Aile çevrem vesilesiyle 1970’li yıllardan itibaren Mahmud Efendi’yi tanır ve sayardım. Rahmetli babam Asım Albayrak, Mahmud Efendi’ye intisaplı, onun yaşıtı ve sevdiği bir zat idi. Ayrıca İsmailağa cemaatinin emektarı idi. 1977 yılında Yüksek İslâm Enstitüsü boykotlarında, boykotçuların babaları olmaları hasebiyle İsmailağa cemaatinden bir grubun (Hasan Efendi, babam vs.) okula geldiklerini ve bizi desteklediklerini de belirteyim.

Mahmud Efendi’yi vaaz için kendi yetki bölgesine sokmayan 12 Eylülcü ve işbirlikçi Üsküdar Müftüsü Hasan Ali Ünal’ın, kendinden zuhur halinde bazı gençler tarafından öldürülmesinden dolayı (1982 yılı), suikastla bir ilgisi olmamasına rağmen Mahmud Efendi 20 gün emniyette hücrede tutulmuş idi. Bu hadiseden bahsetmemin bir sebebi de maktul müftünün, üzerine vazife değilken beni de ispiyonlamış olmasıdır. Şöyle ki: Benim adresimi tesbit edemeyen bir mahkeme, Üsküdar Müftülüğü’ne gönderdiği bir yazıda, benim o bölgede resmî bir vazifemin olup olmadığını sorar. Herhangi bir resmî görevim olmamasına nazaran bu soruya olumsuz cevap vermesi gerekirken, babamla tanışıklığından dolayı evimizi bilen müftü beni ispiyonlamış idi. Mahkemeden herhangi bir şey çıkmadı, ancak işbirlikçilik unutulmadı. 

Mahmud Efendi Hazretleri ile bilhassa 1991-1995 döneminde, İBDA’cı gönüldaşlarla birlikte önce aylık sonra haftalık olarak çıkardığımız TARAF dergisi döneminde bizzat görüşmelerim oldu. TARAF dergisi, Ehl-i Sünnet çizgide yayın yapıp o dönemin ehl-i bid’at fırkalarına (kemalizm, şiilik, vehhabilik vs.) sert tavrı ile meşhur idi. Mahmud Efendi’yi ziyaretimde bizim yayınları ve itikad bozguncularına karşı yaptığımız mücadeleleri anlatır idim. Kendisi büyük bir memnuniyetle bizi dinler, hatta takdir ve teşvik eder idi. Yayın kurulu üyesi olduğum BD-İBDA fikriyatına bağlı BARAN dergisinin 18 Temmuz 2007 tarihli 28. Sayısında (şu an Baran sitesinde yazarlar sayfasında bulunmaktadır) “Salih Mirzabeyoğlu’ndan Necip Fazıl’a, Mahmud Efendi’den Yavuz Sultan Selim’e…” başlıklı yazımdan bazı bölümleri mevzumuzla alakasından dolayı buraya almak istiyorum:

DUA

1977 yılı... 55 gün süren İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü boykotlarında okula gelen Mahmud Efendinin müridleri, pederlerimiz. Aralarında Hasan Efendi (Kılıç) de var... O zamanlar benim Akıncı çizgisinde bulunmamdan dolayı “Ya ölür, ya öldürür!” diye Mahmud Efendi’ye şikayet yollu belirtilmesi üzerine, her gün okumam için bana eşimle özel dua yollaması... Tâ o zamanlardan bu zamanlara... “Onlar bizim bekçilerimiz, herkes camide olmaz, dışarıda da koruyucular lazım.” diyen yine o...

 TARAF DERGİSİ VE MUT’A PİÇLERİ

1 Şubat 1991’de, Körfez Savaşı’nı protesto gösterilerinden sonra (24 Ocak 91 Cuma günü) kitlesel ayaklanma korkusuyla İBDA ve İBDA-C operasyonu yapılıyor, Kumandan ve 50’ ye yakın gönüldaş gözaltına alınıyor. I. İBDA ve İBDA-C panik operasyonu... Kumandan Mirzabeyoğlu’nun gözaltına alınmasını fırsat bilen İrancı çevreler, yayın organlarında Kumandan ve İBDA’ya dil uzatma cüretini gösteriyorlar.

TC’nin operasyona geçtiği an İBDA Mimarına dil uzatan İrancı mut’a piçleri, TARAF dergisinde gereken cevap verildikten sonra Çemberlitaş’ta “Küçük Çaldıran” dediğimiz gazada (12 Mayıs 1991) sayıları kendilerinden az İBDA’cı gençler tarafından bozguna uğratılıyor. Birçoğu ağır olmak üzere 40’a yakın yaralı veriyorlar, daha sonra biri ölüyor. İBDA’cı gençlerin yaralı sayısı ise 4-5 kişi idi... Bu itikadî sapıklar daha sonra İBDA’cıların kendilerine yönelik eylemlerinden paçalarını kurtaramıyorlardı.

MAHMUD EFENDİ VE YİNE DUA

Küçük Çaldıran gazasından 3 gün sonra Mahmud Efendi’yi ziyarete gittim. Mahmud Efendi bu tarihten tahminen iki sene önceki bir ziyaretimde, “Kâzım, Ehl-i Sünnet için çalışalım!” demişti. Ben de cevaben: “Tabiî Efendim, bizim yolumuz Ehl-i Sünnet yolu...” demiştim. Fakat bu itikad akreplerinin bu kadar yaygın olduklarının da farkında değildim. Bu son olay üzerine ziyaretine gitmeye karar verdim ve İsmailağa Camii’ne gidip olanları anlattım. Hoca Efendi bizim cihadımızdan fevkalade memnun oldu. Bize dua etti. “Arkanızdayım!” dedi ve gelişmelerden kendisini haberdar etmemi rica etti.

MAHMUD EFENDİ’DEN YAVUZ’A…

Birkaç gün sonra tekrar Mahmud Efendiyi ziyarete gidip, İrancı ibişlerin hastaneleri doldurduğunu, bir kısmı ağır 40’a yakın yaralı verdiklerini müjdeledim. Bana hemen şunu dedi: “Yavuz diyor ki, bugün yaşasaydım yine Şiîlerle harb ederdim”... Ben önce anlayamadım, “Ne zaman, nasıl demiş!” gibi anlayışsızlığımı belirttim. Mahmud Efendi, “Sen ölüleri konuşmaz, duymaz mı zannettin!” diyerek uyanmama vesile oldu. Büyük Sultan’ın zuhuratıyla beni sevindirdi ve moral verdi. Tüm savaşçı arkadaşlara ve inananlara da moral oldu. Hoca Efendi, Allah’ın cihad edenlere yardımından bahsetti. Sohbetimiz esnasında Halid b. Velid Hazretlerinden ve İslâm büyüklerinden misaller verdi. Cemaatin ehl-i bid’ate karşı daha aktif tavır alması için olsa gerek Yavuz Sultan Selim’in yukarıda anlattığımız zuhuratını Hoca Efendi cami kürsüsünde de söyledi. Arkadaşların zuhuratla ilgili nakillerine pek inanmayan cemaat de bu sefer koşa koşa arkadaşlara gelip “Mahmud Efendi kürsüde sizin anlattıklarınızı bizzat anlattı” diye haber veriyorlardı. Hoca Efendi aktif olarak bize destek veriyor. İmam-ı Rabbâni’nin Şiilikle ilgili 9 dergi sayfası tutan uzun bir mektubunu Şehid Bayram Ali Hoca’ya tercüme ettiriyor ve Taraf’ta yayınlanmak üzere bize gönderiyor idi. Biz de memnuniyetle yayınlıyorduk. Hoca Efendi ehl-i bid’ate karşı mücadele için Taraf dergisini kurslarda dağıttırıyordu.

Ayrıca Adıyaman illerinde bulunan Nakşibendi yolu Şeyhlerinden Muhammed Raşid Efendi Hazretleri (Seyda Hazretleri) de İstanbul’daki müridlerine “Taraf’la ilgilenin, yardımcı olun” emrini veriyordu.

“SİZ BOŞUNA YATMADINIZ”

Yıl 2004 sonu... 10 yıllık hapis hayatımın sonu... Mahmud Efendi’yi ziyarete gitmeyi düşünürken o benden erken davranıyor ve haber yolluyor “Gelsin!” diye. Elini öpmeye gidiyorum. Beni görünce coşkuyla kucaklıyor ve ilk sözü: “Siz boşuna yatmadınız!” Sohbet esnasında düzen güçlerini kastederek şöyle diyor: “Sizden (İBDA’cılardan) korkuyorlar.” Laik-kafirlerin İBDA’cılardan korkmasından memnun olduğunu jest ve mimikleriyle belli ediyor. Ve Kumandanı soruyor, sağlık ve afiyette olduğunu söylüyorum. Dua ediyor... Mahmud Efendi yıllar önce de, “İBDA’cılar bizim muhafızlarımız” demişti. Düzenin Müslümanlara yönelik bazı katliamları İBDA’nın silahlı güçlerinden dolayı göze alamaması mevzuunu dile getirirken bunu söylemiş idi.

BEYAZ GÖMLEKLER KEFENİMİZ

1993 yılı... Sağmalcılar Cezaevi B-14 koğuşu... Kefenlerimizi (beyaz gömlekler) giymişiz, barikatımızı kurmuşuz, çatışma sesleri arasında Mahmud Efendi’ye haber veriliyor, babalarımız tarafından. Ve idare tarafından arabulucu olur düşüncesiyle babam barikatların arasından çıkıveriyor... Mahmud Efendi’nin “sabır ve selamet” telkini... Ve sonunda oradan başımız dik ayrılış, o mevziyi bırakıp başka bir mevziye (Metris) geçiş...

ZAFERİN ADI METRİS

Metriste nefesler açlık kokar, daracık pencereler önünde, geceler kapkaranlık dillerde “Şarkımız”: “Bir gün akşam olur, biz de gideriz...”

5 Aralık 1999 Metris Zaferine daha var... 5-7 Ocak 2000 Bandırma Zaferine daha var... Şehidlerle ve gazilerle yükselen bayrak...

İttihad-ı İslâm (İslam Birliği) davasında Yavuz Sultan Selim’e biat edenler...

“Nasıl Birlik?” davasını, “hareketi hedeflendirmek için temellendirmek lâzım” diyerek gösteren İBDA Mimarı’na biat edenler...

Meşhur Metris İsyanları... Mahmud Efendi’nin yeğeni Furkan dergisinin genel yayın yönetmeni gönüldaşımız Saadettin Ustaosmanoğlu da Metris’te, Kumandan’la beraber... Metris’te zulme karşı isyan türküleri çalmakta… Bir vaaz kürsüsünde cemaati yararak haberi iletiyorlar, Mahmud Efendi “ağırdan alsınlar” diyor ve dua ediyor... Saadettin Ustaosmanoğlu gönüldaşımız teferruatına vakıf ve onu “Yüz akıyla çıktınız ve inşaallah yüz akıyla devam edeceksiniz.” tebcili ile karşılıyor cezaevinden çıkınca... Allah dostlarının duası her şeyden üstün...

BİR-İKİ HATIRA DAHA

Turgut Özal, Amerika’nın ehlileştirilmiş İslâm (ılımlı İslâm) projesi dahilinde Mahmud Efendi’yi çağırmıştı. Hoca Efendi bu görüşmeyi bana anlattı, Özal’a ve Amerika’ya kesinlikle taviz vermediğini, bilakis onlara “emr-i bil maruf” yaptığını ve bu maksadla görüştüğünü belirtti. Zalime karşı hakkı söyleyen o mücahid edası çok hoştu...

Kendisini ziyaretimde özellikle bana siyasî konular hakkında sorular sorar, cevaplarımı etrafındakilerin de dinlemesini isterdi. Herşeyle, her siyasî olayla ilgili idi, İslâmı ilgilendiren hiçbir şeye kayıtsız kalmazdı. Avrupa Birliği, ılımlı İslâm fitnesi, mezhepsizlik şu, bu...

TEMMUZ 2007…

Hasta yatağında bile hâl ve hatırımızı sorması...

Allah, İslâm büyüklerinin ruhâniyetini, İslâm Serdarlarının heybetini üzerimizden eksik etmesin! 

Baran Dergisinin 18 Temmuz 2007 tarihli 28. Sayısından aktardığım hâtıralar burada bitti. Mahmud Efendi’nin Metris’te çıkan isyanlar vesilesiyle Salih Mirzabeyoğlu ve onunla birlikte olan gönüldaşlara dua ve himmetleriyle destek verdiği, İBDA-C tutsaklarından bazılarının ailelerinin bu kapıya bağlı olduğu da bilinen hususlardandır. Salih Mirzabeyoğlu, “Nakşî sırrıdır kavgam!” demiş idi ve “BİR” olanların birleşmeleri çok tabiî idi. 

Mahmud Efendi belki de son 20 senesini hastalıklarla boğuşarak geçirdi, artık eskisi gibi rahat konuşamaz oldu. Ancak varlığı ile yine de bir yıldız idi. Allah mekânını cennet etsin, şefaatini bizlere nasip etsin.

Mahmud Efendi ile ilgili hatıralarıma notlarım vasıtasıyla devam etmek istiyorum. Zira o büyükle irtibatımı hiçbir zaman kesmedim, kesmek de istemedim. Dediğim gibi, böyle zatlar nâdir bulunur ve onları ziyaret canfezâdır.

6 Aralık 2007: Mahmud Efendi’yi Maltepe Darüşşafaka Hastanesine ikinci defa ziyarete gidiyoruz, babam ve tanıdık bazı ihvanlarıyla birlikte. İlki bir ay önce idi. Hoca Efendi’nin yanında oğlu Ahmed Hoca oturuyordu, “Hoşgeldin Kâzım Hoca” diye beni karşıladı. O büyüğün huzuruna çıkarken heyecanlanmıştım. Bizi tek tek sorduktan sonra hepimizden dua istedi. Ben de, “Allah sizi başımızdan eksik etmesin!” diye dua ettim. Yanımdakiler “Âmin!” dedi. Çıkarken de dua istedi. Ziyaret için biraz beklemiş, beklerken camiye gidip namaz kılmış idik. Ancak güzel bir ziyaret oldu. Bekleyen derviş muradına ermiş, derler.

25 Ocak 2008: Mahmud Efendi’yi Çavuşbaşı’ndaki ikâmetgâhında ziyarete gittik. Aşırı kalabalık idi. Hocalar grubu olduğumuz için bize 10 dakika kadar içeride kalmaya müsaade ettiler. Aksi hâlde ziyaret çok kısa oluyor, kapıdan görüp geri dönülüyor idi. Mahmud Efendi iyi idi, bizimle konuştu. Yanımızda olan Mikdat Yılmaz Hoca’ya, “Hükümetin niyeti nasıldır?” diye sual etti. Bu tarz suallerle daha önce ben de muhatap olmuştum. Hocaefendi siyaseti takip ediyor, İslâm’ın lehinde veya aleyhindeki gelişmelerden haberdar olmak istiyor idi. Bu da onun siyaset-i şer’iyye ile yakın ilgisini ve tekkede oturan postnişin bir şeyh olmadığını gösteriyor. Maalesef günümüzde çoğu hoca siyaset-i şer’iyye ilmini bilmiyor ve siyaseti ilim dışı zannediyor. Gözleri iyi görmediği için benim kim olduğumu sordu. “Asım Albayrak’ın oğlu” denince de babamı sordu. Babam hemen yanına sokuldu, onun sakalını sıvazlayarak “Nur ol!” diye dua etti. Biraz önce konuştuğu Mikdat Hoca’ya da böyle dua etmiş idi. Onun bu duası, Allah Resûlü’nün nur yolunu takip eden herkesedir.

Tarihini not almadığım bir başka ziyarette Mahmud Efendi gözleri iyi görmediğinden kendimi tanıtmamı isteyince ismimi söyledikten sonra hatırlaması için, “Cezaevinde yatan bir İbda’cı.” demiş idim. Hocaefendi bana mukabelede bulunarak, “Her İbda’cıyı içeri almıyorlar.” dedi. Neden böyle dediğini düşünürüm. Sanki etrafına, “İbda’yı sevip benimseyebilirsiniz, bu cezaevine girmek demek değildir.” diye cesaret vermek istiyor gibi idi.

4 Ekim 2012: Perşembe günü. Mahmud Efendi’yi Çavuşbaşı’na ziyarete gittik. Babam odaya girdi. Ben kapıdan gördüm. Neşeli ve kabul edici bir hali vardı. Babam, Hocaefendi’den Kumandan Mirzabeyoğlu için dua istedi. Yanında bulunan oğlu Ahmed Hoca bu isteği Hocaefendi’ye iletti. O, “Evet!” mânâsında başını salladı. Bütün ziyaretçileri sadece dinliyor, konuşmuyor-konuşamıyordu, Mahmud Efendi’nin duası avukatlar vasıtasıyla Bolu F Tipi Cezaevi’nde yatmakta olan Kumandan’a iletilince çok memnun olmuş ve “Demek ki beni beğeniyormuş!” diye latife yapmış. Ayrıca şöyle bir yorumda bulunmuş: “Asım Amca’ya selâm söyleyin. Mümkün olsa idi biz de dua isteseydik.” Onun bu temenni-duası, cezaevinden çıktıktan sonra 8 Aralık 2014 tarihinde Mahmud Efendi’yi ziyareti ile gerçekleşti.

6 Mart 2014: Mahmud Efendi’yi Çavuşbaşı’na ziyarete gittik. Ben, babam ve komşumuz Cafer Aygün Amca. Hasan Efendi’yi bekledik ve onunla içeri girdik. Güneşli bir hava vardı. Hasan Efendi’ye “Hava güzel!” deyince o da, “Evet! Hava güzel, keşke biz de güzel olsak!” diye cevap verdi. Öğlen namazını bekleme salonunda cemaatle eda ettik. Kovacıdede Camii İmamı Mustafa Hoca imamımız oldu. O da Hasan Efendi ile birlikte gelmiş idi. Bu iki hoca aynı zamanda benim hac arkadaşlarım idi (2011). Hacda onların yanından ayrılmamış idim, hem tasavvufî yönlerinden hem de haccın menâsikine tam riayetlerinden dolayı. Namazdan sonra boş lakırdı olmasın diye herkese zikir verdiler, bu şekilde bekledik. Daha sonra görevliler ziyaretin iptal olduğunu söyledi. Sadece Hasan Efendi ile Mustafa Efendi üst kata ziyarete çıkabildiler. (Hasan Efendi, 60 senesini Mahmud Efendi ile beraber geçirmiş ve vefatından sonra onun yerine geçmiş değerli bir zattır.) O gün dışarısı da çok kalabalık idi. Bu tarihten sonra bir-iki kere daha gittim, ancak Hocaefendi konuşamıyor idi ve kapıdan görüp dönüyorduk. Mahmud Şevket Ustaosmanoğlu Hoca’nın da ziyarete gitmeme vesile olduğunu hatırlıyorum. 

Allah hepsinden razı olsun. Hiç kimsenin samimî emeği boşa gitmez. Kullara da tesiri olur, her şeyin mâliki Yüce Allah da karşılığını verir. 

Görüş: Kâzım Albay

Aylık Baran Dergisi 5. Sayı 

Temmuz 2022