Bir kan hücresi, kalpten çıkıp yirmi saniyeden kısa sürede bütün damar ağını dolaşabiliyor; böylece hızlanan maddenin enerjiye yaklaşma kuralı bedenimizde gözle görülen bir deneye dönüşüyor. Kan, demir-oksit içeriği sayesinde fotonik titreşimler ve minik manyetik alanlar üretiyor. Bu yüzden akış hâlindeki kan, hem maddî varlığımızın motoru hem de görünmez ruh-nur-nar(enerji) boyutumuza açılan organik bir köprü konumunda. Bu açığa çıkan manyetik “ruh (nefs) hanemize”, insanların alanından duygu bağı ile yakın ya da uzaktan aldığımız tesirler, psikolojimizi ve iç dünyamızın halini belirlemektedir.

“Kişi sevdiği ile beraberdir” ve “kişi arkadaşının dini üzeredir” hadisleri hikmetince insan, müspet duyguları ile bağlı olduğu “kişilerin ve sistemlerin” manyetizmalarından tesir yolu açarak kendi “ruh (nefs) hanesini” şekillendiriyor. Hane nasılsa, hanedeki zatımızda (nefs) o dengeye geçiş yapmaktadır. İnsandaki bu manyetizma, canlı ve cansız olan her şeyde eşyada hatta şehirlerimizde markalarda devletlerde dahi farklılık göstererek bulunmaktadır.

Modern psikoloji ruh kelimesini nefsin yerine kullanarak meseleyi hem salt beyinsel titreşimlere indirgemiş hem de ‘Ruh’ kavramını basitleştirerek insanın tüm iç alemini kolayca incelenebilir ve ulaşılabilir hale getirerek insanı eşrefi mahlukat anlayışından uzaklaştırmıştır.

“Ruhsal hastalık” dedikleri aslında nefse ait bozulmalardır; ilaçlar ile yapılan şey, beynin iletken devrelerini uyuşturmak ve problemi ertelemektir. Yukarıda bahsettiğimiz duygusal bağı doğru kurmamak, ilaç sanayisinin de bu durumu fırsata çevirmesine olanak sağlamıştır.

Kur’an’ı Kerim’de ‘Sadıklarla ve salihlerle beraber olunuz’ ayeti, insanın içsel sorunlarının çözümüne doğru çok önemli bir yönlendirmedir. Duygusal ve fikri birliktelikler arada mesafe gerekmeksizin, manyetik olarak güçlü olanın güçsüz olanı şekillendirdiği bir hadisedir.

Nasıl ki bir veliye veya mütefekkire gönülden bağ kurmak kişinin nefsini ve iç alemini müspet yönde değiştiriyorsa, pop-idol, siyasetçi ya da ekran fenomenine rabıta eden, onların dengesini kendine uyumlamaktadır. Bu şekilde manyetik bozulmaya uğrayan kişilerin içsel istidatları mucibince karakter ve aksiyonlarını da şekillendirmesi kaçınılmaz oluyor. Çocuklar, anne-babasından bir yaşa kadar etki alarak onların dinî ve ruhî durumları üzere şekil almakta, doğru şekilde muvazeneye sahip olmayan aileler de maalesef sağlıklı (hayrlı) evlat da yetiştirememektedir.

Sosyal medyanın “keşfet” akışı, TV’deki güncel programlar, bu manyetik etkileşimi güçlendirmektedir. Her menfi görüntü ve ses, kalbin manyetik alanına kısa bir şok gönderir. Dopamin sıçrar, adrenalin yükselir, zihindeki rahmanî frekans dip gürültüsüne dönüşür. Aynı dakikada milyonlarca insan bu dalgalara maruz kalınca toplu kaygı, tatminsizlik ve öfke patlamaları kaçınılmaz olur. Yani kolektif olarak da bozulma/düzelme hasıl olma yolu açıktır.

Beden, iç dünyamızda oluşan her gerilimi salgı bezleri üzerinden biyolojiye tercüme eder. Adeta ruh dilini hormona çeviren görünmez bir tercüman gibi çalışır. Kalp, saniyede elli-altmış kez büzülüp gevşeyen et parçası olmaktan çok öte, vücudun ana elektromanyetik jeneratörüdür. Sevgiyle dolduğumuzda kalp kası genişler, ritmi yumuşar, uzun süren kederde üzüntüde ise kasılmaya başlar, kanı pompalarken zorlanır ve EKG çizgileri aritmi sinyalleri vermeye başlar.

“Ruh (nefs) hanemizin” diğer ismi de duygu alanıdır. Melekuttaki 7 kat gök timsali 7 hormon bezimizin oluşturduğu manyetik alanımızı oluşturmakta. Hipofiz bezi, troid bezi, ya da beynin tam ortasında nohut büyüklüğündeki epifiz bezi, örneğin vahdet ve benlik bilincinin anteni gibidir. Geceleri melatonin salgılayarak uyku düzenini kurarken, manevî tefekkür anlarında beyne dinginlik dalgaları yollar. “Anten” Allah’a çevrildiğinde huzur hissedilir fakat anten “benlik yayını” işgal ederse, aynı epifiz aşırı dopamin salgısını tetikler ve kişi sürekli takdir arayan egoist bir merkeze dönüşür.

Göğüs kemiğinin ardında mercimek büyüklüğünde bir timüs bezi de vardır: çocuklukta aktif, yetişkinlikte sönük görünür ama sevgi-şefkat titreşimleriyle yeniden canlanabilir. Timüs dengeliyse bağışıklık sistemi harp nizamı gibi çalışır; ancak uzun süreli kırgınlık, değersizlik ve kronik hüzün timüsü büzüştürür, T-hücre üretimi düşer, vücut en basit virüse karşı bile dirençsiz kalır

Karnımızın sol arka tarafına gizlenmiş pankreas, öfke stres ve iradenin kimya mutfağıdır. Bastırılan hiddet, pankreasın insülin ayarını bozar; kan şekerinin ani yükselip düşmesi hâlinde beyin “daha çok glikoz” sinyali verir, bu kısır döngü yıllar sonra tip-2 diyabete kapı aralar.

Aynı hatta böbrek üstü bezler kronik korku ve güven (cesaret) fıçısına döner. Sabah dinç kalkması gereken insan yorgun uyanır, “adrenal yorgunluk” diye tarif edilen bitkinlik baş gösterir.

Bütün bu sistem, duygular “Allah için” yaşandığında yani sevgi ibadete, hüzün tevbe ve teslimiyete dönüştüğünde uyum içinde kalır. Kalp atışı koordine olur, epifiz berrak rüyalar gösterir insanı kibirden uzaklaştırır, pankreas sabit bir şeker dengesi tutturur iradeyi güçlendirir, timüs sevgiyi güçlü ve dengeli tutar. Ama duygular dünyevî aşırılıklarla, yanlış mihraklara bağ kurarak dengesiz ve negatif hale sokulmasıyla bu bezler yorulur, hormon senfonisi kakofoniye döner ve psikosomatik hastalıklar (ritim bozukluğu, migren, reflü, kronik yorgunluk, anksiyete v.b) peş peşe sahne alır.

“Fizik, metafiziğe tabiidir” hikmetince, insan veya eşyanın fizikötesi boyutunda nasıl bir bozulma varsa, fizikî hayatında ve bedeninde o doğrultuda değişimi gözlemlemektedir. Kişi bulunduğu ortamdan, şehirden, ailesi ve arkadaşlarından, yiyip içtiklerinden mütemadiyen tesir aldığı için, bu konulardaki manen durumuna göre de iç alemi o nispette dengede olacaktır. İnsanın “âdem” sıfatlarını alabilmesi, salih bir iç aleme sahip olması için çok yönlü ve dikkatli yaşamalıdır. Düşünce duygu fikir madde her şeyin temelinde manyetizma var.

Salt maddeye bağlı ve sınırları maddî konu ve kalıpların belirlediği hayatlar, bir balığın denizde değil akvaryumda yaşamasına benzemektedir. Akvaryumdaki balık nasıl ki dışarıdan birinin verdiği yem ve vitaminlere muhtaç ise bu insanlar da gerçek hürriyete varamadığı sürece sistemin vereceği pudralara ihtiyaç duyacak, geçiştirici ilaçları kurtuluş görmeye devam edecek.

Eğitim sistemi herkesi kapsamıyor, Müslümanları parya görüyor
Eğitim sistemi herkesi kapsamıyor, Müslümanları parya görüyor
İçeriği Görüntüle

Makale: Ertan Ülkü
Aylık Baran Dergisi 40. Sayı Haziran 2025