Son beş yılın en gözde mevzuu şüphesiz Tayyip Erdoğan ve Anti-Erdoğancılar meselesidir. Yer yer şiddet hâdiselerine dahî yol açan bu ateşli tartışmanın, siyasî gündemi bilhassa son üç yıldır tamamen işgal ettiğini görüyoruz. Peki, bu kavganın acaba gerçek sebebi nedir? Elbette bu mevzuun tek bir cevabı yok ve tarafların da tek bir yüzü…
 
Bir yanda İsrail tarafından “Gâvur İmamlar” diye isimlendirilen “Fetulahçı”lar, diğer yanda Recep Tayyip Erdoğan…
 
Bir yanda 1980 öncesi devrimi başaramamış ve bu başarısızlık psikolocyası içerisinde her meseleyi ezilmişlikle ifadeye kalkan, sol fikriyatın bütün kavramlarını dinsizlik potasında yeniden harmanlayarak kendini karşı olmak için karşı olmakta ifade eden, karşı olduğu ortada olmadığı andan itibaren karşı olacak nesnesi kalmayan bir gürûh, diğer yanda Tayyip Erdoğan…
 
Bir yanda Türkiye’deki iki diktatör zamanından bu güne (1950’den bugüne) tek başına iktidar olmayı becerememiş, elindeki tek sermayesi din düşmanlığını da bugün kullanamaz haldeki kötürüm bir ana muhalefet, diğer yanda ise Tayyip Erdoğan…
 
“İslâmcı” diyerek tırnak içinde şerh düşeceklerimiz de var; bir sabah “Yaşasın IŞİD” diye nara atarak uyanan, ertesi gün yersen anti-emperyalizm ayağına binlerce masumun katili Esed’i alkışlayan; sonrasındaki iki haftaya kalmadan Sisi’den evvel Mursi’yi ipe çekmeye kalkan; her bir yaptıklarının bir öncekini çeldiğini gördüklerinde “denize düşen yılana sarılır” hesabı Türkiye’deki müzmin muhalefetin arkasına takılıp “onlardan daha yüksek ses çıkarabilir miyim?” diye Erdoğana’a çatanlar da var…
Nitekim yukarıda kabaca saydığımız bu anti-Erdoğancılar gürûhuna dâir bir tenkid yazısını daha kaleme almıştık; Baran Dergisi 453. Sayısında “Batıcılar, Anti-Erdoğancılar ve Şu Bizimkiler” (1) başlığı altında bu yazı yayımlamıştı.
 
Bu yazımızın mevzuu ise Tayyip Erdoğan’ın şahsına yönelik bu amansız düşmanlığın sebeblerinden sadece birisine dâir…
 
Geçtiğimiz Eylül’ün başlarında ABD Hazine Bakanlığı’nda ‘terörizmin finansmanı’ dalında uzman olarak çalışmış Jonathan Schanzer, Twitter hesabından şu mesajları paylaşmış:
 
“Hazine Bakanlığı, sonunda Hamas’ın Batı Şeria askeri şefi Salih Aruri’yi tespit etti. (Aruri) son üç yıldır Türkiye’deydi.”
“Biz yıllardır onun peşindeydik. Birkaç hafta önce bazı raporlara göre Türkiye’yi terk etmişti. Şimdi sebebini biliyorduk. Türkler bunun olacağını görmüştü.”
“Aruri, geçen yaz, 50 günlük Gazze savaşını başlatan 3 gencin kaçırılması ve öldürülmesi olayını üstlenmesiyle biliniyor.”
“Türkiye’yi takip edenlere söylüyorum… Aruri’nin tespit edilmesi Erdoğan için kötü oldu. Bir NATO üyesinin bir Hamas şefini barındırması artık mümkün değil.”
 
Bu mesajların ardından internet gazeteciliğine dönen Radikal Gazetesi’nden Ezgi Başaran Jonathan Schanzer’e ulaşıyor ve mevzu hakkında görüşlerini alıyor. Ezgi Başaran’ın anlattıklarına geçmeden önce Salih Aruri hakkında birkaç bilgiyi paylaşalım. Paylaştığımız bilgilerin ise Ortadoğu’ya ilişkin makale ve haberlerin yer aldığı Al-Monitör isimli bir internet sitesine ait olduğunu hatırlatayım.
 
“Türkiye’deki Hamas ‘bürosu’” başlıklı makaleden Salih Aruri ile ilgili malumat:
Son dönemde Hamas’ın lider kadrosuna yeni bir isim eklendi: Salih El Aruri. Hamas’ın bilinen yapısı içinde önemli bir güce kavuşan Aruri, hareketin işleyişi üzerinde de kayda değer bir etkiye sahip. Hamas liderlerini kendi iradesi doğrultusunda yönlendiren bir etki… İstanbul’da yaşayan Aruri, Gazze’deki silahlı kanat gibi, özerk hareket etmeye meyilli.
 
Hamas’ın Batı Şeria’daki silahlı kanadının kurucularından olan Aruri, daha önce Ramallah’ta yaşıyordu. Mayıs 2007’de İsrailli makamlar tarafından tutuklandı ve Nisan 2010’da sürgün edildi. Aruri Gazze Şeridi’ne gitmek istedi. Ancak Gazze’de yaşaması hâlinde İsrail’e tehdit olur düşüncesiyle İsrail onu sınır dışı etmeyi tercih etti.
Ne var ki İsrail hata yaptı. Aruri Şam’a gitti ve orada Hamas Siyasi Bürosu’na katıldı. Suriye iç savaşı patlak verdiğinde Hamas lideri Halid Meşal önderliğindeki lider kadrosu Şam’dan ayrılınca Aruri Türkiye’ye gitti ve orada alternatif bir siyasi büro kurdu. O günden bu yana Aruri önderliğindeki Türkiye kanadı güç ve statü sahibi oldu. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Hamas’a yönelik destekleyici tutumu bunda etkili oldu. Zira Hamas’ın Türkiye’deki bu üssü, bir nevi Hamas elçiliği olarak kuruldu. Bunun yanı sıra Aruri, kendi “bürosunu” ve genel olarak Hamas’ın faaliyetlerini finanse etmek için Türkiye’deki ve dünyadaki çeşitli İslami kuruluşlardan para toplama konusunda özel bir maharet ortaya koydu. …
 
… Meşal ve Hamas eski Başbakanı İsmail Haniye’nin yanı sıra Batı Şeria, Gazze ve hapishanelerdeki Hamas liderliğinin tamamı, Aruri ile birlik oldu ve Aruri’nin Türkiye’den dayattığı birleşik bir radikal ittifak oluşturdu. Bu ittifakla Hamas’ın genel politikası kaydı. Neticede Hamas, Koruyucu Hat Harekâtı’nın içine çekildi ve Gazze büyük bir darbe yedi. Gazze liderleri bugün hâlen yaralarını sarıyor.
 
Aruri attığı adımlarla Hamas’ın mevcut hizipçi lider kadrosuna güçlü ve militan bir alternatif olarak konumunu pekiştirmek istiyor olabilir. Tüm bunlar, önceleri Batı Şeria’da pragmatik çizginin lideri olarak bilinen Aruri’nin şimdi benimsemiş olduğu sertlik yanlısı ideolojinin bir sonucu da olabilir. Amacı ne olursa olsun Aruri, Türkiye’den terör saldırıları planlamaya devam ediyor. Erdoğan’ın sıcak misafirperverliği de işini kolaylaştırıyor.” (2)
 
Anlaşılacağı üzere Aruri İsrail için büyük bir tehdit ve Filistinli Müslümanlar için önemli bir lider; peki Aruri’yi ve Erdoğan’ı aynı potaya sokup Erdoğan’ın Filistin hassasiyetinden ötürü “terörist Aruri” naralarıyla İsrail terörünü meşrulaştıran Al-Monitör’cüler kim?
 
Yıldıray Oğur Türkiye Gazetesi’ndeki köşesinde iki yazıyla bunların kim olduğunu ve amaçlarını özetlemişti, merak edenler o iki yazıya başvurabilir. Fikir vermesi bakımından Türkiye’den siteye yazı yazanları ve haberlerinin başlığını Oğur’un kaleminden aktaralım ki hepsinin ortak özelliğinin anti-tayyipçilik olduğu da gözüksün:
“Türkiye’nin Kürt Yol Haritası yönünü kaybediyor” (Fehim Taştekin) “Türkiye-PKK barış süreci çıkmaz sokakta mı?” (Yavuz Baydar) “Türkiye'de rejim demokrasiye mi, faşizme mi evriliyor? (Orhan Kemal Cengiz) “Türk etkisi Yemenlileri bölüyor”, “Türkiye Orta Doğu’da stratejik bir çıkmaza mı girdi?” (Taraf) “Yeni kısıtlamalar Türkiye’de alkolü yeraltına itiyor” (Emre Kızılkaya-Hürriyet)... (3)
 
Görüldüğü üzere mesele Recep Tayyip Erdoğan’ı bir çuvala sokmak olduğunda içeride “birleşmez” gözükenlerin birleşmesi neredeyse ışık hızında…
Radikal yazarı Ezgi Başaran’ın yazısı da bu bağlamda önem arz ediyor; çünkü Başaran Al-Monitör’den derlediği bilgilerle Aruri’nin “ne kadar da tehlikeli” birisi olduğunun altını çiziyor. Ardından Amerikalı bir “terör uzmanı”nın bu mevzu hakkındaki kanaatlerini sunup yazısına “dün akşam bir yemeğe katılan Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun sarf ettiği bir cümle sanırım bu yazının sonuna da münasip olacaktır: ‘Azdırılan bir terör belasıyla mücadele ediyoruz.’ ” diyerek üstü kapalı yahut açık diyebileceğimiz münasip bir lisanla Aruri’yi ve hükümeti- dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ı- “azılı”, terörü “azdıran” olmakla suçluyor.
 
Ezgi Başaran’ın Jonathan Schanzer ile yaptığı kısa görüşme içerisinde Schanzer’in söyledikleri de pek öyle yabana atılır cinsten değil:
“Size göre ABD Hazine Bakanlığı’nın Salih El Aruri ile ilgili aldığı kararın en mühim tarafı nedir?
 
-Aruri artık resmi olarak Hamas lideri olarak tanımlanmış ve ABD finansal sistemi tarafından engellenmiştir. Bakanlığın bu kararı Aruri’ye finansal olarak yardım edilmesini de yasadışı saymıştır.
 
Aruri’nin 3 yıl boyunca Türkiye’de yaşadığını iddia ettiniz. Türkiye’de nerede?
-Raporlar Ankara’da olduğuna işaret ediyordu ama bunu teyit edemem.
ABD ya da İsrail hükümeti, Türkiye’den resmi olarak Salih El Aruri ile ilgili bir girişimde bulunmasını istedi mi?
-Hem ABD hem de İsrail bu kişinin Türkiye’de bulunduğunun son derece farkındaydı. Hatta İsrail ve Türkiye arasındaki gerginliğin temel kaynaklarından biri bu konuydu. Durum ABD için de son derece zordu. Çünkü Aruri’nin Türkiye’de bulunduğu bu kadar alenileşmişken Türkiye ile iyi ilişkiler kurması ABD’yi zorluyordu. Bir NATO üyesinin bir terörist lidere barınak sağlaması küçük bir şey değildir.
 
2013’te Foreign Policy dergisine Aruri ve Türkiye ilişkisiyle ilgili bir makale yazmıştınız. Onun sonunda ürkütücü bir iddianız vardı. Aruri’nin Türkiye’de bulunması onu uluslararası hukuk nezdinde ‘teröre destek veren ülke’ listesine yerleştirebilir diyorsunuz. Gerçekten böyle bir tehlike var mıydı Türkiye için?
 
-Hazine Bakanlığı’nın yaptığı tespit ile Türkiye artık Hamas liderinin eylemlerinden bihaber olduğunu iddia edemez. Türkiye hukuki olarak sorumlu tutulabilirdi ama şimdi anlıyoruz ki ABD Hazine Bakanlığı’ndan böyle bir karar çıkacağını tahmin ettiği için Aruri’yi açıklanmayan bir ülkeye gönderdi.
 
Bir ülkenin ‘teröre destek veren ülke’ tanımlamasına girmesi ne manaya gelir?
 
-O tanımı alan bir ülke hem finansal hem de diplomatik ilişkiler bakımından kara listeye girer. Türkiye hiçbir zaman o noktaya gelmedi. Hâlbuki gelebilirdi. Sadece Hamas nedeniyle değil, El Nusra Cephesi’yle ilişkileri nedeniyle de.
 
Tam olarak anlayamadığım bir şey var… Söz konusu Hamas lideri Türkiye’den kaçtı mı yoksa sınır dışı mı edildi?
 
-ABD ve İsrailli yetkililerin ağzını bu konuda bıçak açmıyor. Tek bildiğimiz Türkiye’den gittiği ve bu durumun Hamas’ın hiç hoşuna gitmediği… Ama şundan emin olabiliriz: Türkiye, ABD’den Aruri ile ilgili böyle bir karar çıkacağını biliyordu ve onu daha fazla tutamazdı. Bu haliyle bile durum ciddi bir halkla ilişkiler enkazı.”(4)
 
Netice olarak;
Recep Tayyip Erdoğan etrafında kopartılan fırtına ne “yandaş” basının söylediği altı-üstü, istinadı kapsamı belli olmayan “milli birlik” türküsü kadar basit, ne de anti-yandaşçıların ağaç-alkol-basın hürriyeti teslisi kadar bayağı değil; sadece Aruri etrafındaki İsrail-ABD-Türkiye satrancının bile kendi başına büyük bir mesele olduğunu anlayanlar, daha yakası açılmadık hangi mevzular etrafında Recep Tayyip Erdoğan’ın bir avuç suda boğulmaya çalışıldığını anlarlar herhalde?
 
Ne vakit Türkiye’de bir karışıklık olsa İsrail’in Gazze’de, Mescidi Aksa’da katliamlara yönelmesi hep mi tesadüf?
 
 Filistin meselesi dünya çapındaki yaygın Yahudi basın baskısı altında güme getirilmeye, gözden saklanmaya çalışılırken, bir Cumhurbaşkanı’nın meseleye dikkat çekmesinin medya tarafından görmezden gelinemiyor oluşundan ötürü rahatsız olunduğu ve dikkatler oraya çekilince İşgalci İsrail’in tedirgin oluşu görülmüyor mu?
Eli-kolu bağlı ve iç meselelerinden-karışıklığından başını kaldıramayan bir Türkiye en çok İsrail’in işine yarar;  son haftalardaki iç karışıklıklar ile aynı nisbette İsrail’in zulümleri artırması tesadüfi değil, bilakis devamlı tekrar eden bir durumdur. İsteyenler bunun tarihi karşılaştırmasını yapabilir…
 
Görünen o ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmi olarak İsrail’e bütün dünyanın önünde söylediği “Van Münit” ikazının arkasında duruyor ve mazlum Filistin halkına sahip çıkmaya devam ediyor.
 
On puanlık bir anaokulu suâli:
Tüm Ortadoğu baştan başa kavrulurken, Ortadoğu’da olan ve kendi işgal ettiği alan içerisinde vaka-i adiye de olsa bir hâdisenin meydana gelmediği, “gavur imamlar”ın “benim sevdiğim o güneydeki ülke” dediği, “terör”ü örgüt bazından çıkararak “devlet” olarak uygulayan ülke hangisisidir?