Esselâmü aleyküm.

Mutlu bir yeni yıl diliyorum size.

(Av. Güven Yılmaz gülüyor ve “size de” diyor Carlos’a.)

Teşekkür ediyorum, sağolun.

Bu arada, BARAN’ın yeni sayısı geldi bugün.

Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?

(Av. Yılmaz, “dün” kendisini telefonla aradığını, iyi olduğunu söylüyor.)

Tamamdır, güzel, güzel. Allah yardımcısı olsun.

(Av. Yılmaz, “dün, biliyorsunuz, Peygamber Efendimizin doğum günüydü. Mevlid Kandili’ydi” diyor.)

Aa, evet. Buna dikkat etmemiştim. Kullandığımız ajandalar daha dün değişti. Ajandama tekrar bakacağım. Mevlid tarihi de, –hicrî- takvime nazaran her sene değişiyor, malûm. Takib edemedim bu yüzden.

(Av. Yılmaz da Carlos’u doğruluyor, miladî takvime göre her sene yaklaşık on gün geriye gittiğini söylüyor.)

Tamamdır.

Yeni bir haber, yeni bir gelişme var mı?

(Av. Yılmaz, yeni bir gelişme olmadığını söylüyor.)

Peki, bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Hakkında konuşabileceğimiz birçok şey veya farklı durum var gerçi ama Venezüella hükümeti bünyesinde gerçekleşen bir değişiklikle başlamak istiyorum.

Chavez’in iktidara geldiği günden beri devam eden bir problemi var Bolivarcı Devrim’in. Fransız troçkistlerinin, Fransa’daki önde gelen troçkist teşkilâtlardan biri olan Lambertistlerin Venezüella rejimine sızması bu problem. 

Bu teşkilâtı kuran Pierre Lambert [1920-2008], Amerikan taraftarı bir yahudiydi ve Fransa’da iktidardaki politik sınıfın -özelllikle sol kanat- yarısı bu teşkilâttan gelmedir.

Daha önceki konuşmalarımda da söylediğim gibi, 13 yıldan fazladır Venezüella’ya nüfuz etmiş durumdadır Lambertistler ve savunmamın yıllarca sabote edilmesinde işte bunlar rol oynamışlardır. İnanılmaz ama öyle.

Şimdi ise genç bir hanım oturdu dışişleri bakanlığı koltuğuna: Delcy Rodriguez. Venezüella devlet başkanının genel sekreterliğini de yürütmüş olarak, uzun zamandır Başkanlık Sarayı’nda görev yapmış bir hanım bu.

Bu yeni dışişleri bakanının babası [Jorge Rodriguez], yıllar önce gizli polis tarafından öldürülmüştü. Erkek kardeşine gelince [Jorge Rodriguez Gomez]; hâlen Caracas bölgesinin belediye başkanıdır.

Velhâsıl tümü Bolivarcı olan böyle bir aileden gelen yeni dışişleri bakanının bir diğer özelliği de, Fransa’da eğitim görmüş olması. Bir başka deyişle, Lambertistlerin “kim” olduğunu da biliyor ki, belli bazı Venezüellalı yetkililerin suç ortaklığı yüzünden kanundışı olarak bulundurulduğum bu durumdan beni kurtarmak üzere gerekli kararları da alabilecektir zannediyorum. 

Bekleyelim görelim. Ancak, her ne olursa olsun, istikbâle olan inancımızı korumak zorundayız. Bu bakımdan, hakiki adaletin en sonunda tecellî edeceğine inancım tam.

Sadece Venezüella hakkında değil, Küba hakkında da konuşmak istiyorum bugün.

İlginç olan şudur: 1 Ocak 2015, Küba Devrimi’nin resmî olarak 55. yıldönümünü belirten tarihtir. Evet, tam 55 yıl; şaka değildir bu.

Bu süreçte hep aynı kişiler kalmıştır iktidarda: Fidel Castro ve Raul Castro. Diğerleri ölmüştür ama hep aynı insanlardır iktidarda kalan. 

Tarihî olarak yanlış olduğu bilâhare ortaya çıkan marksist temelli ideolojik ve ekonomik yanlışların sonuçlarıyla her zaman boğuşmak zorunda kalmışlardır gerçi, ama halk için en iyisini yapmaya çalışmışlardır daima.

Herşeye rağmen hâlâ iktidardırlar ve Amerika kıtasının en sağlam hükümetine sahibtirler. ABD’nin emperyalist sisteminden bahsetmiyorum, ancak hükümet bakımından, ABD hükümetinden bile daha sağlamdırlar. Tüm Amerika kıtası içerisindeki, en sağlam, en istikrarlı ve en eski hükümettir Küba hükümeti.

Böylesine uzun ve sağlam bir iktidarın şakaya gelir tarafı olmadığı gibi, aynı zamanda bir fazilettir bu. Dünyanın en güçlü düşmanlarının gece gündüz sizi devirmeye çalıştığı bir süreçte başarılmıştır. Sadece ekonomik ve malî yönden kendilerine karşı başlatılan o savaşla değil, propaganda savaşı da dahil olmak üzere, her çeşit araçla kendilerine karşı savaşanlara karşı ayakta kalmışlardır.

Evet, herşeye rağmen oradalar ve herşeye rağmen devam ediyorlar gelişmeye.

Gelişme seviyelerine bir örnek vermek gerekirse; devletlerin sunduğu sağlık hizmetleri bakımından en üstün seviye, uluslararası otoritelerce de tasdik edilmiş olarak, ne Fransa ne Almanya ne ABD ne Rusya, fakat Küba’dır. Olağanüstü bir hâdisedir bu.

Aynı şekilde, hep dışarıdan göç almış bu küçük ülke, halkına sağladığı eğitim standartları bakımından ABD ve Kanada’dan bile daha ileri bir noktadadır. İnanılmaz birşeydir yine bu. Evet, birçok Avrupa ülkesinden bile daha ileri seviyededirler.

Elbette, yiyecek falan gibi bazı temel ihtiyaçlarını karşılama noktasında sıkıntılar da yaşamaktadır aynı Küba. O kadar kolay değildir Küba’da yaşamak. Ancak bunun da sebebi, Castro ve iktidardaki hükümetin yaptığı -az önce bahsettiğim türden- dogmatizm kaynaklı ideolojik yanlışlar olduğu kadar, Amerikan boykotu, Amerikan ambargosudur asıl. 

Küba’nın yaptığı yanlışlar da, öyle yozlaşma ve yolsuzluk gibi yanlışlar değil, belki dogmatik ama sonuçta iyi niyetle yapılmış yanlışlardır.

Ne olursa olsun, direniyorlar.

Venezüella’ya gelince, potansiyeli bakımından tüm Amerika kıtasının muhtemelen en zengin ülkesidir. Ne var ki, hem kötü yönetim hem de rejime nüfuz etmiş yozlaşma ve yolsuzluk yüzünden, malî yönden mahvolmuştur bu ülke.

Venezüella’nın sahib olduğu imkânlara sahib olmayan Küba ise, ayakta ve direniyor hâlâ. 

Yine Küba, Ebola salgınıyla mücadele etmek üzere, Afrika’nın belli bazı bölgelerine yüzlerce doktor ve sağlık personeli gönderiyor. Hiç de zengin bir ülke olmadıkları hâlde, kendi ceplerinden parasız bir hizmet, hem de diğer herkesten daha fazla bir hizmet sağlıyorlar. Hâlbuki ABD, birkaç askerî doktorla beraber, ancak binlerce asker gönderiyor o bölgeye!

Bu bakımdan, Kübalı devrimcileri örnek almalıyız hepimiz. 30 yıldır hem yoldaşlarıma hem de Kübalıların da aralarında bulunduğu resmî irtibatlarımıza hep söyleyegeldiğim gibi, Küba hükümetinin belki iyi niyetle yaptığı o yanlışları örnek alalım demiyorum ama onların dünyaya gösterdikleri o en iyi şeyleri örnek alalım diyorum.

En başta, bedeli ne olursa olsun, prensiblerinizi mutlaka koruyacak ve bunlardan taviz vermeyeceksiniz! Hayatta kalmanızın biricik yoludur çünkü bu. Eğer prensiblerinizden taviz verirseniz, bitersiniz.

İşte Venezüella’nın problemi de bu. Size sığınmış siyasî suçlulara ihanet ederek, gidip onları İspanya’ya iade edebiliyorsunuz meselâ. Hattâ bazı adî suçluları gidip ABD’ye bile teslim edebiliyorsunuz. Hayâl edebiliyor musunuz? Böylesi fırsatçılıklardan, böylesi bir oportünizmden medet umulabiliyor.

Küba ise, daima muhafaza etmiştir prensiblerini. Ödenmesi gerekecek bedel ne olursa olsun! Ama yine bu sayede, hâlâ oradadırlar. Bana inanın, daha nice yıllar da hep orada kalmaya devam edeceklerdir.

Tam da bu yüzden, devrimciler için bir örnektir onlar. Yalnızca komünistler için konuşmuyorum; bir dava için savaşan herkes için örnektirler. Tüm müslüman militanlar, cihadçılar için de öyle.

Prensibleriniz ne olursa olsun, şayet onlara sadık kalırsanız, kazanacak ve hayatta kalacak olan siz olursunuz. Hangi atom bombaları olursa olsun, düşmanlarınız hiçbir zaman sizin kadar güçlü olamaz. Sizin inançlarınız ve prensibleriniz vardır ki, başka her silâhtan güçlüdür çünkü onlar.

Sonsuza kadar kalblerimizde yaşayacak biçimde, çok yaşa Küba Devrimi, çok yaşa Fidel Castro, çok yaşa Raul, ve çok yaşa, kendini davasına adamış, cesur ve kahraman devrimci Che! 

Yine, çok yaşa, İsrail’in en yakın müttefiği ve atom bombalarını da kendilerine İsrail’in verdiği Güney Afrika Apartheid rejimine karşı savaşırken, Güney Afrika sömürgeciliğinden insanları kurtarmak için savaşırken Afrika’da, Angola’da ve diğer yerlerde hayatını kaybeden binlerce Kübalı devrimci!

Asla unutmamalıyız bunları. Onlardan başka hiç kimse yapmamıştır böylesini. O insanları kurtarmak için Ruslar bile asker göndermemiştir meselâ. Dünyanın o güya “demokratik”, “liberal” kapitalist güçleri zaten göndermemiştir. İnsanların sömürülmesinde suç ortağı olmuştur onlar ancak. Küba ise, gittiği Afrika ülkelerinin hiçbirinden tek bir kuruş bile alıp götürmemiştir. Kübalıların yaptığı tüm yardımlar, sadece dayanışma ve sadece prensibler içindir.

Hepimiz için bir örnek olmalıdır işte bunlar. İnşallah Cumhurbaşkanı Erdoğan ve tüm diğer iyi müslümanlar da bu örneği takib ederler. 

İyi müslümanlar derken, ABD ve CIA için çalışanları –isimleri lâzım değil- kasdetmiyorum tabiî, inançları olan ve bu inançlar için ölmeye hazır olanları kastediyorum.

Bu bakımdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da iç ve dış politikasını bu gözle daha iyiye götürmesini, bu çerçevede Türkiye’de yaşayan tüm halkların haklarını tanımasını diliyorum. Ülke ekonomisi de daha güçlü olacaktır bu sayede.

Şundan eminim ki, siyonistler ve Amerikan emperyalistleri, artık kurtulmak istiyorlar Erdoğan’dan. Türkiye’de CIA’nın işine karışıyor çünkü ve bunun da hiç şakası yoktur. Hayatını riske ediyor ve dikkatli olsun bu bakımdan.

Dün çok ilginç bir şey işittim: 1924’den beri ilk defa olarak bir kilise inşâ izni verildi Türkiye’de. Türkiye’de yaşamakta olan en kıdemli topluluklar, ne müslümanlar ne yahudiler ne de hıristiyanlardır. Bunların hiçbiri değil, en az dört-beş bin yıldır Türkiye’de yaşamakta olan Yunanlılardır. İşte onlar şimdi hıristiyandır ve bu bakımdan onlara kilise inşâ etme hakkı da tanınmalıdır. Ermeniler de artık yine hıristiyan olduklarına göre, onlara da aynı şekilde kilise inşâ etme izni verilmelidir.

Zaten böylesi kiliseler açılmasına izin verilmesi de, İslâm geleneğinin büyük bir tatbikatına saygı ifâdesidir aynı zamanda. Bizim için Allah’ın Sevgili Resûlü, herkes için de tarihin tartışmasız en büyük şahsiyeti olan Hazret-i Peygamber’in büyük geleneğine bir saygı ifâdesidir. Bu örnek takib edilmelidir bu bakımdan. O, herkesi, hattâ Kur’ân vahyine inanmayanları bile korumuş, haklarını savunmuştur. Tabiî, onlar da İslâma ve müslümanlara saygı gösterdikleri, devletlerine sadık oldukları sürece!

Türkiye, kendisini ülkede yaşayan tüm toplulukların desteği üzerinde temellendirmeli ve Kürtleri unutmamalıdır. Yoksa, hiç kimsenin çıkarına olmayacak daimî çatışmalara yuvarlanacaktır. 

Tamam, “tabiî” olmayan ve İngilizlerin çizdiği sun’i sınırlarla birbirimizden ayrıldık ama bu sınırları şimdi değiştirmeye kalkmak, büyük bir karmaşaya sebeb olacaktır. Oysa bunun yerine, “ân”ın jeopolitik gerçekliklerine dikkat etmeli; Ortadoğu’da hep birlikte barışı tesis etmeli; ve tüm konsantrasyonumuzu, Ortadoğu’da yaşayan herkesin ortak düşmanı olan siyonist, yeni-sömürgeci, emperyalist düşmana ve hepsinden tehlikeli olarak bunların işbirlikçisi olan –Pensilvanya’daki gibi- münafıklara karşı yürüteceğimiz savaşa vermeliyiz.

Allahü Ekber.

Baran Dergisi 418. Sayısı