Modern zamanların döne döne devrini tamamladığı, Amerikan yüzyılının sona erdiği, bu sisteme ait, miadı dolmuş yapıların yıkıldığı, para ve iktidar arasındaki ilişkinin farklı bir biçimde kurulduğu bir değişim ve dönüşüm sürecindeyiz

Kapitalist tarih ve modern çağ iki ana temel unsur üzerinde yükselir: Ulus devlet ve evrensel ölçekte örgütlenmiş-örgüleştirilmiş bir kapitalist-modernist sistem. Fakat, kurguladığınız üst sistem akıl bazında ne kadar düzenli ve tezatsız bir biçimde örgüleştirilmiş olursa olsun “Mutlak Fikir”le bağı yoksa, bir bütün olan âlemi kendi bütünlüğü içinde kuşatamaz... Her ân yeniden varolan âlem, her defasında bu kuşatılmışlıktan kurtulur, yeni formlar içinde kendini ifadeye geçer. Dolayısıyla, mutlak olana açlık duymayan, “bütün”ün arayışı içinde olmayan ve bütünün düzeni için çaba sarf etmeyen insanın da, doğru hükme varma ve doğru hükmü görüp tanıma gibi bir şansı olmaz. Çünkü, düşünen şuurun kendisine şuuru yoktur. İşler ters gider, düzeltilecek şeylerin sayısı hiç bitmez. Sistemin kapsam ve karmaşıklığı arttıkça, yanlışın kendi doğrularını doğurduğu bir süreç işler; vazgeçme, yanlıştan geri dönem imkânı kalmaz. Yasal düzenlemeler artar ve katılaşır, kırılgan bir hâl alır; esneklik, değişim ve uyum kapasitelerini yitirirler. Disiplinler arasında branşlaşma ve dağıtma artar; parçalara gösterilen dikkat yüzünden “bütün”ün idaresi elden kaçar. Kurumsal dejenerasyon had safhaya ulaşır, illegalite bir devlet politikası hâline gelir. Resmî ve düzenli yapılar, iktidarın ağlarından kurtulan gayrî-resmî ve düzensiz yapıları kendi içinde üretmeye başlar. Sermayeye geri dönüşler azalır, kapitalist gruplar yatırımlarını ticarete değil, büyük ölçekli spekülatif kârlar getiren iş alanlarına yönlendirirler. Yasal olan ahlâkî olanın, çıkar ilkenin önüne geçer. Sermayenin aşırı birikimi, finanslanma uğraşmayı ticaretten daha cazip hâle getirir. Bu da toplumun geniş kesimleri üzerinde buhrana ve toplumsal kutuplaşmaya sebep olur. İnsanlar kendilerini yalnız ve çaresiz hisseder, çaresizliğin ezilmişliği içinde sığınacak bir yer ararlar. Bu hâl neyin nesi, nereden gelip nereye gidiyoruz, benim, ailemin, yakınlarımın sonu ne olacak soruları insanı sıkıştırmaya başlar. Tüm bu sorular ve sorunlar ahlâkî ve iktisadî çöküşün habercisidir. Ahlâkî çöküş de tüm üst sistemin çöküşü demektir.

Genişleme ve refah dönemlerinden çok krizlerle karakterize kapitalist sistemin ve çözülmekte olan Amerikan rejiminin hâl-i pür melâli de bu minvâlde... 1968'de dünyanın en zayıf ülkelerinden biri olan Vietnam karşısında tutunamayıp çekilmek zorunda kaldığı günlerden beri başlayan kriz ve çelişkileri artarak devam ediyor. Askerî ve mâlî alanda yaşadığı kriz ve bu alanlardaki başarılarına bağlı olarak seyreden dünya üzerindeki güç kullanma tekeli, hem kendi insanı hem dünya nezdinde meşruiyetini yitirdi. Hegemonya fonksiyonunu yerine getirmesi güçleşti. Giderek de hâkimiyet krizine dönüştü. Kapitalist dünya ekonomisinin ufkunu, hacmini ve nüfuzunu geliştirmekle beraber, modern devletler arası sistemin alışıldık işleyiş tarzını değiştirdi. Alışılmadık uygulamalarıyla da, kapitalizmin vazgeçilmez bir özelliği olan; devlet güçleriyle mâlî güçler arasında dengeyi bozdu, bir türlü kurulamıyor, bunun ağır bedelini de istikrarsızlığın sürmesinde çıkarı olan çevrelerin dışındaki tüm insanlık ödüyor.

Dolayısıyla, tüm alanlarda gerileyen, başta “organik merkez” olmak üzere ilişkileri bozulan, kriz ve çelişkileri artarak devam eden Amerika'nın artık Amerikan Merkez Bankası (FED) eliyle kalpazanlık yaparak, dünya ticareti üzerinde baskı kurarak doları rezerv para konumunda tutması, kendini finanse ettirmesi ve kapitalizmin lider ülkesi olarak kalması hayli zor. Çünkü, piyasaları etkisi altına alan kriz geçici değil, kalıcı; arızî değil, yapısal... Kapitalist sistemin hâkim tepelerini tutan yöneticilerin kontrol gücünün ötesinde bir hareket kabiliyetine sahip. Bu da onu, modern devletler arası sistemin köklü yapılarının taşıyabileceğinden daha güçlü ve yıkıcı kılıyor. Üstelik devlet otoritesine karşı çıkışların arttığı kaotik bir ortamda, Amerika gibi güçlü bir devletin bile, “kukla devlet”ler dışında kendine ciddi müttefikler bulması ve bunları çıkarlarının Amerika'nın dünya gücünün sağlamlaştırılmasına ve genişlemesine bağlı olduğuna ikna etmesi oldukça zor.

Fakat, tüm bu olumsuz şartlara rağmen, Amerika dışında yeni-kapitalist bir gücün ortaya çıkmasını istemeyen Pentagon ve müttefikleri, güdümlü kaos ortamından yeni bir dünya düzeni çıkarma, en azından koalisyona dayalı bir hegemonya kurma peşindeler. Artık tek bir devletin “kab”ına sığmayan kapitalist gücü denetim altına almak için her yolu deniyorlar. Buna karşılık, artık devletlerle tanımlanmak istemeyen, ulus-devleti aşma ve dönüştürme eğiliminde olan lider konumundaki özel girişim kurumlarıysa kozmopolit bir kapitalizmden yana, bunun yolunu da devletle birliktelikte değil, ondan uzaklaşmakta buluyorlar. Bu da modern devlet sisteminden ve devlet kapitalizminden yana tavır koyanların işini zorlaştırıyor.

Dolayısıyla, Pentagon ve müttefiklerinin, hiç bir topluma ve toprağa bağlı olmadan, istedikleri yerde serbestçe çalışma hakkı isteyen mâlî güçleri zora dayalı olarak denetim altına alma girişimi, dünya ticareti üzerinde baskı kurarak sürekli rezerv para konumunda tuttuğu Amerikan dolarına yönelik güvenlik krizini artırabileceği gibi, tüm servet ve devlet  gücünün dayandığı, dünya çapında örgütlenmiş ve hiç yıkılmaz diye baktığı yapıları da yerle bir edebilir. Böyle bir yıkım, ne adına ve kimin için “ilerleme” olduğu herkesin bildiği bir sır olan ilerleyişin kaosa ilerlediğini, hiçliğe vardığını, “gelişmişlik”in ağır bedelini ödeme zamanının geldiğini gösterir. Lâkin, işin hazin tarafı, ilahî inayete mazhar olacak istidadları kalmadı. Tapındıkları maddî âlemle kurdukları ilişki fıtratın gücünü tüketti, kalbin nurunu söndürdü, insanı insan yapan hasletleri öldürdü. Oysa, ilahî sevgiye mazhar olmak, ancak adil olmakla mümkündür. Bu da Batılı halklarda hiç olmadı. Her zaman Hakk’ın zalim kulu olmayı tercih ettiler.

Muhtemeldir ki; modern zamanların döne döne devrini tamamladığı, Amerikan yüzyılının sona erdiği, bu sisteme ait, miadı dolmuş yapıların yıkıldığı, para ve iktidar arasındaki ilişkinin farklı bir biçimde kurulduğu bir değişim ve dönüşüm sürecindeyiz. Finans-kapitalin hâkim tepelerini tutan “ayrıcalıklı aktörüler” paralarını artık ticarete değil, yeni sömürgeciliğe buldukları yeni kılıfa; “güdümlü kaos” ortamına yatırıyorlar. Yeni sistemin yeni yapılarının kurulduğu, sermaye birikim sistemlerinin yeniden örgütlendiği bu istikrarsızlık ortamını, dünya düzenini “sıfırlama”nın tam zamanı olarak görüyor ve bunu açıkça dillendiriyorlar; sistemik kaos ortamını fırsata çevirip spekülatif kârlar elede ediyorlar. Dolayısıyla, bundan çıkarı olan kapitalist grupların amacına hizmet ettiği sürece dünya ekonomisindeki istikrarsızlık da sürecek, kitleler yeni dünya düzeni köleliğine uygun davranış alışkanlıkları geliştirinceye kadar insanlığı bekleyen felâketler bitmeyecektir.

Covid-19 salgını bu felâketler zincirinin ilk halkası, adım adım da sosyal bir mühendislik projesi olma yolunda hızla ilerliyor. Onun için, içinde bulunduğumuz sistemik kaos ortamını iyi okumalı, dikkatimizi dağıtan, zihnimizi kapatan, kitleleri istenilen “çekim havuzları”na yönlendirmek üzere eğitilmiş uzmanlara, salgın bilimcilere ihtiyatla yaklaşmalıyız. Kriterlerimizi, kararlarımızı kendimiz belirlemeli, güdümlü kaos ortamını fırsat bilip Türkiye'yi taşıyamayacağı bir yükün altına sokmaya çalışan şer güçlerin bizi kontrol etmesine izin vermemeliyiz. Aksi takdirde, yeni sistemin yeni yapılarına uygun olarak, yeni formlar içinde dayatılacak “yeni yalanlar bütünü”ne tâbi olmaktan başka yapabileceğimiz bir şey kalmaz.

Aylık Dergisi 190. Sayı, Temmuz 2020