İngiliz edebiyatçı Virginia Woolf’un bir ses kaydını dinledim; kelimeler hakkında konuşuyordu. Kelimelerin tabiatından, lûgatlerde değil insanın aklında var olduklarından, yaşadıklarından bahsediyordu. O sakin ve akıcı konuşması sırasında “Ölüm Odası B Yedi” ve O’nun “yeni bir dünya sunan” dili gözümün önünde canlanıverdi. Pek çoğumuzun okurken zorlandığı bu eser, işlenen bahislerde kelimeler, kelimeler arası iştikak bağları, kelimeler arası ebced tevafukları ile, aslında bize açtığı hakikat kapılarından içeri buyur eden bir dünya.

Ölüm Odası-B Yedi, okurlarına “kaç kelime ile konuşuyorsan o kadarcıktır dünyan” esprisini hatırlatan, hatırlatmakla kalmayıp meseleler içinde dilin imkânlarını keşfetme yolculuğunda rehberlik eden bir eser bizim gözümüzde. İşte bize tüm bunları söyleme vesilesi olan Virginia Woolf şöyle başlıyor konuşmasına:

- “Kelimeler, İngilizce kelimeler, yansımalar, anılar, bağlamlarla dolu. Yüzyıllardır insanların dudaklarında, evlerinde, sokaklarında dolaşıyorlar. Bu da günümüzde onları yazmanın başlıca zorluklarından biri. Başka anlamlarda, başka hatıralarda da barınıyorlar... Ve geçmişte pek çok beraberliğe önayak olmuşlar. Mesela, şu muhteşem “kızıla boyamak” (Macbeth’ten) kelimesini, “kalabalık denizler” (Macbeth’ten) akla gelmeden kim kullanabilir ki? Eskiden, -tabiî İngilizcenin yeni bir dil olduğu günlerde- yazarlar, yeni kelimeler icad edip kullanırlardı. Günümüzde yeni kelime bulmak çok kolay. Yeni bir şey gördüğümüzde, ya da yeni bir hisse büründüğümüzde ânında dudaklarımızda bitiyorlar. Fakat İngilizce eski bir dil olduğundan bunları kullanamıyoruz. Yepyeni bir sözcüğü eski bir dilde kullanamazsınız. Çünkü açık ama bir yandan da gizli bir gerçek var ki, kelimeler tek ve bağımsız oluşumlar değil, başka kelimelerin parçalarıdırlar. Hem de bir cümlenin parçası olmadan kelime bile değildirler. Kelimeler birbirine aittir. Tabiî elbette “kızıla boyamak” kelimesinin “kalabalık denizler”e ait olduğunu da yalnız büyük şairler bilir. Yeni kelimeleri eskileriyle birleştirmek cümle oluşturmak için kaçınılmazdır. Yeni kelimeleri doğru kullanabilmek için tüm bir dili yeniden üretmek gerekir.  Ki, bu, şüphesiz bu noktaya gelsek de bizim işimiz değildir. Bizim işimiz mevcut eski İngilizce ile ne yapabileceğimizi anlamaktır. Eski kelimeleri yeni bir düzenle nasıl birleştirelim ki, kalıcı olsunlar ve estetik olabilsinler, hakikati söyleyebilsinler. Sormamız gereken budur. Bu soruyu cevaplayabilecek kişi, dünyanın sunacağı zafer tacını hak edecektir. Yazma sanatını öğrenmenin ve öğretmenin nasıl birşey olacağını düşünsenize. Bu durumda elinize aldığınız her kitap, her gazete hakikati söyler veya bir estetik ibda ederdi.”

Kelimelerin birbirine ait oluşunu, onların farklı dillerde olsa da aynı hakikati dile getirmek için nasıl bir araya geldiğini, İBDA Mimarı’nın kelimeleri kurcalayarak bir çilingir ustası gibi hakikate nasıl kapılar açtığını, hâlihazırda Ölüm Odası-B Yedi isimli eserinde okuyoruz.

“Eski kelimeleri yeni bir düzenle nasıl birleştirelim ki, kalıcı olsunlar ve estetik olabilsinler, hakikati söyleyebilsinler. Sormamız gereken budur. Bu soruyu cevaplayabilecek kişi, dünyanın sunacağı zafer tacını hak edecektir” diyor V. Woolf. Peki, bunu gerçekleştiren İBDA Mimarı’nın eseri neden yeterince yankı bulmuyor, üzerinde konuşulmuyor, tartışılmıyor dersiniz? Bu eseri, içimizde ve dışımızda gerçek anlamda değerlendirebilecek bir şuur, bir münekkid, bir fikir işçisi henüz ufukta görünmese de, kelimelerin tabiatı hakkında V. Woolf’un açtığı pencere bizce mühim:

- “Kelimeler, en vahşi, en özgür, en sorumsuz, en başına buyruk şeylerdir. Elbette onları düzenleyebilir ve alfabetik sıralamayla sözlüklere koyabilirsiniz. Fakat kelimeler sözlüklerde yaşamaz, akılda yaşar. Buna kanıt istiyorsanız, onlara en çok ihtiyacımızın olduğu duygu dolu anlarımızda hiç kelime bulamadığımızı hatırlayın. Ancak sözlük var emrimize hazır. Alfabetik sırada yarım milyon kelime var. Peki kullanabiliyor muyuz? Hayır. Çünkü kelimeler sözlüklerde yaşamaz, akılda yaşarlar. Sözlüğe bir kez daha bakın. Şüphesiz ki orada Anthony ve Kleopatra’dan daha muhteşem oyunlar, Bülbül Kasidesi’nden daha güzel şiirler, Gurur ve Önyargı ile David Copperfield’ı basit ve amatör işi gösterecek romanlar bulunuyor. Bütün mesele, doğru kelimeleri bulmak ve onları doğru sıraya koymak. Bunu yapamıyoruz, çünkü sözlüklerde değil akılda yaşıyorlar. Peki akılda nasıl yaşıyorlar? Tuhaf ve çeşitli şekillerde. İnsanların yaşadığı gibi orada burada bulunarak, aşık olarak, arkadaşlık ederek. Tören ve geleneklere bizim kadar bağlı olmadıkları bir gerçek. Soylu kelimeler sıradan olanlarla arkadaşlık ediyor. İngilizce kelimeler Fransızca kelimelerle, Almanca kelimelerle, Hintçe kelimelerle ve isterlerse siyahlarla evleniyor. (...) Dolayısıyla böylesine ıslah olmaz bir serseri için yasa koymak hiçbir işe yaramaz. Üzerlerindeki tek kısıtlamamız birkaç önemsiz dilbilgisi ve imla kuralı olabilir. Haklarında söyleyebileceğimiz tek şey, yaşadıkları o derin, karanlık ve gelişi güzel ışıklandırılmış mağaranın (aklın) kıyısından dikkatle baktığımızda söyleyebileceğimiz tek şey, onları kullanmadan önce düşünen, kullanmadan önce hisseden, ama başka birşeyi düşünüp hisseden insanları sevdikleridir. Oldukça hassastırlar ve kolaylıkla içe kapanabilirler. Saf olup olmadıklarının tartışılmasından hoşlanmazlar. Saf bir İngilizce toplumu oluşturursanız, kızgınlıklarını saf olmayan bir İngilizce toplumu başlatarak göstereceklerdir.”

Kürtçe, Kırgızca, Türkçe, İngilizce, Fransızca, Arabça, Farsça kelimelerin söyleniş ve anlam bakımından birbirine ne kadar yakın durduklarını, akrabalıklarını, hattâ kardeşliklerini, iştikak ve ebced tevafukları ile ortaya koyan Ölüm Odası’nın, dilin –veya dillerin- birbirleriyle akrabalıklarını ortaya koymaktan ziyade, onların bu akrabalık ve kardeşlik ilişkisi ile işaret etmekte olduğu hikmetlerle, İslâm hikemiyatı binasını yeni bir üslubla inşa etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Eğildiği meselelere bakıldığında, İslâm Tasavvuf ve Hikemiyatı’nın temel meselelerini yeni bir üslub ve tarzla ele aldığını görürüz. “Ben kimim?” sorusunun, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nda her dem taze oluşu, bu eserde de görülmektedir. Öyle ki, Telegram işkencesi altında kaleme aldığı bu eseri, “zehiri şifaya tahvil eden” mizacı dolayısıyla, “Telegram Feylosofisi” olarak adlandırır. Peki, kelimeler neden bu kadar dosttur Mütefekkir’e? Bir cevabını Virginia Woolf veriyor:

- “(Kelimeler) kendilerine tek bir anlam yapıştıran, onları tek bir tavra hapseden şeylerden hoşlanmazlar. Çünkü değişim tabiatlarında vardır. Belki de en tuhaf yanları budur; değişim ihtiyaçları. Bunun sebebi yakalamaya çalıştıkları gerçekliğin çok yönlü olması, bir o yanda, bir bu yanda parlamasıdır. Bu yüzden birine başka, diğerine bambaşka şeyler ifade ederler. Bir nesil için anlamsızken, bir nesil için apaçıktırlar. Ve bu karmaşıklık nedeniyle, farklı insanlara farklı şeyler ifade etme güçleriyle ayakta kalırlar. Belki de günümüzde büyük bir şairimizin, romancımızın ve eleştirmenimizin bulunmama sebebi, kelimelere özgürlüklerini vermeyişimizdir. Onları tek bir anlama, işimizi gören anlamlarına, trene yetişmemize ve sınavı geçmemize yardımcı olan anlamlarına mecbur bırakıyoruz.”

Woolf’un işaretledikleri çerçevesinde İBDA Mimarı’nın eserlerine bakınca, kelimelerin O’nunla neden bu kadar yakın bir dostluk kurduğunu da sezebiliriz. “Kelimeler bizim hakikati ifade etme aracımız” diye beylik olarak söylediğimiz söz artık mahiyet değiştiriyor olabilir mi: “Kelimeler aynı zamanda bizim hakikati bulma aracımız”. 

Baran Dergisi 356. Sayı