sarıklarını çıkarmadıkları için öldürülen ilim adamlarıyla günümüzdeki sözde ilim adamı bu sapıklar arasındaki farkı düşünelim. Ve, imanın hakikati Allah için can vermek olduğuna göre gönüllü rejim davulculuğu yapan bu ilahiyat mamüllerinin imândan da mahrum olduğunu görelim. (Zaten kuru akılla iman bir arada barınmaz)... "O zaman bunlar niçin TV'lerde ve basında boy gösteriyorlar. İslâm adına konuşuyorlar” diye soracak olanlara cevabını verelim: Bunlar, küfür rejimini din ile payandalamaya çalışan alçak ve aşağılık insan soyudur... Belhüm adal...
İmân, sır idraki demektir. Sır idraki olmadan iman olmaz. Allah en büyük sır... "Bilinmez meşhur''... Akıl kuşatınca anlar, yani akıl, sır idrakini anlamaz... Halbuki sır idraki olmadan imân olmaz...
Biz ruhçuyuz... İslâmın ruhçuluğu... Üstadımızdan "ruhçuluk" prensibimiz:
"Ruhçuluk, eşya ve hadiseleri kendi içlerinden çıkan kuru müşahade ve kuru tecrübe, kuru akıl ve kuru bilgi kanunları üstünde, madde gözüyle görülmez müessirlere bağlamak..."
Hz Mevlana: "Aşkı anlamakta akıl, çamura saplanmış eşek gibidir."
İkbal: "Çağdaş insanı (sadece) akli faaliyet (e yönelmesi) kör etti. Ruhunu mânevi hayata yönelmekten alıkoydu."
Dört köşe madde hendesesi yürekleri ve kafaları körletir.
“Batı, kuru akıl harikasıdır..." ... Batılılaşma sürecinde, bizde de kuru akıl öne çıkmış, ruha karşı maddeci görüşler revaçta olmuştur. Batı, insan aklının hakkını veremeyen kiliseye karşı direnip, kuru akılda harikalar meydana getirirken "ruh usaresi”nden eksik kaldı. Ye bunalımı da bundan oldu. Biz de ise. batılılaşma cereyanı aklı putlaştırırken, batının aradığının aslıyla bizde olduğu unutuldu ve çıkmaza girildi. Ne aklın, ne ruhun hakikati bilinemediği gibi pozitivizm ve rasyonolizmin tesirinde kalınıldı. Batıda pozitivizm ve rasyonalizm, çoktan iflas etmesine rağmen, bizde, üstelik "aydınlanma" diye bu felsefelere sahip çıkıldı. Tabiî hiç bir akıl, fikir, id rak, ahlak çilesi çekilmeden... Herhangi bir muhasebeye gidilmeden... “Halbuki, herşey Doğu'dan geldi, herşev, yani ruhumuz..." Tabiî bu hakikatin fikirde ve aksiyonda gösterilmesi gerek... İşte 150 ciltlik BD-İBDA külliyatının fikir, ilim ve sanat eserleri bunun çilesini gözler önüne serer. Dünya görüşleri arasında muhasebe ve murakabesini gösterir... Ve Kurtuluş Yolu'nu işaretler...
Kurtuluş Yolu'nu billurlaştıran İBDA anlayış mihrakı müslümanın sorumluluğunu şöyle ifade eder: "İmân, olmuş bitmiş bir şey değil, sürekli yenileniştir... Bu yenileniş ne?.. Memur olunan zaman döneminde, zamanı "topluluk hakikati"ne nisbetle bütünlemek..."
Ruhun aleyhinde aklın değer kazanmasına müsaade etmeyiz. Aklı da inkâr etmeyiz. Nasıl inkâr edelim ki, aklı, ruha bağlı bir keyfiyet olarak görüyoruz. Fakat, ruh ve aklın terkibinden bahsetmiyoruz. Ruh ve aklı eşitleyip sentez yapmamız sözkonusu değildir. Akıl, ruha bağlı bir keyfiyet... İman akla üstün... Bizde herşey yerli yerinde ve âhenk içinde... İslâm, baştanbaşa nizam demektir... İslâm zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamıdır.
İnsanlık, hakikat adına ne arıyorsa aslını İslâm'da bulmak durumunda... Her şeyin hakikatinin İslâm'da olduğunu cemiyet meydanındaki kavgası ile bayraklaştıran İBDA fikir ve anlayış mihrakıdır... İzbelerde sürünerek, boş laf üreterek değil, fikir ve aksiyonuyla bunu gösterendir... Allah ve Resulüne pazarlıksız imân davası da budur...
Kaynaklar:
1; Salih Mirzabeyoğlu, Hakikat-i Ferdiyye İBDA Yay. sh. 36
2; Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl'la Başbaşa, 2. Basım sh. 55
3; Salih Mirzabeyoğlu, Hakikat-ı Ferdiyye
4; Salih Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği 3. Basım sh. 170
5; Salih Mirzabeyoğlu, İslâma Muhatap Anlayış sh. 28
6; Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa 2. Basım sh. 56-57
7; a.g.e. sh. 57-58
Akıncı Yolu 11. Sayı
1 Mart 1996