Allah Resûlü’nün, “Dünyada rahat yoktur!” diye buyurmasına rağmen, dünya hayatının ve bilhassa modern hayat tarzının rahat ve alışkanlıklarını bırakamadığımız gibi, bazen de anlamadan savunmaktayız.
Hayat tarzımızı ideolojimize uydurmamız gerekirken, alışkanlıklarımızın ve hayat koşuşturmacısının esiri olduk.
Basit meseleler dahi olsa hayat tarzımıza uymayan alışkanlıklar mühim; çünkü bir müddet sonra alışkanlıklarımızı ideoloji yapmaya başlıyoruz ki, basit meselelerden, ufak tavizlerden başlayan keyfî yorum ve davranışlar büyük boyutlara ulaşabiliyor. Zaten böyledir, taviz, tavizi doğurur. Onun için, “her bağımlılık kötüdür” denmiş.
Şeriata ve İBDA ölçülerine göre alışkanlıklarımızı-huylarımızı kısaca tarzımızı düzeltmeli ve gerekirse yeniden inşa etmeliyiz. Şeriatı ve İBDA ölçülerini keyfimize ve alışkanlıklarımıza göre yorumlama tehlikesine karşı her an tetikte olmalıyız. Bize göre İBDA değil, İBDA’ya göre biz…
Hayat tarzımız… İdeolocya ve Yaşamak… İdeolocya ve İhtilal… Bunları özümsemek, şuur ve hayat tarzı haline getirmek, en küçük meselelerde bile tüttürmek. İdeolocyaya göre yaşamak- önce zor olsa bile- daha sonra zevk haline dönüştürmek… Kalıplaşmadan ve şablondan da kaçınarak her an kendini yenileyerek, her an imânını-aşkını tazeleyerek…
Üstad bunun için diyor: “Yaran kabuk tutmasın, her an deş, tazelensin! / Sen ağla, gafil gülsün, nâdân yelpazelensin!”
Kitap okumak başka, amel etmek başka. İBDA’yı ve ölçülerini bilmek itikadın aynı değil. Rahatını bozamayan bazı İBDA’cıların yaptığı, ideolojik mastürbasyondan ve bir müddet sonra da halini meşrulaştırıcı yorumlardan başka bir şey değildir. Sadece İBDA’cı olmak bizi kurtarmıyor, her an bu mânâyı şahsiyetimizde tüttürmek gerekiyor. İBDA’cıyım demekle her şey bitmiyor, bilakis her şey başlıyor. 
Halbuki ideolojimiz-dünya görüşümüz bize şunu diyor: “Rahatı rahatsızlıkta bilmek…”
“Müslümana dünyada rahat yoktur!” ölçüsünün işaret ettiği gibi, dünyaya keyif çatmaya değil de bir imtihana geldiğimiz şuuru ile fani âlemi değerlendirmek; fani zevklerde kaybolmadan ebedî âlemdeki yerimizi hazırlamak.
Sefilliği nisbetinde o kadar mühim bu hayat, çünkü dünya hayatı ahiretin tarlasıdır. Burada ne ekersek, öte dünyada onu biçeriz! Burada rahat eken, öte dünyada rahatsızlık biçer. Burada rahatsızlık eken, öte dünyada rahat biçer.
“Rahatı rahatsızlıkta bilmek” tesbiti, dünya hayatındaki sıkıntıları göğüslemeyi ve dava için yaşamak ve gerekirse çile çekmeyi hayat tarzı haline döndürmek demektir, bunu tabiî karşılamak demektir. Nasıl ki namaza başlayana önce zor gelir, daha sonra ise alışır ve onu hayat tarzı haline getirir ve bundan zevk almaya başlar.
 Rahatsızlıkları bile rahat bilenler, kader sırrına ermiş rahat insanlardır. Bu bir yaşama kültürüdür, yaşama zevk ve anlayışıdır. Allahtan korkmayanı, Allahın her şeyden korkutması gibi; “Allaha mâlik olan neden mahrumdur” sözünde olduğu gibi…
Genelde Müslüman özelde İBDA’cı için de durum böyledir. Cihad, hayatın özüdür ve bir hayat tarzıdır. Müslümanın (İBDA’cının) yemesi-içmesi, uyuması bir işte çalışması her şeyi bu amaca matufdur ve Müslüman (İBDA’cı) rahatı bozulmayacak diye bir anlayışa, ehlikeyif bir dünya görüşüne mensup olamaz… Kısaca, dünyaya yaşamaya, keyif sürmeye gelmedik; hayat, dünyadan ibaret değil, asıl hayat ötede. Ölümden sonra hayat yokmuş gibi yaşamak bir Müslümana yakışmaz. Diğer taraftan ise, dünyada rahat arayan ve rahatına düşkün olanlar en çok stres çekenlerdir. Çünkü, ister kafir için olsun, ister Müslüman için olsun, dünya hayatı özü itibariyle rahata uygun değildir. Maddî rahatlar vesile olsa bile insanın mutluluğu psikolojiktir. Bunun için her şeyi olanlar mutluluğu yakalayamayabilir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Hukuk Edebiyatı isimli eserinden, Müslümanın (İBDA’cının) rahatı arzulamasına da eleştiri bağlamında şu tesbiti iktibas edebiliriz:
“Meseleyi, modern ruhbilimin en büyük buluşlarından birine temasla biraz açmak istiyorum… Evet, modern ruhbilimin en büyük buluşlarından biri şudur: Bir kimse mutlu yaşamak için hayatın bazı zevklerinden vazgeçmesini bilmeli ve başkalarına karşı fedakâr olmalı, kendini disiplin altına sokabilmelidir… Yalnız kendini ve çıkarlarını düşünmek, şahsî isteklere bağlı olmak, insanı bencilliğe götürür; bencilliğin sonu da, ıstırap ve mutsuzluk…”
Öte yandan bir diğer handikap ise rahat çukurunda vaktini ziyan eden bazı arkadaşların iş yapmamak hususunda kafalarında oluşan bürokrasi, devlet bürokrasisinden kat kat fazla; bahaneler sıralamalar, inciler düzmeler. ideolojik mastürbasyonlar….
Suçu karşı tarafa atıp rahatlama ve kendi mesuliyetini unutturma çabaları hiç de tatmin edici değil. İnsanı rahatlatsa da, kendi kendimizi kandırma, çürütme ve pörsütmeden başka bir şey değil.
Modern hayat tarzının koşturmacasından zevk alır hale gelen ve bununla oyalanan sözde Müslümanlara sorsan “hep meşguldür!”, “vakitleri yok!”; tembelliğe bahane dayanmıyor. Ondan sonra düşmanlarımızdan müştekiyiz. Sesimiz, sayımız kadar çıkmıyor. Neden?
Ağlanıp sızlanmak, şikayet ve dedikodu etmek kadınlara özgü hâllerdir ve cihad ruhunu ve vazifesini yitiren erkekleri bekleyen tehlikelerdir. Toplum olarak da biraz böyle olmuşuz! Öncü kadro olma iddiasındakilerin öncü olacaklarına artcı olmaları, eleştirdikleri ve değiştirecekleri toplum gibi olmaları kendilerini kaybetmelerinin acıklı halidir. Ayaklar baş, başlar ayak olma halidir; veya baş olma iddiasındakilerin ayaklara tâbi olmasıdır.
Teoride İBDA’cıyız ama pratikte nasılız? Hayat tarzı davası? İBDA, sadece teori değil, sadece bilme değil, onu özümseme hayat tarzı haline çevirmedir.
Zaten İBDA’nın kelime manasında da bu vardır ve kendinden zuhur İBDA diyalektiğinin temelidir…
İBDA’nın bariz ve mümeyyiz vasfı olan devrimciliği, “toptancılık” diye algılamak yani “toptan reddederek rahatlamak” şeklinde eleştirdiğimiz duruma da düşmemek gerekir. İşin işe adamın da adama bağlı olmasına nazaran insanlarla uğraşmak, onları sıçratabilmek yahut olduğu yerde değerlendirmek gerekirken, bunun zorluğundan ve insanların ağız kokusunu çekmek külfetinden dolayı asıl yapılması gereken devrimci tavrı bırakıp, toptan reddetmenin verdiği rahatlığa sığınmak ve bunu da suret-i haktan görünerek devrimci tavır gibi nefsine ve kendi gibi olanlara kabul ettirmek de ucuza ve rahata kaçan bir tavır değil mi? Kafa ve beden konforunu bozmayı gerçek rahat ve mutluluk bilmek ve bundan zevk alacak hâle gelmek! Hiçbir hayat tarzında bulunamayacak maddî ve manevî zevkleri ve Allah rızasını tatmak için, alışkanlıklarımıza ve moderniteye esir olmamak için; bunu da küçük çaplarda bile olsa iş ve eserimizde, aksiyonumuzda izhar etmek en mühim şiarlarımızdan olmalı.     



Baran Dergisi 81. Sayı