Tahminen bir sene önce Taraf Dergisi’nin Fatih, Ali Emiri Efendi sokaktaki idarehanesinde bulunuyordum. Orada şehidimiz Cahid Ayaz’la tanışma şerefine eriştim. Arkadaşlar bana, “Murat Kiracı adıyla dergiye para gönderen arkadaş bu” diye tanıştırdılar Cahid’i. Derginin banka hesabına birkaç defa “Murat Kiracı” adıyla havale gönderilmişti. Banka cüzdanındaki bu isim dikkatimi çekmişti. Bize maddi yardımda bulunan bu gönüldaşımızı merak ediyordum. Soyadı benzerliğinden dolayı Abdullah’a sormuş, tanımadığı cevabını almıştı. İşte o gün bu gönüldaşımızla tanışmıştım.

Tanışma esnasında Cahid Ayaz’ın anne ve babasının Azeri Şiîsi olduğunu öğrendim. Fakat kendisi sağlam bir İbdacı idi. Şu nasibe bakın ki, anası ve babası Şiî kendi sağlam bir İbdacı, üstelik de şehidlik kervanına ulaşan bir İbdacı. Herkese böyle bir şeref nasip olmaz. Şehidimiz Cahid Ayaz, gıpta ile bakacağımız en üstün bir makama ulaştı... Kumandanımız, “bize ne gelecekse içtimâî meydan kavgasındaki hissemizledir!..” diyor. Bunun en üstünü de şehidliktir...

Sohbetimizde Şiî-Sünnî mevzularına girdik. Cahid’in davaya gönülden bağlı bir İbdacı olduğu her hâliyle belli oluyordu. “Aile çevresinden dolayı ideolojik bir takıntısı var mı?” endişesine en ufak bir mahal bırakmayacak kadar İbda’ya bağlı idi. Hemen anlaşmış ve kaynaşmıştık. Zaten gözlerindeki pırıltıdan ve bana gösterdiği saygı ve sevgiden bunu hemen sezmiştim. El öpülecek bir makamın sahibi Cahid’in, ilk defa tanışmamıza rağmen yakın, candan ve saygılı tavrı hâlâ gözlerimin önünde... Boğaziçi Üniversitesi’nde Cahid’le birlikte okuyan bir İbdacı gönüldaştan şehadet haberinden sonra öğrendim ki; Cahid, elinde bıçak okuldaki sapık mezhebsizler arasına dalmış, “biz Yavuzların nesliyiz!” diyerek onlara meydan okumuş... Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü mezunu olan Cahid Ayaz, Devlet İstatistik Enstitüsü’nde memurluğa başlamış, evli ve bir çocuk babası idi. 

Dergide gördüğüm kadarıyla 25 yaşlarında ve memur tipli biri idi. Onun eylemci yönünü bilmiyordum ve hiç böyle bir hava vermiyordu. Şehid olduğu olaydan da anlaşılacağı gibi Cahid, malıyla ve canıyla cihad eden yiğit bir Müslüman idi. Atatürkçü Düşünce Derneği’ne yaptığı bombalı  saldırı esnasında şehadet şerbetini içti. Şunu da belirteyim ki, yaralı olmasına rağmen 40-50 dakika tuvalette üzerine kapı kapatılıp bekletilmiş ve Kemalistler tarafından kan kaybından öldürülmüştür. 

Cahid Ayaz, kendinden zuhura güzel bir misal oldu. Onun bu eyleminden kimsenin haberi olduğunu da zannetmiyorum. Devletin iyi bir yerinde memur olan böyle bir kişinin böyle bir eyleme kalkışması rejimi bayağı korkuttu ve şaşırttı.

Ne mutlu Cahid’e ki şehidlerin başbuğu Hz. Hamza’nın yanına uçtu. İBDA’nın şehidler kervanına katıldı. Gözlerimin önünde şehidlerimiz geçiyor: Metin Yüksel, Erdoğan Tuna, Salih kara, Gürsel Kabadayı, Mustafa Sevim... ve diğerleri. Ayrıca doğduğu dağlarda şehid düşen isimleri dahi bize ulaşmayan yüzlerce İBDA’cı şehid gerillalar var. IRKM’nin gerillaları... Hele bunlardan Şeyh Said’in yeğeni Muhammed Emin, 62 yaşında, T.C. tarafından gözaltında işkence ile şehid edildi. 18 gün işkence gördükten sonra cesedi kurşunlanarak bir çöplüğe atıldı. Vücudunda 70 kurşun çıktı. Kurşunlarda kan izi yoktu. Çünkü işkence altında öldürüldükten sonra üzerine taranmıştı. Şehidimiz Cahid Ayaz’la tanışmamdan bende kalan intiba, gösterdiği gönüldaş yakınlığı ve gözlerindeki ışıltı idi. Onun eylemci yönünden hiç haberdar değildim. Zaten böyle bir şeye niyeti olan bunu belli etmez. Cahid, öyle bir iman öfkesi taşıyordu ki, kendinden zuhur hâlinde böyle bir eyleme girdi ve şehadet şerbetini içti. Ne mutlu Allah yolunda şehid düşenlere!.. Ne mutlu Cahid’e...
 
Akıncı Yolu, 1. Sayı, Mayıs 1995
 
(Not: Bu yazı Yeni Tahkim’in 3. sayısından iktibas edilmiştir...)