Haziran ayı başında, 10 Haziran 2016 tarihli Milli Gazete’de, “Çileye Teslim Olmuş Bir Yürek: Neslihan Kısakürek” başlığı ve Fatma Gülşen Koçak imzasıyla bir makale yayınlandı. Önemli bir konuydu ve yazarı daha önce bu konuya dikkat çekilmediğinden bahsediyordu yazısında ki haklıydı. Daha önce böyle bir teşebbüste bulunmuş fakat muhtevayı yeterli görmediğim için vazgeçmiştim. Büyük Doğu dergilerinde Neslihan Kısakürek’in hazırladığı bölümleri incelemek, çok kapsamlı bir çalışma yapmak gerektiğinden, ertelediğim bir çalışmaydı. Fatma Gülşen Koçak cesaret edip yazmış, biz de bu makaleden bahsedeceğiz.

Makale bir tenkidle başlıyor, “herkesin gönlünde yüksek bir mevkiye sahip Üstad” üzerine yeterli çalışma yapılmadığından söz ediyordu:

- “Üstadla ilgili yayınlardaki temel sıkıntılar, maalesef hakkında yapılan anma programları, paneller ve sempozyumlarda da kendini göstermekte. Sıkıcı bir tekrarın ötesine geçmeyen anlatılar artık değişmeli; ya yeni şeyler söylenmeli ya da yeni şeyler söyleyecek kişiler keşfedilmeli. Hakkında ve adıyla üniversite kurulsa hak edecek bir şahsiyetin ilkokul müsameresi tarzında anılması, anlaşılmaya çalışılması hazin bir durum. Eğer bu ülkede edebiyatın, ilmin, sanatın ve sanatçının kıymeti bilinseydi durum bambaşka olurdu. Ama maalesef kıymet bilme noktasında ülke olarak yerimizde sayıyoruz. Necip Fazıl gibi bir yazara sahip olacaksınız ve siz onu ilkokul müsamerelerine feda edeceksiniz. Yazık ki ne yazık.”
Yazar bu sözlerinde haklıdır elbette. Üstad’ı “büyük fikir adamı” olarak takdir (!) edenler, ne yazık ki yaptıkları programlarda, sempozyumlarda da onu güya “tenkid” ederek anmışlardır. (Örneklerini gördük, görüyoruz.)

Şöyle devam ediyor yazar:

- “Bu toplum Üstad gibi başını bir gayeye satmış bir kahramana sahipse, onun ardında kapı gibi duran çelik yürekli başka bir kahramanın destansı desteği sayesindedir. Tarih kahraman kadınlarla doludur. Arkada durmayı yeğleyen ama önde giden eşine bütün enerjisini veren, bütün hayatını adayan kahraman kadınlar. Neslihan Kısakürek de işte o kahramanlardan biridir. Üstad gibi zor bir insanın yanında, sarsılmaz bir sabırla, yıkılmaz bir inatla, davaya adanmış bir inançla durmak kahramanlık değil de nedir?”

Üstad Necib Fazıl, Neslihan Hanım ile evlilik sürecini, “O ve Ben” isimli eserinde yazmıştır. Sanıyorum bu konuda tek kaynak da, en azından Necib Fazıl’ın dilinden, bu kadardır:
“Efendimin en güzel ve en çarpıcı takdirleri izdivacımda oldu.

«Evlen, evlen, evlen!»

Namaz emrinden sonra daima ihtarları…

Evime ne zaman şeref vereceksiniz?

«Sen evlenmeden gelmem!»

Bir gün dayanamadım:

- “Efendim, ben münasibimi bulamıyorum. Siz bana muhitinizden, yakınlarınızdan birini bulun ve emredin… İsterse o hizmetçiniz olsun, hemen evleneyim!” “Yok, olmaz”, dediler; “sen bulacaksın ve kendi muhitinden bulacaksın!..” 

Nihayet yoluma, otuz yedi yıldır çile ortağım, Neslihan çıktı. Bana nur topu gibi beş çocuk hediye eden sevgili zevcem… Sırasiyle, Mehmet, Ömer, Ayşe, Osman ve Zeynep… Dış yüzün dış yüzünde başlayan münasebet en kısa zamanda köklere kadar indi. Kendisini aldım, Eyüb’e götürdüm, evin önünden geçirdim ve biraz ilerideki (Piyer Loti) kahvehanesinde oturttum:

— Bekle biraz dedim; kendilerine haber vereyim… Çağırırlarsa koşar, gelir seni götürürüm. İzinsiz çıkaramam huzurlarına…

Kızcağız derin bir tevekkül içinde, oturdu, nasibini bekledi. Huzurlarındayım:

— Efendim; bir kızla tanıştım, ismi Neslihan… Bildiğiniz modern kızlardan; Bâban’lardan, Bâbanzadelerden… Buraya kadar da getirdim. Şu anda ilerideki kahvehanede oturuyor. Takdir buyurursunuz ki, zamane kızlarına güven zor… Şüpheliyim… Ne emredersiniz?

Bir ânda şimşek gibi bir hareketle sordular:

«— Üzerinde ne var?..»

— Yeşil bir manto, efendim!

Yine bir anda, şimşek gibi bir hız içinde, âni bir dalış ve uyanış:

— «Sen, ondan değil, kendinden şüphe et!»

(…)

İleride, vasıtamla Neslihan'a gönderecekleri mektuplarda kendisine «kızım» diye hitap edecekler ve benden «damadım» diye bahis buyuracaklardır.

Ki, zevcemle aramda, sadece Efendimin yümniyle, bereketiyle, benim yüzümden çektiği binbir musibete rağmen küçük çekişmeler dışı, hainliğe kaçan hiçbir hâdise ve bağ gevşemesi olmamıştır.

(…)

Efendimin Neslihan'a gönderdiği mektuplardan birindeki hitabın sırrını, ileride çözmeğe çalışacağım… Zaten o hitabın bir sır sakladığını, vefatlarından hayli sonra ve yakınlarından Muhib'in dikkatiyle keşfettik.

(…)

Çok sonra bir gün… Muhib evimize geldi. Kendisine, Efendi Hazretlerinin Neslihan'a gönderdiği mektupları gösterdim. Muhib, hayretle bir noktaya dikkat etti: Mektubun başındaki «Neslihan kerimeme» hitabı, (sin) yerine (sat) harfiyle «Naslı han» şeklinde yazılmıştı. Bizse bu noktaya yıllardır dikkat etmemiştik.

(Nas), Kur'ân hükmü… Ne demek olsa gerek?.. Nur sülâlesinin imtiyazı Kur'ânla sabit olduğuna göre, yoksa ebediyet sülâlesinden olan, zevcem miydi? Böyleyse, evlenme günümde bana söyledikleri:
— «Sen kendinden şüphe et!..»

Sözünün hikmeti, gün gibi açık…

Bu da bir sır olarak kaldı.”

O “sır” hakkında ise Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü isimli eserinde bahisler açmış, “Naslıhan Kerimem” hitabını iştikak alâkalarından başlayarak tahlil etmiştir. Bunun üzerinde daha sonra durmak üzere Fatma Gülşen Koçak’ın makalesine dönelim. Şöyle yazıyor:

- “Neslihan Kısakürek, günümüz kadınlarının zor kaldırabileceği çetin imtihanları aşmış, hep eşinin yanında olmuştur. Tarih onun pak ismini elbette büyük hürmetle anacak, onun örnek hayatı nice hanımefendiye ibret olacak, kendilerine gelmelerini sağlayacaktır. Necip Fazıl, eşi Neslihan Hanımefendi’yi çok sever. Eşi de şaire büyük saygı gösterir. Onunla çok iyi anlaştıklarını belirtmek için dostlarına: “Ben sigara içsem dumanını o çıkartır” veya “Ben soğuk alsam o hasta olur” dermiş. Zulüm zamanlarının, kovuşturmaların, sorguların, işkencelerin arttığı bir darbe sabahında, kara zulümcülerin  evi harap hale getirdikten sonra Üstadı alıp götürürken bu soylu hanımefendi eşinin ardından ağlayıp sızlanıp isyan etmez. Asillere yakışan bir eda ile eşinin ardından şöyle bağırır: “Her şeyi Allaha havale et ve hiç bir şey düşünme!”

Yine şöyle aktarıyor:

- “Büyük oğlu Muhterem Mehmet Kısakürek’in röportajında anlattığı şu hatıra, Neslihan Hanımı anlamak adına gayet manidardır: “Annem mühim bir insandı. Kahraman ruhlu biri... Babam gibi tahammülü zor bir insanla arasındaki uyum görülmemiş bir şeydi. Babamın zekâsının müracaat ettiği tek kapı annemin hisleriydi. Zaman zaman sesini yükselterek kendisine döndürdüğü vakidir. Babam vefatından önce masasını derleyip toplamıştı. “Polisler gelmek üzere” diye. Ölmeseydi hapse girecekti. Annem odasına girdi; “nedir bu haliniz” dedi. Babam; “her an hapse girebilirim” diye cevap verdi. Annem; “girin” der demez, babam; “ama hapiste ölebilirim” diye mırıldandı. Annemin karşılığı ne oldu dersiniz: “Ölün! Gerekirse ölün! Böyle bir eser yüzünden hapse girmeniz bile ebedi kurtuluşunuzdur.” Sonra babam masasında tekrar yazmaya devam etti.”

Pek bilinmez ama Neslihan Kısakürek, Büyük Doğu dergilerine açılan davalarda yargılanmış, mahkemelerde ifade vermişti. Üstad’ın davasında ona yoldaş ve arkadaş olmuş, Üstad’ın ifadesiyle, hiçbir zaman kendisine muhalefet etmemiş, her zaman yanında ve arkasında durmuştu. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun inşallah…

Bu vesileyle Fatma Gülşen Koçak’ı, bu kısa fakat işaret ettiği “muhteva” bakımından çok zengin makalesinden dolayı tebrik ediyorum…

Baran Dergisi 495. Sayı