17 sene boyunca Telegramcıların işkencesine maruz kalan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, 4 Mayıs 2018 tarihinde Telegram suikasti neticesinde geçirdiği beyin kanamasının ardından Yalova Devlet Hastahanesinde ameliyata alındı ve uyutuldu. 7 Mayıs tarihinde ise yapılan tüm müdahaleye rağmen uyandırılamadı ve beyin ölümünün gerçekleştiği söylendi. Sonrasında İstanbul Dr. Siyamî Ersek Hastahanesine nakledilerek burada tedavisine devam edildi. 1 Ramazan-16 Mayıs 2018 tarihinde, vücud fonksiyonlarında da bozulma başlayan Büyük Mütefekkir, yapılan tüm müdahaleye rağmen “Ölüm Odası”ndan çıktı ve ebedî hayata kavuşmak üzere, perde arkasına geçti.

Şehadetinin sene-i devriyesinde Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nu rahmet ve minnetle yad ediyoruz.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu niçin şehid ettiler!

Üstad Necib Fazıl’ın Büyük Doğu ile başlattığı ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun meydan yerinde kavgasına soyunduğu İslâm İhtilâli ve İnkılabı’nı inkıtaa uğratmak için siyonist ve emperyalistler ile onların içimizdeki kuyrukçuları sürekli olarak Müslüman milletimizin bu akışta demetlenmesine mâni olmak üzere tahliye kanalları açtılar. Müslümanların kendi düzenleri içinde yaşaması değil de, mevcut dünya düzenine entegre edilerek yaşaması yönünde hareket eden statükocu “İslâmî” hareketleri hem içeriden ve hem de dışarıdan maddî manevî destekleyerek, “her şeye sahtesinin musallat olması” ölçüsünü bir strateji hâline getirip, tüm dünya Müslümanlarının karargâhı konumundaki Anadolu’da İslâmî bir düzenin tesis edilmesine bugüne kadar mâni oldular. Bilhassa etkileyici konumunda olanlar da kendilerini bu risksiz ve bol mamalı stratejinin bir parçası hâline getirmekte bir beis görmediler. Müslüman Anadolu’da hakiki bir İslâm İhtilâli ve İnkılabı kadrosunun bulunmaması için açılan onlarca tahliye kanalından en kullanışlısı FETÖ oldu. 28 Şubat sürecine rağmen 1999 senesinin Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından “Kurtuluş Yılı” ilân edilmesi ve Kemalistlerin ellerindeki emniyet, yargı ve ordu üçlüsüne rağmen muvaffak olamayışları neticesinde FETÖ’nün işlevinde de değişikliğe gitmek zorunda kaldılar.

28 Şubat’a kadar birçok tahliye kanalı desteklenirken, 28 Şubat’tan sonra FETÖ’nün merkeze alınmasıyla birlikte diğer kanallar önemini kaybetti ve onlara olan desteği de geri çekmekte bir sakınca görmediler. FETÖ de istenildiği ölçüde büyümek için tabiî olarak alternatiflerini ortadan kaldırmak zorundaydı. İş bir noktadan sonra Büyük Doğu-İbda’ya tahliye kanalı açmaktan çıkmış, onun yerine Müslüman milleti İslami bir düzene değil de küfür düzenine akıtacak müstakil bir kanal inşasına dönmüştü. Bu esnada Ergenekon ve Balyoz operasyonları da laik, kemalist, batıcı diğer unsurların bu kanala taşınması için gerçekleştiriliyor, uşaklık noktasındaki görev değişimine direnen “yobaz” kuyrukçular bu yolla tasfiye ediliyorlardı.

Tam da Arab Baharı ile beraber İslam aleminin dizaynı işine girişilmiş ve adım adım Anadolu’yu da bu işin bir parçası ve lideri olarak FETÖ idaresinde sahneye sürmeye hazırlanırlarken, iktidar ile FETÖ arasında MİT Krizi ile beraber kopan kavga bir çuval incirlerini berbat etmeye yetti. 15 Temmuz’a kadar, Türkiye’de iktidarı alaşağı etmek, FETÖ’yü olması gereken konuma getirmek üzerinden bütün İslam alemini yeniden dizayn etme ve böylelikle global küfür düzenine entegre etme stratejilerini korudular; fakat 15 Temmuz’da, bizim de üstün gayretlerimizle film koptu.

15 Temmuz’da yalnız FETÖ’den olmadılar, 2000’den beri FETÖ’yü bu pozisyonda tek kılmak için onun dışındaki bütün tahliye kanallarını ister istemez iptal etmişlerdi. FETÖ’nün gerçek yüzü görülünce, bu sefer Anadolu ufkunda, İslâm İhtilali ve İnkılabına doğru hakiki bir akışta bütün Müslümanların buluşması, sel hâline dönüşmesi ve önüne çıkan her şeyi ezip geçmesi ihtimali belirdi ve bu müesses nizamın efendileri tarafından kabul edilemezdi. Hem zaten 2014 senesinin Kasım ayında, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansına gösterilen teveccüh, bugüne kadar izledikleri bütün strateji ve taktiklerin aslında hiçbir işe yaramadığını da göstermemiş miydi?

Türkiye’de meşruiyet dairesinin merkezinde Üstad’dan sonra bu kez Kumandan tek başına kalınca, şartlar onlar için bu tehlikeli noktaya evrilince, aslında bir bakıma çaresizliklerinin de ifâdesi olacak şekilde, İslâm İhtilâli ve İnkılâbının önünü kesebilmek için ellerindeki son kurşunla, manyetik bir kurşunla, son bir can havliyle İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nu hedef aldı ve şehid ettiler.

Dikkat ediyorsanız, FETÖ’den sonra ellerinde kullanabilecekleri Müslüman görünümlü bir aparat kalmadığı için, bugün Millet İttifakı falan gibi yollara tevessül edip, hiçbiri birbirine benzemez unsurlardan müteşekkil saçma sapan ittifaklar tesis edip, hiç olmazsa silinip gitmemek adına bu topraklarda tutunabilmeye çalışıyorlar.

Bu arada unutmadan, FETÖ devlete paralel değildi, çünkü aslında rejim zihniyetinin ta kendisiydi. O, aslında Büyük Doğu İbda’ya paraleldi. Her ne kadar Said-i Nursi’ye bağlılık iddiasında olsalar da, iş düzen kurmaya gelince, ellerinden gelen, kavramlarını eğip büküp kendilerine mâl etmeye çalıştıkları, ruhundan ve iddiasında arındırılmış, yalnız şekil planına mahkûm edilmiş bir Başyücelik Devleti tesis etmekti.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu şehid ettiler; fakat “Mutlak Fikir”den beslenen fikirlerin de şehidler gibi ölümsüz olduğunu unuttular.

Son birkaç yıldır büyük bir kaos yaşanıyor, yalnız Türkiye’de de değil, dünya çapında. Müesses nizâmın banileri, 15 Temmuz ile beraber Müslümanları kendi düzenlerine entegre edememiş olmanın maliyetleri ve neticeleriyle yüzleşiyorlar aslında, çünkü düzen mevcut hâliyle artık kendi kendisini bile taşımaktan aciz bir vaziyete gelmiş bulunuyor. Evet, sancılı bir süreçten geçiyoruz; fakat Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şehadetinden evvel birçok kez dediği gibi, 40 yıllık bir gerginlikle 15. İslâm asrını idrak ediyoruz.

Bu süreçte daha neler görecek, neler yaşayacağız meçhul. Bir tek hususu Müslümanların göz ardı etmemesi gerekiyor, bugün ellerinde bize karşı kullanabilecekleri hiçbir stratejileri yok! Emin olun ki, bön bön, çaresizlik içinde onların ipini ne zaman çekeceğimizi bekliyorlar. Bu süreci artık daha fazla uzatmadan, can çekişen Batılı düzenin fişini çekmek ve onun yerine bütün insanlığa yaşanmaya değer bir hayat vaad eden kendi düzenimizi tesis etmek bizim boynumuzun borcudur.

Allah imanımızı muhafaza etsin, bizleri istikâmet üzere sabit kılsın ve İslâm İhtilâli ve İnkılabı ile beraber Kumandan başta olmak üzere bütün Müslümanların intikamına da memur ettiği kullarından eylesin. Biz, bu sürecin İslâm’ın lehine tarihe geçecek büyük bir zaferle neticeleneceğinden hiç ama hiç şüphe duymuyoruz. Bir daha asla muvaffak olamayacaklar!

Allah’tan başka galib yoktur!

Baran Dergisi, Ömer Emre Akcebe